Aktif Vatandaşlık Bilinci

Son yıllarda sıklıkla Sivil Toplum Örgütlerinin 21. yüzyılın belirleyici faktörlerinden biri olacağı dile getiriliyor. Gerçekten de Sivil Toplum Örgütlerinin önemi ve bu yöndeki beklentiler son dönemde çok arttı ve gücü daha doğru anlaşılmaya başlandı. Demokratikleşme ve paralelinde gelişen sivilleşme ile birlikte eğitimle ve kültürel zenginleşme ile insanlar kendi haklarını, sokaktaki insanların haklarını, hiç tanımadığı insanların haklarını, hatta bu dünyayı paylaştığımız diğer canlı türlerin varolma haklarını korumak konusunda bir vizyona ve bilince erişiyorlar.

Bu konuda sivil toplum kuruluşlarına, sivil inisiyatifin toplum içindeki örgütlü dinamiklerine büyük görev ve sorumluluk düşüyor. Çok yakın bir geçmişe dek, Türkiye’de sivil kuruluşlar sıradan bir taraftarlık veya destekçilik yaklaşımı haricinde, belirli bir amaç ve vizyon doğrultusunda kitleleri peşinden sürükleyecek güçte değildi. Bugün için bile büyük ölçüde kamu tarafından kucaklanmış – kitleselleşmiş olmamakla birlikte, insanlar, herşeyi devletten beklemekten vazgeçerek, kendi olanaklarıyla ve kendi inisiyatifiyle, kendi kaynaklarını koordine edebileceğini ve bunları toplumun yararına yönlendirerek çok ciddi bir katma değer yaratabileceğini, sivil toplum örgütlerinin yaptırımının ne kadar büyük olabileceğini görmeye başlıyor.

Sivil Toplum Hareketlerini en basit ifadeyle; aktif vatandaşlık kavramı içinde değerlendirip, tanımını da; başkalarına saygı gösteren, sorun çözmede girişimci ve yenilikçi olan, eyleme dönük araçlar yaratabilen ve kendi iç enerjisi ile harekete geçebilen ve toplumun daha az şanslı kesimleri için toplumsal destek sağlamak üzere kendilerini düzenleyebilen örgütlü insan toplulukları olarak yapabiliriz. Toplumsal hayatı da, kökenine bakılmaksızın tarihsel, coğrafi ve siyasi geçmişinden dolayı aynı toprak üzerinde yaşamak durumunda olan ve menfaatleri birbiriyle yakından ilişkili olan toplumun, üzerinde büyük ölçüde hemfikir olduğu bir takım yazılı kurallara (kanunlara) ve yazılı olmayan etik değerlere (örfler, adetler, gelenekler) göre işleyen bir sosyal sözleşme olarak algılarsak, toplum içindeki her türlü örgütlü ve tanımlı yapının sorumluluğunu da, kabaca toplum hayatı içerisinde kendi ilgi, bilgi ve yetki alanına giren konularda etkin, aktif, doğru çalışmalar yapmak olarak tanımlayabiliriz.

Sivil Toplum Örgütlerinin görevi seçtikleri misyon çerçevesinde öncelikle önleyici, zarar azaltıcı ve geliştirici olmak bir diğer deyişle, pro aktif çalışmalar yapmaktır. Ayrıca kamu yararını ilgilendiren konularda çeşitli sebeplerle yaşanabilecek gecikmeleri ve eksiklikleri tamamlayan ve ihtiyaç halinde devletin resmi kurumlarına destek olarak devreye girecek etkin bir güç olmaktır. Örnek verecek olursak, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın amacı, Milli Eğitim Bakanlığı’na alternatif olmak değil, destek olmaktır, veya TURMEPA’nın geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği Türkiye çapındaki deniz temizliği çalışması, Ulaştırma veya Çevre Bakanlığı’nın işini elinden almak amaçlı değil, sivil bir inisiyatifle, varolduğu bu topraklara gönüllü bir katkıda bulunma çabasıdır. Aynı yaklaşım, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Sokak Çocukları Derneği, Özürlüler Vakfı ve benzeri yüzlerce sivil toplum örgütü için de geçerlidir. Bir diğer örnek olarak Yönetim Kurulu başkanlığını sürdürdüğüm AKUT da aynı şekilde kendisine seçtiği misyonda, acil durumlarda ve doğal afetlerde, bu görevin asıl sahibi olan Sivil Savunma Genel Müdürlüğü ile birlikte, ona bağlı olarak çalışır, ancak hiç bir zaman için Sivil Savunma sistemine bir alternatif, bir rakip değildir. Sivil Toplum Örgütleri çeşitli sebeplerle devletin ulaşamadığı, yetemediği, geciktiği durumlarda tamamlayıcı ve son derece dinamik ve hızlı hareket edebilen yapılarıyla ufuk açıcı bir vizyonla hareket ederler.

Sıklıkla yapılan, hatta ne yazık ki bilinçli olarak kurgulanan yanlış ise, Sivil Toplum Kuruluşlarını devletin resmi kurumlarının alternatifi olarak göstermeye çalışmaktır. Gerçekte ise her iki yapı da ancak birarada işlerse sağlıklı ve üretken bir çalışma ortamı doğabilir. Çünkü doğru işleyen bir demokraside, seçimle göreve gelen hükümet ve meclis, atanmış bürokratlarla birlikte ülke kaynaklarını, ulusal menfaatler doğrultusunda yönlendirme ve kullanma yetkisini doğru ve etkin bir biçimde kullanır. Bu kaynakları koordine etmek hükümetin asli görevidir. Ancak çağımızdaki hızlı ve dinamik değişimlere zamanında ayak uydurabilmek, iyi niyet olsa dahi devletin kurumsal ve büyük ancak hantal gücüyle her zaman mümkün olmayabilir. Bu noktada, devletin resmi kurumlarının tamamlayıcısı rolünü gönüllü olarak üstlenen Sivil Toplum Örgütleri devreye girer ki, gözden kaçan aradaki boşlukları tamamlayan, ekonomik ve sosyal kayıpları en aza indiren bir rol ve sorumluluk üstlenirler. Aynı zamanda devlet kurumlarına anayasa çerçevesinde verilen görevlerin, hukuk sınırları içerisinde kalmak koşuluyla takipçisi olarak sivil bir denetim mekanizması görevini üstlenirler.

Yine de zaman zaman ülke çapında çok etkin, dinamik ve başarılı işler yapan Sivil Toplum Örgütlerini, o konuda bir zaafiyet gösteren devlet yapısına alternatif olarak göstermek ve kullanmak yanılgısına düştüğümüz olaylar oluyor.

Bu görüş medyanın herhangi bir kanadının sözkonusu Sivil Toplum Örgütünü siyasi bir malzeme olarak kullanma çabası sonucunda, elindeki malzemeyi bir silah olarak görmesinden dolayı gündeme oturuyor. Bu son derece yalnış ve haksız vizyonla elden geldiği kadarıyla mücadele etmeli ve sistemin bütünlüğünü, ancak birlikte varolabileceğini kavramamız gerekiyor. Devlet bir toplumdaki siyasi, ekonomik ve sosyal en büyük güçtür, ancak sonuçta insanlar, hükümetler ve meclis tarafından yönetilir. Yönetimsel kararlarda ve uygulamalarda bir takım terslikler varsa ki, ülkemizin gündemini meşgul eden pek çok olay bunun böyle olduğunu apaçık bir şekilde gözler önüne seriyor, bu eksiklikler ve yanlışların sorumluluğu sadece o olaydaki veya süreçteki hükümetin veya kamu idaresinde görevli seçilmiş veya atanmış kişilerin değil de, büyük olasılıkla son 50 yıldaki pek çok hükümeti ve diğer görevlileri de bağlayan bir yanlışlıklar zincirinin son halkası olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortada çok önemli bir vizyon sorunu vardır ve bunun sorumluluğundan ne devlet, ne kamu sektörü, ne özel sektör, ne asker, ne sivil halk, ne medya hiç kimse kaçamaz. Ulusal ve uluslararası alanda ülkemiz, insanımız ve geleceğimiz için çok önemli kararların sonuçları sıklıkla göstermektedir ki, pek çok ilişki, karar, uygulama, inisiyatif yıllarca ve yıllarca hep hatalar ve kısa dönemli menfaatler üzerine kurulmuştur ve bunda ama az ama çok hepimizin ortak bir suç birliği mevcuttur.

Sivil Toplum Örgütleri, kendini geliştirmeye çok açık olduğu ve hızlı ve dinamik hareket kabiliyetlerinden dolayı, ülke gelişiminde büyük görevler üstlenebilecek konumdadır. Nitekim içinde bulunduğumuz dönemde çok etkin ve başarılı çalışmalar yapan pek çok sivil toplum örgütü mevcut. Bizim yapmamız gereken Sivil Toplum Örgütlerimizin sayısını ve etkinliğini arttırmak ve vatandaşları kendi gelecekleri konusunda daha etkin, daha aktif bireyler olmaları konusunda desteklemek olmalıdır. Ortak yaşama arsuzu içinde bulunan çağdaş toplumlarda vatandaşlık sorumluluğunun içinde, kendisinden daha az şanslı bireyler için mücadele etmek ve çalışmak çok saygıdeğer ve toplum içinde kabul gören bir etkinliktir. Bizler Anadolu görgüsü ve eğitimi ile zaten bu vizyona ziyadesiyle yakın bir geçmişe ve genetik yapıya sahip insanlarız, bunu destekleyici çalışmalarla, halk çok daha etkili bir sivil inisiyatif geliştirebilecek altyapıya sahiptir. Osmanlı’dan günümüze kalan yüzlerce yıllık birikimi ve geçmişi olan vakıfların sayısı hiç de az değildir, “imece usulü” ve dünyanın en eski itfaiye teşkilatlarından bir olan “Tulumbacılar” bu topraklardan çıkmıştır. İçimizde doğal olarak varolan bu vizyonu, eğitim, öğretim, doğru rol modeller ve ödüllendirme – destekleme çalışmalarıyla tekrar ortaya çıkartmalı ve vatandaş olma bilinci ve sorumluluğunu her ortamda harekete geçirmeliyiz. Unutmamalıyız ki, örgütlü toplum güçlü toplumdur.

Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde yapılan hukuksal ve yapısal reformlar Türkiye’yi çok iyi bir noktaya taşıdı, bundan sonrasının etkinliğini bu değişimlerin hayata geçme ve toplum ölçeğinde kabullenme hızı gösterecek. Bu noktada Sivil Toplum Örgütleri halkı eğitici ve yönlendirici bir rol oynamalıdır. Sivil inisiyatif kavramı ile yıllardır içiçe olanlar seçtikleri alanda dünya ölçeğindeki olaylara yakın oldukları için, zaten ihtiyaç duyulan değişimlerin farkındadırlar. Bugün için, devlet kademesi, askeri ve sivil bürokrasi olmak üzere kendi payına düşeni yapmış durumdadır. Toplum örgütlenmesinin etkin aktörleri olarak, Siyaset mekanizmasını, Asker ve Sivil Bürokrasi’yi ve Sivil Toplum Örgütlerini görecek olursak, her üç kurumun da üzerine düşen düzeltme, iyileştirme ve geliştirme çabalarının vakit geçirilmeden uygulamaya sokulması gerektiğini vurgulamak doğru olacaktır. Sonuç olarak, devlet yapısının en etkin gücü ve yetkisini elinde bulunduran sivil siyaset, bu değişime süratle ayak uydurmalı ve arzulanan değişimi toplum yaşamında bütünleştirmelidir. Bu yasaların uygulamaya geçmesi için sivil siyaset, bu değişim yönetiminin sahibi ve uygulayıcısı olmalı, kaynakları ve karar mekanizmalarını doğru şekilde kullanmalıdır. Sivil Toplum Örgütleri ise yine her zamanki dinamik yapıları itibariyle, devletin ve milletin menfaatlerinin takipçisi konumunda olarak bütün gelişmeleri yakından izlemeli ve hukuk sınırları içerisinde kalmak koşuluyla değişim talebinde bulunmalıdır.

www.nasuhmahruki.com
[email protected]