Biz ki; Fatih Sultan Mehmet Han’ın Torunlarıyız

29 Mayıs 1453 tarihi bütün dünyanın hafiza kayıtlarına Türklerin İstanbul’u fethettiği, Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğuna son vererek bir çağı kapatıp yeni bir çağı başlattığı tarih olarak geçmişti.

Her Türk bu tarihle gurur duyar, göğsü kabarır ve adı geçtiğinde tüyleri ürperir. Gencecik Osmanlı Sultanı’nın eşsiz özgüveni, kararlılığı, askeri dehası ve güçlü ordusuyla Anadolu’yu kesin olarak Türk Yurdu yaptığı bu tarihi her yıl giderek artan bir coşkuyla anıyoruz. Peygamberimiz bile yüzyıllar öncesinden, İstanbul’u fethedecek kumandanın ve askerin ne güzel kumandan ve asker olacağını müjdelemişti. Ve bu asil görev Türklere nasip oldu.

Bu destanın isimsiz kahramanlarının arasından sıyrılıp canları pahasına ilk sancağı surlara dikmeyi başaran Ulubatlı Hasan ve arkadaşlarının yiğitliklerinden, ilkokul sıralarında okurken hangimiz duygulanmadık, etkilenmedik ki. Çocukluğumun kahramanlarından biri Kubilay öğretmenken diğeri de Ulubatlı Hasan’dı. Bu genç insanların ve tarihimizde sayısız örneği bulunan benzerlerinin kendilerinden sonrakilerin daha iyi koşullara sahip olabilmeleri için inandıkları değerler uğruna, en değerli varlıklarını; canlarını tereddütsüz hediye etmelerinin arkasındaki yüceliği hayatım boyunca anlamaya, örnek almaya çalıştım.

Tarihimiz bu tür sayısız kahramanlık, fedakarlık ve yücelik örnekleriyle dolu. Bunlardan birini; İstanbul’un Fethi’nin 552. yılını kutladığımız bu günlerde, atalarımızın anılarına gösterdiğimiz coşku, inanç, güven ve saygıyla hep birlikte bu kutlu tarihi anma etkinliklerine katılmalıyız. 29 Mayıs’larda da, tıpkı 19 Mayıs’larda olduğu gibi öyle bir milli birlik ve beraberlik duygusu yaşamalı ve yaşatmalıyız ki, herkes Türkler her türlü iç çekişmelerine rağmen, özdeğerleri ve ataları sözkonusu olunca yine yanyana durmayı başardılar desin.

Bizim gururla andığımız bu tarihin Batı dünyasındaki etkilerini de öte yandan mutlaka anlamaya çalışmalıyız. Türkleri bir daha Anadolu’dan sökemeyeceklerini anlayan Batılılar, o gün bugündür, İstanbul’u ve beraberinde kesin olarak Anadolu’yu ellerinden kaçırdıkları bu tarihi emin olun bizim coşkumuza eşdeğer bir üzüntü, pişmanlık ve öfke ile hatırlıyorlar.

Fatih Sultan Mehmet’ten yüzlerce yıl önce; Hun İmparatoru Attila’nın, Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarını kuşattığı yılları ve yüzlerce yıl sonra; Batılıların Türkleri Anadolu’dan geldikleri yere geri yollama emellerine en yaklaştıkları sırada karşılarına dikilen Mustafa Kemal’i ve bu büyük adamların Batılıların menfaatlerine verdikleri zararı mutlaka bir kez de onların gözünden anlamaya çalışmalıyız. Toplamda 1400 yıllık bir sürece yayılan, tarihin ta kendisi olan bu muazzam rekabetin karşı tarafında bulunan ve aralarındaki birliği hristiyanlık olgusu üzerine inşa ederek, emellerine ulaşmalarındaki en büyük engeli Türkler olarak algılayan Batı Kültürünün, bugünkü davranışlarının arkasındaki gerekçenin, tarihte 1400 yıllık bir geçmişi olan ve hiçbir zaman ve hiçbir koşulda unutulmayacak bu kuyruk acıları ve Türklerin en zor zamanlarda bile bir çıkış yolu bulma konusundaki ezici üstünlüğü olduğunu bir an bile aklımızdan çıkarmamalıyız.

Avrupa Birliği konularında, yaygın medyamızın büyük bir ustalıkla kamuoyu tarafından öğrenilmesini uzunca bir süre örtbas ettiği ama artık yavaş yavaş onların bile engel olamadığı Avrupa’daki çok net ve açık Türk karşıtlığının kökeninin bu tarihsel olaylara dayandığını ve kendi geleneksel eğitim ve din sistemleri içerisinde 1400 yıl kadar önce Attila’nın, 550 yıl kadar önce Fatih Sultan Mehmet’in ve 80 yıl kadar önce Mustafa Kemal’in ve diğer iz bırakan liderlerimizin önderliğinde Türklerin hristiyan alemine dünyayı dar ettiği tarihsel olayları bir tek gün bile akıllarından çıkarmadıklarını unutmamalıyız.

Çok basit bir tarih araştırması bile, binbeşyüz yıla yaklaşan bu önyargı ile batılıların artık neredeyse genlerine işlemiş bir Türk karşıtlığı duygusuna sahip olduğunu anlamamıza yetecektir. Bir gün vakit bulursanız, Darwin’in, Victor Hugo’nun, Delacroix’nin, Cervantes’in, Shakespeare’in, Ronsard’ın, Martin Luther’in, Voltaire’in, Diderot’nun, Kant’ın, Herder’in, Hegel’in, Engels’in, Marx’ın, Pascal’ın, Byron’ın, Edgar Allan Poe’nun ve daha pek çoğunun Türkler hakkında yazdıklarını, söylediklerini bulup okuyun. Kendi kuşaklarının bu son derece değerli şahsiyetlerinin bizim hakkımızdaki düşüncelerini farkedince gözlerinize, kulaklarınıza inanamayacaksınız. Bugünkü Almanya, Fransa, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Belçika, İsveç, İsviçre, Hollanda ve diğer AB üyesi ülkelerin siyasi kimliklerinin bizim hakkımızdaki üzücü değerlendirmeleri taraflı tarihsel eğitimlerinin kaçınılmaz bir sonucudur. Beyinleri yüzlerce yıldır öylesine yıkanmıştır ki; isteseler de başka türlü düşünemezler. Düşünmeye kalksalar kendi toplumlarından dışlanırlar.

İçeride ve dışarıda yaşadığımız bu karmaşık süreç içerisinde birlik ve beraberlik konusunda yapacağımız en büyük hata, kültürümüzü oluşturan çeşitlilik içindeki unsurların kullanım haklarının, farklı altkimlik grupları arasında paylaştırılmasına müsaade etmek olacaktır. Mustafa Kemal ne kadar atamızsa, Fatih Sultan Mehmet de o kadar atamızdır. Türklük, Osmanlılık, müslümanlık, Anadoluluk, ayyıldızlı bayrağımız, türkçe, yüzünü çağdaş medeniyetlere dönmek, hoşgörülü olmak hepimizin ortak değerleridir. Kim ne derse desin, bu değerlerin bir teki bile eksik olsa, biz biz olmaktan çıkar başka bir şey olurduk; tarih de başka türlü yazılırdı. Türklerin son büyük devletinin sahipleri olarak geçmişimize ve değerlerimize herşeyiyle birlikte sahip çıkmalıyız. Bu süreçte yapılacak en küçük bir hata, süreç içerisinde bizi özdeğerlerimize yabancılaştırabilir ve çözümü çok zor tohumların ekilmesine yol açabilir.

Fatih Sultan Mehmet, 59 gün süren kuşatma esnasında Bizans İmparatorunun anlaşma karşılığında vergi vermeyi kabul edeceğini bildiren elçilerine şu cevabı verir; “Buradan gitmekliğim mümkün değildir. Ya ben Bizansı alırım. Ya da Bizans beni.” Mustafa Kemal; “Ya İstiklal Ya Ölüm” der. Bizler gri tonları sevmeyiz, herşeyin açık, net, anlaşılır olmasını isteriz; ilişkilerde, sözlerde dürüstlük ararız; ak’a ak, kara’ya kara deriz. Düzenbazlığı, kaypaklığı, belirsizliği, renksizliği kabul etmeyiz. Biz dün ne idiysek, kim idiysek bugün de oyuz. Adımız Attila da olsa, Hasan da olsa, Kubilay da olsa, Mehmet de olsa, Mustafa da olsa, özümüz, değerlerimiz birdir. Bakmayın bugünlerde sesimizin çıkmadığına, bir yere kaybolduğumuz yok; sabrımız, hoşgörümüz çoktur, gönlümüz geniştir; sükutumuz ondandır. Sınav günü geldiğinde geçmiş yeniden canlanacaktır, buna kimsenin şüphesi olmasın. O gün gelinceye dek, özdeğerlerimize, kahramanlarımıza, atalarımıza hepbirlikte sahip çıkmalıyız.

ALİ NASUH MAHRUKİ

[email protected]