Pobeda Dağı Kış Tırmanışı Denemesi – 2003

Dünyanın en kuzeyindeki 7000’lik dağ olan Pobeda dağı 7439 metrelik yüksekliği ve muazzam kütlesiyle dünyanın en soğuk dağı kabul ediliyor. Bugüne dek sadece bir kez, 1990 yılında Rus ve Kazak Milli Takımlarının oluşturduğu 25 dağcıdan oluşan çok güçlü bir ekipten 5 dağcının kışın zirvesine ulaşabildiği Pobeda dağına 5 kişilik küçük ama son derece deneyimli ve güçlü ekibimizle gittik. Yaz tırmanış istatistiklerinde, zirvesine çıkan her 6 dağcı için 1 dağcının hayatını kaybettiği bu zorlu tırmanışı 1994 yılında başarıyla gerçekleştirmiştim, ancak 2003 kışı Kuzey Yarımkürede alışılmadık derecede sert bir kış oldu. Derin kar, tehlikeli tırmanış koşulları ve rotamız üzerinde aralıksız düşen çığlar sonucunda geri dönmeye karar verdik.

 

 

Basın Toplantısı 4 Mart 2003

27-02-2003

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

 

Basın toplantısı

Yer : Ritz Carlton otel (Gökkafes)

tarih : 04/03/2003

saat : 10:30

 

23/02/2003

23-02-2003

saat : 15:55

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

Buzul geçişi sona erdi, araçlarımızın yanına geldik ama malesef yola çıkamıyoruz çünkü geçit hala kapalı. Yarın açılacağı söylendi, sonunda yiyeceklerimize ulaştık.

Bu gece burda kalacağız, yarın yollar açılınca Karakol’a doğru yola çıkacağız. İki gün yoldan sonra orda oluruz. Hemen yıkanıp paklanmayı düşünüyoruz.

Herkese buralardan bol bol sevgiler…

22/02/2003

22-02-2003

Merbaher kampına geldik bu gece burada kalacağız. Yarın akşam yürüyüş kısmının biteceğini düşünüyoruz. Araçlarla buluşup Almaata’ya döneceğiz, fakat bir sorun var araçların yolu üzerindeki geçit kapanmış herhalde 1-2 gün onu bekliyebiliriz.

 

Dönüş yolu gidişimize nispeten daha az yorucu geçiyor, çünkü çantalarımz daha hafif ama diet yiyecekler (mecburiyetten diyet herhalde 5 kilo kadar verdim) nedeniyle halsiz kalıyoruz. Yolumuz üzerinde herhalngi bir çığ tehlikesi yok ama buzul nedeniyle çok dikkatli yürümeye çalışıyoruz.

Herkese selam ve sevgi.

21/02/2003

21-02-2003

saat : 16:50

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

Dönüşe başladık, 3-4 günde dönmeyi planlıyoruz. Hatta yarın öğle yemeği molası bile vermemeyi planlıyoruz. Hiç bir problemimiz yok gayet iyiyiz.

Dönüşte rotayı daha net görebildik gerçekten çok fazla kar birikmiş, yerinde bir karara vermişiz.

20/02/2003

20-02-2003

saat : 11:04

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

EXPEDITION SONA ERDİ

Çok fazla kar yağıyor, çok miktarda kar yığıntısı var etrafta. Pobeda’ya yığılmış çok fazla kar var ve devamlı çığ şeklinde düşüyor. Onun için bu tırmanışı bititmeye karar verdik aksi takdirde intahar olurdu. Bir süre beklemeyi düşündük ama bu sefer de kar yağmaya devam etmesi durumunda geri dönüş yolumuzda kapanacak ve burda kalabilirdik.

Yukarıda bir sür de malzeme bıraktık ama onları da almadan döneceğiz. Ben Rinat Haybulin (almaata da bu tırmanışın yöneticisi ve benimde eski arkadaşım) ile görüştüm fırtına uyarısı olduğunu ve dönme kararı konusunda kararımızı destekledi.

Pobeda istatistiklerinden bazıları çok kötü, 1939-1961 yılları arasında pobeda’ya tırmanan 25 dağcı var, ölen dağcı sayısı ise 27 dağcı. Bir sene de 12 dağcı gidip sadece 1 dağcı dönmüş 11 dağcı hayatını kaybetmiş.

Geri dönüşte önümüzde 5 günlük buzullardan oluşan çok zorlu bir yol var. Kar yağdığı için sabah 2 kişiyi iz açması için gönderdik. Yarın yola çıkacağız kısmetse ay başı gibi Türkiye’deyim.

Herkese selam ve sevgi.

19/02/2003

20-02-2003

saat 17:00 Dün gece 2. kampta kaldık, gece bir sürü çığ sesi duyduk. Sabah kalkıp baktığımızda 10 dan fazla çığ düşmüştü. Gün içinde bile rotaya 1-2 sefer çığ düştü. Bizde ana kampa geri döndük orada bekliyoruz. Çok fazla kar yağdı ve pobeda bembeyaz, umduğumuzdan fazla kar yağdı. Şu anda beklemedeyiz.

18/02/2003

18-02-2003

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

2. kampa vardık. hava kötü çok fazla kar yağmış. İzlermizi tekrar açmak zorunda kaldık. 4 kişilik yardımcı ekip bizim bu tırmanışta kullanacağımız yiyeceklerimizi alarak 2 saat önce yola çıktı iz açarak devam ettiler, biz onları 2. kampa yakın bir yerde yakaladık, çantalarımızı alıp biz yola devam ettik. Şu anda 5 kişide burda herşey yolunda gidiyor. Yarın 5300 m deki kar mağrasına ulaşmaya çalışacağız. Fazla kar yağışı nedeniyle buzul çatlakları tekrar kapanmış ve bizi gene riske sokuyor. Bu arada Eylül ayında bize bırakılan yiyeceklerden çikolata, makarna, süt vs türü yiyecekler çalınmış ve bizde şu anda onlardan hiç yok. Hep yemek düşünüyorum herhalde istanbul’a döndüğümde 1 ay yemek gözümde tüten yemekleri yicem. Herkese selam ve sevgilerimle.

17/02/2003

17-02-2003

Bugün dinlenmeye devam ediyoruz. Yarın kısmetse tırmanışa başlıyoruz. Sekiz günlük bir plan yaptık. Uyku tulumlarımızı kuruttuk. Yeni malzelerimiz hazırlandı, yani yarın için hazırız. Hava kötü ve kapalı umarım yarın güzel olur. Pobeda ya ( yaz döneminde ) 2000 yılında hiç kimse çıkamamış, 2001 yılında 2 kişi, 2002 yılında da 10 kişi çıkmış.

16/02/2003

16-02-2003

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

Tarih : 16/2/03 saat 16:05

Eşyalarımızda hırpalanma vardı, plastik ayakkabılarımız biraz hırpalanmıştı onları tamir etmekle geçiriyoruz. Aynı zamanda dinleniyoruz. Biz 30 tane buz vşdası getirmiştik ama fazla kar olduğu için işe yaramayacaktı onun yerine taktik değiştirip yerine çok miktarda kar torbası yaptık. (kar torbası derin karda kullanılan bir emniyet sistemi). Ekipteki herkes bugün aileleriyle görüştü.

Ekip süper iyi anlaşıyor çok memnunum. 5 kişi böyle bir tırmanış için çok az kişi. Şartlar daha fazla bir ekip istiyor. Buraya gelmeden babama Pobeda da zirve yapamazsam hiç üzülmem demiştimve gerçekten çok zor. Burada hava çok değişken anakamp civarında dün geldiğimizde güneş vardı ama akşam hava değişti ve bozdu. 6500-7000 m civarında ise bu değişim çok daha hızlı ve acımasız. Yarında dinleneceğiz yarından sonra hava durumuna göre 6. kampında üzerine çıkmaya çalışacağız.

Sol ayağımın (daha önce K2 de dondurduğum ) baş parmağında hissizleşme var umarım bir sorun çıkarmaz.

Herkese sevgiler ve selamlar.

15/02/2003

15-02-2003

Saat : 09:25

Anakamp ile yaptığımız görüşmede; çok kar yağdığı ve çığ tehlikesi başlayabilir mesajından sonra hemen ana kampa dönme karar aldık. Ayışığında bütün gece yol alıp anakampa döndük. Geldiğimde çok yorgun ve uykuya ihtiyacım olduğundan dışarıya çıkıp arayamadım. Hatta sakal ve bıyıklarımda sarkıtlar oluşmuştu Burda 3 gün kalıp dinleneceğiz. Toplam 700 m ipimiz vardı bunun 300 m sini kullandık kalan ipide asıl tırmanışta kullanacağız. Ellerim kötü, yara bere içinde kaldı, şimdi onları iyileşitirmeye çalışıyorum. 3 gün boyunca bol bol yemek yiyip dinleneceğiz. Aklimatizasyon tırmanışları sırasında uyku tulumlarımız buz tutmaktan tahta gibi olmuştu geri gelmemiz onun içinde iyi oldu. 18 şubat’ta yola çıkarız tahminen 1 hafta içinde zirveyi deneriz diye düşünüyorum.

Karmağarasının koordinatlarını da gönderdim. Lat N 42 deg. 3′ 52.506″ Lon E 80 deg. 7′ 50.29″ alt. 5313 m

Herkese selam.

13/02/2003

13-02-2003

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

Tarih : 13/2/03 saat 16:50

Lat N 42 deg. 3’ 34.196” Lon E 80 deg. 7’ 41.288” alt:5549 m

1. ve 2. kampı ikişer günde geçtiğimiz için 3 ve 4’ü atladık onun için 6. kampımızı kurduk. Ondan önce de 5350 – 5400 m de 5. kamp olarak arada kar mağrası da kurduk asıl tırmanışta kullanabilmek üzere 3 saatimizi aldı ama çok güzel oldu. Rotaya girdik, rota acaip zor ve teknik bir rota 2 kişi önden çantasız gidiyor biz arkadan çantalarla geliyoruz. Bu rota benim 1994 de girdiğim rotadan daha zormuş orda sabit hat vardı burda hiç yok. Hala aklimatizasyonla uğraşıyoruz. 75 deg. eğimli bir yerde çadır için platform yaptık gece 3 kişi burda kalacağız, 2 kişi kar mağrasına geri döndü. Geriye inip inmemekte tereddüt ettik çok geç geldik buraya, tekrar geriye dönmek hele de karanlıkta zor geldi. Isı – 32 deg. kar yağıyor, dimdik yamacın yanındayız çok güzel fotograflar alıyorum gelince görürsünüz. Tırmanış çok zevkli geçiyor, devamlı sabit hat döşüyoruz, yukarıda ip lazım olursa ne yapacağız bilmiyorum. Hava bugün çok güzeldi böyle devam ederse süper olur. Çığ parkurlarını geride bıraktık artık önümüzde pek yok. Sert kar var nispeten zorlanmıyoruz. Ellerim çok hırpalandı soğukta acıyor ama sıcakta sorun yaşatmıyor. Sonuçta marallerimiz yüksek ve bütün ekip çok iyi çok zevkli geçiyor.

2. kamp

12-02-2003

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

tarih 12/003 saat 16:10

Lat N 42 deg. 3′ 57.964″ Lon E 80 deg. 7′ 25.725″ alt 5212 m

2 kampa vardık 5200 m. Tırmanış acaip zor ama bir okadar da zevkli. Şu anda – 37 derece hava karardıktan sonrada 2 saat kadar yürümek zorunda kaldık. Yer yer 50-60 cm kar var rota çok karışık ve rotayı bulmakta çok zorlanıyoruz. 24 saat devamlı ipteyiz, dimitri ile sergei beraber nikalai, saja ve ben aynı ipteyiz. Devamlı çığ tehlikesi var. Sabit hat olmadığı için rotayı ararken çok vakit kaybediyoruz. Seraklar, buzullar çok vakit kaybettiriyor. 2 günlük yolu 4 günde aldık, iştahımın çok iyi olmasına rağmen burda fazla yiyemiyorum.

Bu gün birde çok güzel bir olay yaşadım, khantengri tam karşımdaydı ve benim dağcılığa başladığım dağ olması nedeniyle çok duygulandım 35 yaşında karşısında ağladım.

Ben çok iyiyim, moralimiz çok yüksek burdan herkese selam gönderiyorum.

2. kampa doğru

11-02-2003

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

tarih 11/2/2003 saat 13:10

Lat N 42 deg. 4′ 22.07″ Lon E 80 deg. 6′ 45.663″ alt: 4670 m

2. kampa ulaşamadık. Hava çok kötü, 50 cm kar var ve ilerlemek çok zor… Bu gece burda kalacağız.

Pobeda 1. kamp

10-02-2003

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

tarih 10/2/2003 saat 14:25

Lat 42 deg. 4’ 39.185” Lon E 80 deg. 6’ 24.765” Alt: 4380 m

1. kampa ancak ulaşabildik. Rotada çok derin kar vardı ve çok buzul çatlağı vardı 10 kez filan düşüldü ama 2 si bayağı ciddiydi, ip olduğu için sorun çıkmadı. Ama çok uzun zaman aldı. Kış koşulalrından dolayı ve bu rotada hiç kimse ilerlemediği için son 5-6 aydan beri acaip dev seraklar ve buzul çatlakları oluşmuş.

Isı – 35derece ayaklarımız çok üşüyor ve ayaklarımızı dondurmamaya çalışıyoruz. Herhalde yarın kaz tüyü elbisemi giyerim. Hava kapalı bu arada uydu telefonumun pillerini de şarj edemiyorum. Çok rüzgar var ve yukarıda da rüzgarın patlamalarını dinliyoruz. Şimdilik aklimatizasyonla uğraşıyoruz ama rotada çok fazla çığ riski var açıkçası biz bu kadar çığ riski olduğunu tahmin etmemiştik. Hersabah saat 7 de kalkıp 2-2.5 saatte hazırlanıp yola çıkıyoruz.

Pobeda 1. Kampa doğru

09-02-2003

Nasuh Mahruki ile Bilim İlaç 50.yıl Sağlık ve Barış Tırmanışı.

09/02/2003 saat 15:54

Lat N 42 Deg. 5’ 12.551” Lon E 80 Deg. 5’ 45.801” alt:4341

Aylardır kimse geçmediği, iz ve yol da olmadığı için iz aça aça gidiyoruz. 1. kampa buzul çatlaklarından dolayı varamadık, herhalde 500 m filan kaldı ama gece burda kamp kuracağız yarın 1. kampa ulaşırız ve herhalde 2. kampa da devam ederiz. Çok kar var ısı – 25 civarında gece biraz daha düşer hava kapalı, rota önümüzde ama göremiyoruz. Buzul çatlakları çok zorladı bizi onun için riske girmedik. 5 ekip üyesi ve 2 yardımcı geldik buraya. 2 yardımcı 2. kampa devam etmeyecekler. Her tarafa ip döşeyerek devam ediyoruz ama fazla ipimiz de olmadığı için de zorlanıyoruz.

Ana Kampta son gün saat 11:40

08-02-2003

Bilim ilaç ve Thuraya’nın sponsorluklarında devam eden tırmanış’tan bilgiler

Bugün dinlenme yarın tüm ekip 9 kişi 1. kampa gidiyoruz. Ana kampta telsiz ve 1 uydu telefonu birde benim yanımda Thuraya uydu telefonu olacak aynı zamanda telsiz var, Ana kamp ile Günde 2 kere haberleşiceğiz. . Ve diğer kamplara sadec 5 kişi devam edeceğiz. (ertesi gün 2. kampa ertesi gün 3. kampa ve 4. kampa 6500 m ye kadar çıkmaya çalışacağız )

Aklimatizasyon tırmanışları 1 hafta sürecek 2 ekip halinde

1 . ekip Nikolai, Saja, Sergei

2. Ekip Nasuh, Dimitri

rota teknik olduğu için hep iple tırmanacağız ve rota çok tehlikeli olduğu için çadırda değil kar mağraları yapıp oralarda kalmaya çalışacağız. Zirve tırmanışı için 7000 de 5. bir kamp kuracağız ama tırmanırken bir kampı atlayarak zirve yapmaya çalışacağız. Şu anda eşyalarımı topladım, yarıntırmanışa başlıyoruz. Bundan sonra muhaberede bir sorun olursa herkesin Kurban Bayramını kutlarım.

ANA KAMP 7/2/2003 saat 17:00

08-02-2003

Anakampta dinleniyoruz, yiyecekler geldi bol bol yiyip 5 günün yorgunluğunu çıkarıyoruz. Ekipten 2 kişi 1. kamp yolunu yarılayıp geri geldiler. Yarın vey yarından sonaki gün aklimatizasyon tırmanışlarına başlıyacağız. Hava bugün bozdu, kar yağışı başladı. Rotayı göremiyoruz.

Ama gene de herşey yolunda ve moralimiz çok iyi. Herkese sevgiler…

 

Anakampa ulaştık.

06-02-2003

Thuraya ve Bilim İlaç sponsorluğunda gerçekleşen tırmanış.

 

06/03/2003 saat 13:50

lat N 42 Deg. 8′ 34.980″ lon E 80 Deg. 6′ 16.946″

alt : 4017 m

 

Ana kampa ulaştık, Fazla kar olduğu için bastığımız yeri göremiyoruz altı kayalık olduğu içinde çok riskli. Batonların ucunu daha ilk gün kırdım. Çok kar çatlakları var. Kampın bulunduğu yer Güney inerçek buzulu ile Zvolvoçka buzulunun kesiştiği yer. Çok rüzgar var. Pobeda ve Kahntengri’nin zirvesi gözüküyor ve orda da rüzgar var ama hava gayet iyi.

İlk günlerde çok miktarda hayvan izine rastladık. 1992-93-94 de de burdaydım. şu anda kalacağımız kamp maltengri kampı (Kazdeg Valiyev’in kampı) aynı zamanda sauna. 10 yıl önce de burda kalmıştım. 30 günlük yiyeceğimiz Eylül ayında Rinat Haybulin’in kampına bırakılmış, bir grup o yiyecekleri almaya gidecek. Bizde ağır çanta ve karda iz açarak geldiğimiz için çok yorulduk, 2 gün dinlendikten sonra Aklimatizasyon tırmanışlarınıa başlıyacağız.

1990 da pobeda ya tırmanan grup bu kampa helikopter ile ulaşmışlardı biz bu exp.’da malesef ayarlayamadık.

 

Pobeda (05/02/2003) son dakika

05-02-2003

Tarih 5/2/03 saat 16:00

Lat N 42 Deg. 8′ 45.487″

Lon E 80 Deg. 0′ 28.664″

Alt. 3779 m

 

Yürüyüş çok zor geçiyor, Çanta çok ağır yerden kalkmıyor. Bugün 2 kişi geri döndü, çok yıprandılar. Kameraman da geri dönenler arasında. Yarın öğleden sonra ana kampa varacağız. Gündüzleri 8 saat yürüyoruz, yerde 35-40 cm kar var. Isı -25 ile -30 arasında değişiyor. Hava bugün güneşliydi ama bozmaya başladı. Şu anda 9 kişiyiz bunlardan 5’i tırmanıcı 4’ü yardımcı. Herkese selam.

Diğer siteler risk.ru ./. russianclimb.com

POBEDA DAĞI KIŞ TIRMANIŞI (7439m.)

03-10-2002

. THURAYA Uydu telefonu ile alınan son dakika bilgisi

03/02/2003 Saat 16:00 da yapılan görüşmede Nasuh Mahruki Mezbaher kampında bulundukarını (Mezbaher gölünün üstü), Çantasının çok ağır olduğunu ve bütün ekibin aynı sorunla uğraştıklarını söyledi. Ekip’ten bir kişinin kampa çok geç ulaştığını iletti.

Şu anda sıcaklık -30 derece ama fazla rüzgar yokmuş, 2 gün sonra ana kampa ulaşacakmış.

03/02/2003 saat 13:45

lat N 42 Deg 9′ 55.877″

lon E 79 Deg 48′ 58.720″

alt : 3393m

 

BİLİM İLACIN 50. YILINDA SAĞLIK VE BARIŞ TIRMANIŞI

 

. İLETİŞİM SPONSORU THURAYA

Pobeda dağı kış tırmanışı; Orta Tien Shan dağlarında, Kazakistan – Kırgızistan sınırında yer alan 7439 metrelik Pobeda dağı, dünyanın en zor ve tehlikeli 7000liklerinin başında geliyor. 1994 yılında Pobeda dağının ilk Türk tırmanışını ben gerçekleştirdim. Solo olarak yaptığım bu tırmanış aynı zamanda o dönem için Türkiye’nin en yüksek solo tırmanışı oldu. Şu anda Türkiye’nin en yüksek solo tırmanışı 8201 metrelki Cho Oyu dağıyla yine bana ait. Zirvesine çıkan her 6 dağcı için 1 dağcının hayatını kaybettiği Pobeda’ya bir kez daha çıkmayı istememin en önemli sebebi, Türkiye’nin en yüksek kış tırmanışını yaparak, bu alanda yeni bir sınır çizmek istememdir. Türkiye’nin en yüksek kış tırmanışı şu anda, aralarında benim de bulunduğum bir grup dağcıyla 5671 metrelik İran’ın en yüksek Dağı Demavend’dedir.

 

Başarıyla sonuçlandığı taktirde, Türk dağcılığının en büyük tırmanışlarından biri olacak bu tırmanış, benim dağcılık kariyerimdeki tırmanışlarımdan ancak dünyanın en zor ve tehlikeli dağı olan K2’nin gerisinde kalacak kadar önemli bir tırmanış olacak.

Dağcılık literatüründe Pobeda aşağıdaki şekilde tanımlanıyor:

1- Difficulty: extremely difficult (5B UIAA), need of special skill and full set of mountaineering gear. Warning! The route is potentialy very dangerous, mainly due to weather conditions and high altitudes (temperatures below -30 °C, hurricane winds, long staying at the altitudes above 7,000 m)!

2 -This mountain is covered with great amounts of ice and its slopes are covered with snow. Strong winds challenge mountaineers and raise snowstorm even in good weather. Experienced mountaineers affirm that the ascent of Pobeda Peak can be compared with the conquest of Himalayan’s peaks.

3 – The most northern, most difficult ascent in the world is the seven-thousander Pobeda peak (7439 m), which rises above the left tributary of Inylchek glacier – Zvyozdochka glacier. Opposite it in the Tengri- Tag range the marmoreal pyramid of one of the most beautiful summits on the earth Khan- Tengri peak (6995) rises as if it soars in the sky.

4 – Peak Pobeda overranges all the other peaks of the majestic Tien Shan range with more than 400 meters. Together with its broad an complex built it makes for one of the most awesome sights in the mountains. Long it was known as the Northernmost 7000 + mountain, but as recently it was found out that its Northern neighbour Han Tengri is also just over this magical limit, this is actually not treu. Another classification is “coldest mountain on earth”; As it is so far north on the globe and most routes up it come from the West and Northwest, it indeed rivals the Canadian and Alaskan high peak in their almost antartic temperatures, adding an extra difficulty to climbing it.

Due to the fact, that Russian/Soviet climbing saw a fairly early development, the peak was already scaled in the thirties of the last century by a party of the Komsomol, (Communist youth organisation), in commemorance of the birthday of their organisation. But it was not known until the spring of 1943 that they had actually scaled the highest peak of these Northern mountains. This fact was caused by a faulty airplane height meter who was employed to measere the altitude of the summit; As it was broken is gave the wrong height of a modes 6900 meter. In 1943 Soviet mountaineers where back at the mountain again, this time to celebrate their huge victory over the Nazi-armies at Stalingrad. Again the team succeeded in reaching the summit and this time it’s got its name under which it is still known: Peak Pobeda, meaning “victory peak”.

Rising steeply from the 65 km long, inaccesible Inylchek glacier, the mountain by now has built a reputation of its own. Despite the fact that the first three teams made the summit without fatal accidents, it is a highly dangerous, exhausting and technical mountain to climb. No easy, or even moderate way goes up to it, also not from its Chinese side, where it is called Mount Tomur. The most often climbed route, coming from the Southwest involves many kilometers of a mixed and broken ridge which is al situated above 7000 meter. A frightening number of, mostly Russian, mountaineers lay down their lives on this ridge. And at the time that the total number of summit acsents had reached 250, (1990), it was said that almost 1 out of 3 had not come down alive again. This bad record made that not very many parties have visited the mountain during the last 10 year, and less experienced climber stay away with it, with the result that luckily the number of fatalities has dropped steepely.

Tırmanış programı 1 Şubat’ta başlayacak, bu tarihten bir kaç gün önce ekiple buluşmak için Alma Ata’ya gideceğim. Program yaklaşık 1.5 ay sürecek. Bunun en önemli sebebi, bütün Maydadyr’den Pobeda’nın Ana Kampına kadar olan uzun buzul geçişini yürüyerek yapacak olmamız.

Pobeda dağınoın kış tımanışı bugüne dek sadce bir kez yapıldı. 1990 yılında son derece sert kış koşulları altında, 25 kişilik çok güçlü bir Kazak – Rus (Hrishatiev – Balyberdin liderliğinde) ekibinden 5 dağcı zirveye ulaşmayı başardı.

Motosikletle Kutsal Dağa Yolculuk

7 – 8 yıldır Himalayaları, Nepal ve Tibet kültürünü yakından tanıyorum. Dünyanın bu coğrafyasına çeşitli vesilelerle defalarca gittim, bütün zorluklarına ve tehlikelerine rağmen her seferinde de büyük bir coşku, heyecan, tatmin ve mutluluk duydum. İçimde hep bir ukte olarak kalan, dünyanın en kutsal dağı kabul edilen Kailash dağına ziyareti, yıllardır hayal ediyordum. Sonunda bu yaz bu hayalimi, oldukça da kendine özgü bir şekilde gerçekleştirme fırsatı buldum.

Tibet’te motosikletle seyahat etmek, öncelikle izinler ve resmi prosedürler açısından son derece zorlu ve uzun bir önhazırlığı gerektiriyor. Nitekim biz de yaklaşık 1 yıl önceden planlama ve 6 ay önceden de izinler için başvuru çalışmalarını başlatmıştık. İkinci zorluk ise yükseklik ve yol koşullarından kaynaklanıyor. Son derece değişken, her boydan çukurlu, mıcırlı, iri taşlı, kumlu, kaygan, dar ve yüksek dağ geçitleriyle ve bir de köprü olmayan dere geçişleriyle dolu bozuk yollar, hele Batı Tibet’e doğru artık yol denebilecek bir şeyin bile kalmadığı, sadece arazi üzerinde Batı’ya doğru ilerlediğiniz sürücü ve motosiklet için gerçekten zor, yorucu, hatta tehlikeli etaplar içeriyor.

Demir abiyle (KARDAŞ) birlikte, Delhi’ye kadar uçakla giderek, buradan başladığımız seyahatin ilk zorluğu Hindistan’ın dayanılmaz sıcağı oldu. Bu sıcakta 1.5 gün gümrükte perişan olma pahasına sonunda motosikletlerimizi alıp Katmandu’ya doğru yola çıkabildik. Ekibin diğer üyeleriyle burada buluşacağız. Yolculuk genel olarak tehlikeli denebilecek bir trafik sistemi içinde ancak olaysız geçti. Katmandu’da bir kaç günlük dinlenme ve son hazırlıkların ardından Nepal ve Tibet’i birbirine bağlayan dostluk köprüsünden geçerek Tibet’e girdik. Sınırda bizi Tibet’teki yolculuğumuz boyunca birlikte olacağımız rehberimiz ve iki jeep karşıladı, ertesi gün de Batı Tibet’te kullanacağımız yakıt, yiyecek ve kamp malzemelerini taşıyan kamyonla buluştuk.

Buradan sonra artık hep 4200 – 4300 metrenin üzerindeyiz ve bu durum, bünyeler adapte oluncaya kadar ekip üyelerini bir kaç gün hırpalıyor. Yol koşullarının zorluğundan dolayı, günde 8 ile 12 saat arası motosiklet kullanmamıza rağmen, 200 ile 250 kilometre arasında ancak yol katedebiliyoruz. Tibet’in uçsuz bucaksız platosunda, dağ geçitlerinin arasında, kum fırtınaları ve kar dahil her türlü hava ve yol koşulları zorluğuyla 6 gün boyunca boğuştuktan sonra, kutsal Kailash dağına ulaşıyoruz.

Himalayalar’ın bir uzantısı olan Kailash dağı ve çevresi, çok önemli bir dini merkez konumunda. Kailash dağı ve çevresini kutsal yapan çok önemli özellikler var. İlki, Asya’nın en önemli nehirlerinden dördünün kaynağının Kailash’ın yakınlarında bulunması, İndus, Brahmaputra, Sutlej ve Karnali nehirleri aynı bölgeden doğuyor; Kailash dağı bir bereket kaynağı. İkincisi, Hinduizm inancına göre, Kailash’ın Tanrı Shiva ve eşinin evi sayılmasından ötürü kutsal bir bölge olması. 6714 metre yüksekliğindeki Kailash dağı her zaman karla kaplı. Bu yüzden Tibet dilinde, ona, “Kar Mücevheri” deniyor. Budist inancına göre ise, Kailash, dünyanın eksenini oluşturan dağ. Yılda bir kez ruhlarını arındırmak için Tibetliler, Hindular, Jainler ve Bön dini izleyicileri Kailash’a geliyor ve dağı tavaf ederek ibadetlerini yerine getiriyorlar.

Bu yılki dinsel seremoniyi diğer yıllardan ayıran en önemli özellik, Tibet takvimine gore bu yılın At Yılı olması. Bu zorlu hac yolculuğunu bu yıl gerçekleştirmek, inanışa gore diğer yıllardan 13 kat daha değerli.

Kailash’ın hemen yanındaki bir diğer önemli yer ise Manasarovar Gölü. Kailash’ın güneyindeki Manasarovar gölü, dünyanın en temiz tatlı su kaynaklarından biri. Hindularca, Tanrı Brahman’ın zihinsel olarak yaradılışının gerçekleştiği yer olduğuna inanılıyor. Bu yüzden kıyılarında pek çok manastır yer alıyor.

Kailash dağının etrafında, binlerce hacıyla birlikte bu eşsiz yürüyüşü tamamladıktan sonra, yolculuğumuzun ikinci hedefi olan Everest dağının Ana Kampına doğru uzun ve zorlu yolculuğa başlıyoruz. Tibet’in son derece sert yol ve hava koşullarıyla bir kez daha yüzleşerek, yine günler süren bir yolculuğun ardından, önce dünyanın en yüksek manastırı olan Rongbuk manastırına, ardından da, 7 yıl önce Everest dağının ilk Türk tırmanışını gerçekleştirirken, 2 ay boyunca kullandığım Ana Kampa varıyoruz. Tırmanış sezonu artık bittiği için, sadece 2 ekip kalmış dağda. Her iki ekibin de liderleriyle yıllar önce birlikte tırmanmıştım. Dağcı olarak tanıdıkları eski bir dostlarını 300 kiloluk bir motosikletle, burada tekrar görmek, onları çok şaşırtıyor. Zamanımız elverdiği ölçüde sohbet ediyoruz ve bundna sonrası için birbirimize bol şans dileyerek kamptan ayrılıyoruz.

Katmandu’ya olan son etabı da hızlı bir şekilde geride bırakarak, anılarımızda eşsiz bir yolculuğun lezzeti ile artık dönüş yoluna geçiyoruz. Bu çok özel ve kolay kolay bir daha yapılamayacak yolculuğa, BORUSAN ve SERANİT firmaları co-sponsor olarak, MOTOTAŞ firması ise yedek parça konusunda destek vererek katılmıştır.

Gereksiz Bir Tartışma ama Gerekli Bir Açıklama

Outside dergisinin web sayfasında kendi savunmamı yayınlattığım gün, içim rahat etti ve sorun benim için kapandı. Ancak bu saçma problemde beni en çok rahatsız eden şey, Greg Child’ın uyduruk yazısı değil de, kendi ülkemdeki bir derginin, hatta bir dönem arkadaşım olan insanların, bu yazıyı bana hiç sormadan, hiç bir açıklama şansı vermeden, tamamen doğru kabul edip, üzerinde yorumlar yapmaları ve yayımlamaları oldu.

Biraz sonra aşağıda okuyacağınız konu hakkında hiç bir şey duymamış olabilirsiniz ve hiç bir fikriniz olmayabilir. Ancak bir dönem benim hayatımı oldukça kötü yönde etkileyen ve huzurumu kaçıran bu konu tam olarak Everest tırmanışımla alakalı, dolayısıyla bu konunun paylaşılması için en uygun ortamın burası olduğunu düşünüyorum. Bu yazıları “Everest’te İlk Türk” adlı kitabımın bu yeni edisyonuna koyma sebebim de, bazılarının kafasını haklı olarak epey karıştıran bir problemi açıklığa kavuşturmak isteğim oldu.

1995 yılı Mayıs ayında Everest’in zirvesine ulaşan ilk Türk ve ilk müslüman dağcı oldum. Bu tarihten tam iki yıl sonra, 1997 yılı Mayıs ayında, Amerika’da yayınlanan Outside adlı bir dergide, Greg Child adındaki Avustralya asıllı bir dağcının, 1996 yılındaki Everest trajedisini yorumlayan bir yazısı çıktı. Everest dağına benimle aynı sezonda, benden 7-8 gün sonra tırmanan Greg Child’ın, benim tırmanışımla ilgili yorumları ise dağcılık camiasında bir şok etkisi yarattı. Tırmanışın üzerinden iki yıl geçmişti ve Greg Child, benim tırmanışımla ilgili detayları tamamen değiştirerek, beni küçük düşüren ve kendisini bir kahraman haline getirecek ifadelerle süsleyerek söz konusu dergide yayımlatmıştı. Aynı zamanda bu yazı, İnternet’te Outside dergisinin web sayfasında da bulunuyordu.

Yazıdan, 1997 yılının Kasım ayında, motosikletimle Katmandu’dan dönerken Ankara’ya vardığım gün haberim oldu. Aslında dostlarım, İstanbul’da bir derginin Ağustos sayısında Türkçe’ye çevirip yayınladığı bu yazıdan uzun zamandır haberdarmış ama yazı o kadar kötü ki, dönüş yolculuğum sırasında huzurumu kaçırmamak için bana söylememişler. Herkesin bildiğinden, benim Türkiye’ye dönünce haberim oldu. Yazıyı okuyunca, tabii ki inanılmaz rahatsız oldum. Greg Child, hiç olmayan şeyleri olmuş gibi yazarak beni çok zor duruma sokmuştu. Tırmanışın bütün hikayesini detaylı olarak anlattığım, “Everest’te İlk Türk” adlı kitabımda yazdıklarımla alakası olmayan olaylar ve suçlamalarla karşılaştım. Yazıyı tekrar tekrar okudum ve bu konuyu Everest’e birlikte tırmandığım arkadaşlarımla paylaştım. Hiçbiri Greg Child’ın bunu neden yaptığını anlayamadı. Ancak hepsi bana yardımcı olmak ve hiç hak etmediğim bu suçlamalardan kendimi kurtarmam için ellerinden geleni yaptı ve hepsi aynı konu ile ilgili kendi düşüncelerini yazdılar.

Buradan sonrası ise çok daha zor oldu, Amerika’dan ve Türkiye’den 8-9 tane avukatla bu durumu konuştum. Outside dergisinin editörlerine derdimi defalarca anlattım. En sonunda, avukat dostum sevgili Emre Derman’ın son derece sağlıklı ve profesyonelce yaklaşımı ile, Outside dergisinin editörleri, hiç istemeseler de, geri adım atmak zorunda kaldılar. Greg Child gibi Amerika’da çok tanınmış ve dağcılık camiasında önemli bir yeri olan bir karaktere karşı, kendi web sayfalarında Greg Child’ın yazısının bulunduğu sayfada, benim yazımı yayınladılar. Bu sonuca ulaşmak için bir buçuk yıldan fazla uğraştım. Her biri dünyanın değişik bir ülkesinde yaşayan dağcı dostlarıma teker teker ulaşıp, onlara bu konu hakkında bilgi vermenin ve onlardan kendi görüşlerini almanın, ne kadar stresli ve uzun zaman alan bir uğraş olduğunu sanırım anlatabiliyorum. Bu konuda bana yardımcı olan tüm dostlarıma, bu vesileyle tekrar teşekkür etmek istiyorum. Aşağıdaki her iki yazı da, bugün İnternet ortamında, Outside dergisinin web sayfasında bulunuyor. İngilizce orijinalini görmek isterseniz burada bulabilirsiniz.

Outside dergisinin web sayfasında kendi savunmamı yayınlattığım gün, içim rahat etti ve sorun benim için kapandı. Ancak bu saçma problemde beni en çok rahatsız eden şey, Greg Child’ın uyduruk yazısı değil de, kendi ülkemdeki bir derginin, hatta bir dönem arkadaşım olan insanların, bu yazıyı bana hiç sormadan, hiç bir açıklama şansı vermeden, tamamen doğru kabul edip, üzerinde yorumlar yapmaları ve yayımlamaları oldu.

Bu gereksiz tartışmanın ne olduğunu hala merak ediyorsanız buyrun aşağıdaki yazıları okuyun.

Everest Bir Yıl Sonra: Beyhude Dersler. Geçmişin Tekrarlanması Kaçınılmaz mıdır?

1995 baharında, Everest Dağı’nın Kuzey Yamacında, her dağcının rüyasını süsleyen, olağanüstü açık bir gündü. Dağcılığın yaygın olarak kutlanılan başarısına yaklaşırken zirveyi artık görebiliyordum. Söylemeye gerek yok ki bu, uzun süredir düşlediğim bir andı, ne var ki zirve girişimimin saçma bir tiyatro oyununa dönüşebileceğini hiç düşünmemiştim. Elbette, Everest’te birçok pervasızlığa tanık oldum, ama hiçbiri bu kadar bariz değildi: Zirveye tam 100 fit mesafede rehberli bir ekiple karşılaştım, ekipte bir Amerikalı müşteri vardı. Yanımda zar zor yürürken kendi ayağına takıldı ve Kuzey Yamacın 10 bin fit uzunluğundaki kayalığından aşağı kaymaya başladı.

Bilinçli olmadığına emindim, ancak ardından dikkatle baktığımda canlı olduğunu gördüm, birkaç fit aşağıdaki eğimli bir kaya çıkıntısında sırt üstü yatıyordu. Rüzgârlığının bir parça kumaşıyla sivri bir kayaya takılmıştı. Acı içinde inliyordu, yüzündeki oksijen maskesi düşmüştü ve rüzgârlığının kayaya asılı kalan parçası kopmak üzereydi. 29 bin fitte sıkışmıştı; yalnızca basit, terbiyesiz insanlar bu sorunla tuzağa düşürülmüş olduğumu söyledi.

Neyse ki şans yardım etti. Yakınımda kullanılmış bir ip buldum ve bir Şerpa onu güvenlikli bir yere çekmeme yardım etti. Bir süre sonra zirveye çıktı -garip bir şekilde, yanında getirdiği bir kementi fırıl fırıl döndürerek bu olayı kutladı- ama dengesini hâlâ tam olarak bulmamıştı ve onu oradan aşağıya indirmek gün boyu sürdü. Nihayet bir Şerpa bağırarak hızlanmasını sağladı: “Eğer ilerlemezsen, hepimiz öleceğiz.”

8 bin metrelik zirveye tırmanmaya kalkışmak için gereken asgari dağcılık deneyiminin, öz-bilincinin ve tahammül gücünün zerresi Amerikalı’da yoktu. Ayaklarını acemi çaylaklar gibi kullanıyordu ve düşüşünü engellemek için, ki bu temel bir hayatta kalma taktiğidir, buz çekicini kullanmaya teşebbüs bile etmedi. Dağa atılan iplerin sonuncusundan da kaydığında patlamayı bekleyen saatli bomba gibiydi. Ben bir yandan ona sempati duymaya başlarken bir yandan da onu, orada olmasıyla bir deli olarak görüyordum. 1995 yılındaki bu yolculuktan sonra Amerika’ya geri döndüğümde kötü bir şeyler olacağını hissediyordum. Gördüğüm şeyler -dağa sürü halinde hücum eden ve neredeyse kendilerini öldürecek olan acemiler- beni derinden sarsmıştı. Tibet tarafından denenen 11 tırmanma seferine katılan yaklaşık 180 dağcının aşağı yukarı yarısı, 101 tırmanışını başaramayacak olan ve rehberlik edilerek tırmanan ticari ekip müşterileriydi. Bu insanların çoğu düşük irtifada bile dayanıklıklarının sınırına gelmişlerdi. Her iki yanda başdöndürücü uçurum acımasızca uzanırken beceriksizce tökezliyorlardı (içlerinden birinin daha önce hiç krampon giymemiş olduğu apaçık belliydi). Bütün araç gereci yukarı taşıyan ve onlar adına tüm kararları alan rehberlere ve Şerpalara koyun gibi itaat ediyorlardı. Bununla beraber, rehberler de sık sık yüksek irtifa nedeniyle rahatsızlık duyuyorlardı; nihayetinde onlar da birer insandı. Geleneksel olarak, ticari olmayan ekiplerin çoğu, birkaç deneyimli usta dışında, Himalayalar’a ilk kez tırmananlardan oluşurdu. Everest’in, her nasılsa, dağcılığa giriş dersleri verilen dünyanın en yüksek sınıfı halini almış olduğunu öğrendim.

Ardından, 1996’daki olay meydana geldi ve bu bozgun, dağcılık konusunda genel medyayı heyecanlandıran tek şey oldu. Fırtınadan hemen önce Güney Yamaçta art arda sıralanmış 22 dağcıyı gösteren Life dergisinin şimdi ünlü olan kapak fotoğrafı, dağcılık tarihinin en rahatsız edici görüntüsüdür. Genel kamuoyunun bunu dağcılığın normu olarak kabul etmesinden hâlâ korkarım. Ben bu fotoğrafta, Everest’in zirvesine tırmanmanın şanını değil, fırtınadan kaçmaları gerekirken ölümcül bir trafik sıkışıklığı yaratmaya hazır bir grup insan görüyorum. Henüz trajik bir biçim almış olmasa da, ne yazık ki, ilkbahar mevsimi bu dağı etkilerken de Everest’teki sahne aynı olacaktır. Ticari operatörler, rehberli Everest çıkışları hakkındaki soruşturmaların, tamamıyla reklamların etkisi nedeniyle yaklaşık %20 arttığını ve bunların büyük bir bölümünün ise niteliksiz çıkışlarla ilgili olduğunu belirtiyorlar. “Taleplerde kesin bir artış saptadık,” diye belirtiyor Mountain Madness’in program koordinatörü Manomi Fernando, “ancak bunların çoğu akla yatkın değildi.” Nepal ve Tibet’teki son gelişmeler bu baharda daha az sayıda dağcı olacağını bildirmektedir -1996’daki 30 ekip 24’e düştü- ancak aşırı kalabalık sorunu yine de devam edecek: Nepal’deki tüm ekipler aynı yol üzerinde, Güney Geçidi’nde olacak; Tibet’te, ikisi hariç hepsi Kuzey Yamaç’tan tırmanacak.

Nepal’deki ticari olmayan yarışmacılar arasında Japon, Kanadalı, İsveçli, Amerikalı, Bolivyalı ve Malezyalı ekipler olacak; dahası, geçen yılki efsaneden hayatta kalan Anatoli Boukreev’in rehberliğinde, Endonezya’dan bir grup da çıkış yapacak. Endonezyalı ve Malezyalılar geniş ulusal ekipler ve 1996 yılında Everest’te çok fazla soruna yol açan Tayvanlılar gibi bu ekipler de yüksek irtifa tırmanışında deneyimli değiller. Malezyalılar geçen yıl en azından 23,442-fit Pumori’de alıştırma yaptılar, ancak Endonezyalılar, herkesin bildiği gibi, hiçbir ekip denemesine girişmediler.

Nepal tarafında da beş ticari grup olacak: Üçü İngiliz şirketlerin, biri Yeni Zelandalılar’ın, biri bir Amerikan şirketinin kılavuzluğundadır. Rehber Ed Viesturs’ın yardımıyla, Guy Cotter’in (şu anda merhum Rob Hall’in son şirketi Adventure Consultants’ı yönetmektedir) yönetimindeki Kiwi tırmanışının dört müşterisi var. Washington’daki Alpine Ascents International’dan Todd Burleson başkanlığındaki Amerikalı grubun yalnızca bir müşterisi var: Charles Corfield adında, otuzlu yaşlarındaki Californialı bir iş adamı. Burleson’un izniyle çalışan Eric Simonson da tek bir müşteriye rehberlik edecek: 68 yaşındaki Leslie Buckland. Ve geçen yıl olduğu gibi, bugüne kadar üç kez Everest zirvesi yapmış olan David Breashears, yüksek irtifa fizyolojisi hakkında bir belgesel yapmak üzere, Viesturs’la bağlantı halinde hazır bulunacak.

Her şey hesaba katıldığında, 170 kişinin Güney Geçidi yolunu tıkayacağı en iyi ihtimalle tahmin edilebilir.

Söylemeye gerek yok ki Tibet tarafı da, daha ucuz izin oranları nedeniyle hareketli olacak. Kazakistan, Japonya, Belçika, Pakistan, Slovenya ve Hırvatistan’dan ticari olmayan ekipler de diğerlerinin yanısıra, izinlerini onayladılar. Ayrıca, Yeni Zelandalı Russell Brice’in rehberliğinde ticari bir ekip de iznini onayladı. Kuzey Yamacı’ndaki dağcılar yaklaşık 150 kişi olacak.

1997 tırmanışında müşterilere önderlik eden tüm rehberler, geçen yılın trajedisi yüzünden temkinli olduklarını söylüyorlar. Bazıları bu yıl yaygın olarak kullanılacak bir güvenlik önlemini ümit verici bulduklarını belirtiyorlar: Geçen yıl film çekim ekibinin IMAX’larında yaklaşan fırtınaların haberlerini Breashears ve Viesturs’a birkaç gün önceden sağlayan, oldukça güvenilir İngiliz hava tahmin servisine bağlı faks hatları. Viesturs, “Havanın ve rüzgârın durumuna dair oldukça hassas raporlar verir, ki bu çok önemlidir,” diye belirtiyor. Birçok rehber de kritik geri dönüş zamanlarını zorla kabul ettirmenin ve müşteriler yalpalıyorlarsa zirve yapma tekliflerini reddetmenin daha kolay olacağını söylüyorlar; söylemek istediklerini anlatabilmeleri için geçen yılki ölümleri hatırlatmaları yeter.

Fakat bunun için rehberlerin sözlerinin biraz ötesine geçmemiz gerekir. Bir dağa rehber eşliğinde tırmanmak için para ödeyenlerden şikayetçi olmasam da, dahası, bu hizmet için para alan rehberlerle hiçbir sorunum olmasa da, 8 bin metrenin üstündeki dağlarda güvenli bir biçimde rehberlik edilebileceği şeklindeki, dağcılık gereçleri satanların savunduğu ve çok sayıda masumun kandığı büyük yanılsamaya karşı çıkmak zorundayım. Eski atasözünün deyişiyle, paranı öde, şansını dene!

Geçen yılın ardından birçok ekip lideri bu konu hakkında daha dürüstçe konuşuyor. Bunlardan biri olan Cotter, müşterilerinin “işini kolaylaştıracağını, onlara bakıcılık yapmayacağını” söylüyor. Geçen altı yılda üç Everest tırmanışına rehberlik etmiş olan Viesturs, ekip liderlerinin geçen yıl “kuralları çiğnediklerini”, müşterilerinin zirvede çekim yapmalarını istediklerinden dönüş zamanını uygulatmayı ihmal ettiklerini söylüyor. Viesturs bunu, o ve Cotter’ın, “yanımızdaki insanlara çok katı davranacaklar”ı şeklinde açıklıyor. Görünüşte, anlamsız olmayan bu yaklaşım sağduyulu bir tavır havası vermektedir, fakat baş başa konuşulduğunda birçok rehber bunun temelinde ne yattığını seve seve söyler. Yıllardır Everest rehberliği yapan biriyle yaptığım bir konuşmayı hatırlıyorum, bana kendisini kiralamak isteyen bir gruptan söz etmişti. “Herhangi bir deneyimleri var mı?” diye sordum. “Hayır,” cevabını verdi, “ama bu beni rahatsız etmiyor. Paramı öderlerse onları çıkabildikleri yere kadar çıkarırım. İş bu, dağcılık değil.” Ben bu tavrı çok alaycı buluyorum, yine de bir diğer rehberin söylediği kadar berbat değil: “Bu aptallarla dağdayken, onların beni öldürmeye çalıştıklarını düşünüyorum.”

Rahatsız edici ama yine de inkâr edilmesi zor bir duygu. 1995 yılında etrafımdakilerin çoğu Himalayalar’ın daha alçak zirvelerine yapılan alıştırma tırmanışlarını atlamayı uygun buldular ve direkt en büyüğüne yöneldiler. İnanılmaz şanslı, kement kullanan Amerikalı bir yana, yaşça daha büyük Fransız bir ekip arkadaşı vardı ki, onun dağa tırmanması için arkadan itilmesi ve yukarıdan çekilmesi gerekiyordu. Bir Şerpa zirvenin son bölümünde ona yetişmeye çalıştığında, Fransız, eskortunu, eldivenli elinin tersiyle göğsüne vurarak sert bir biçimde durdurdu; bu an için çuvalla para vermişti, zirveye ilk kendisi çıkmak istiyordu. Everest tırmanışına katılan ilk Türk ve Romen dağcıların da başı dertteydi, sonunda kurtarılmak zorunda kaldılar, ama yine de ülkelerinde törenlerle karşılandılar. Ne bana, ne de kendilerine aşağıya inmelerinde yardım eden diğerlerine bir teşekkür etmediler, bugün bile hâlâ zor duruma düşmüş olduklarına inanmıyorlar.

Türk olanı, Ali Nasuh Mahruki, çok yetenekli bir Rus rehberin eşliğindeydi; Romen Constantin Lacatusu ise diğer bir ticari gruptandı. Dağcılık deneyimleri vasattı, başka dağlara rehber eşliğinde tırmanmışlardı ama tırmandıkları dağların hiçbiri Everest gibi değildi. İkisi de oksijensiz tırmanmayı umuyorlardı ama yine de yanlarında oksijen tüpü taşıdılar. Yüksek irtifanın az oksijenli ortamıyla boğuştuklarından ve ağır malzeme yüklenmiş olduklarından tüp kullanmak zorunda kaldılar. Çoğu aklı başında grup sabah 10:00 civarında zirveye varırken, Mahruki zirveye öğleden sonra vardı. Lacatusu akşam karanlığında zirve yaptı.

O gece çok rüzgârlıydı. Rehber, sorumluluğunda olan kişilerin bitkin düştüklerini ve geceyi çıkartamayacaklarını söyleyen telsiz duyurusunu yaptığında alarm zili çalıyordu. Sabahleyin iki oksijen tüpüyle birlikte onlara doğru tırmandım. Lacatusu’ya eriştiğimde, oksijensiz tırmanış yapabileceği ve yoksa başarısını mahvedeceği sanısıyla oksijeni reddetti. Daha sonra Mahruki ortaya çıktığında, bir çığ yatağı eğiminde sendeleyerek yürüyordu, bir uçuruma doğru sürükleniyordu. Bir ipe bağlanmasını söyledimse de reddetti ve ihtiyacı olmadığına dair birşeyler mırıldandı.

Himalaya deneyimi olan kişiler, 8000 metrenin üzerinde bilinç açıklığın neredeyse imkânsız olduğunu bildiklerinden bu ikisinin ümitsiz durumlarına bakarak neredeyse ölmek üzere olduklarını kavrayamamaları anlaşılır oluyor. Gerçekten de Everest’teki acemiler, tırmanışlarının gerçek ve küçük düşürücü olaylarını asla hatırlıyor gözükmezler ya da en azından bunu kabul etmemeyi tercih ederler. Ancak bu çifti kurtarırken tuhaf bir şekilde gördüğüm bazı şeyler Everest’teki problemleri sezdirerek beni endişelendirdi: Hazırlıklara karşı nedensiz bir lakaytlık, bâriz bir ben-öncecilik, dağcılık sporu ve dağ karşısında su katılmamış bir saygısızlık. Dönüş yolunda, Romen’in kullandığı buz çekicinin benimki olduğunu fark ettim; birkaç gün önce çadırımın dışından çalınmıştı.

Outside muhabiri Greg Child, yüksek irtifa tırmanışı hakkında iki kitabın yazarıdır. Kimi zaman rehber eşliğinde kimi zaman yalnız, 13 Himalaya tırmanışı, zirve K2, Everest, Gasherbrum IV ve Trango Tower tırmanışı yapmıştır.

Copyright 1997, Outside Dergisi. Outside Dergisi, Mayıs 1997

Nasuh Mahruki, Greg Child’ın iddialarını Everest’e birlikte tırmandıkları diğer dağcıların anlatımlarıyla desteklenen kişisel açıklamalarıyla çürütüyor

Outside adlı derginin Mayıs 1997 sayısında yayımlanan bir makalesinde Greg Child, 1995 yazında gerçekleştirdiğim Everest tırmanışına yönelik çeşitli ithamlarda bulunmaktadır. Greg’in açıklamaları olayların çarpıtılmasına dayanıyor, bu nedenle bu tırmanışta bulunan diğer dağcılardan tanıklık ve kanıt toplamak, Outside dergisini, hikâyenin doğrusunu kanıtlarıyla aktarmaya ve İnternet’te yayımlamaya ikna etmek için çok zaman harcadım.

Kişisel düzeyde bu yanıt, benim, adıma sürülen lekeyi temizleme savaşımın yalnızca bir parçasıdır. Daha genel bir düzeyde ise bunun, çok iyi bir dağcı olan Greg’i, başkalarının aleyhine yalan söylemektense tırmanmaya teşvik eden bir uyarı olmasını isterim.

Aşağıda, Greg’in yazısında iddia ettiklerini ve gerçekte olanları bulacaksınız:

1- Everest tırmanışına katılan ilk Türk ve Romen dağcıların başı dertteydi, sonunda kurtarılmak zorunda kaldılar, ama yine de ülkelerinde törenlerle karşılandılar.

Olayın doğrusu ise şöyledir: Romen dağcı, Constantin Lacatusu zirveden dönüş yolunda, 8300 metrede, Kamp 3’ün yaklaşık yüz metre yukarısında oksijeni bittiğinden zor durumdaydı. Kramponlarından biri kırılmış ve buz çekicini kaybetmişti.

17 Mayıs 1995 gününün akşamında ben ve Rus rehberim George Kotov Kamp 3’teydik. Zirveye çıkmış olmanın heyecanını yaşıyor ve bir sonraki günü dinlenerek geçirmeyi planlıyorduk. ABC’yle (advanced base camp/merkez kamp) konuşurken Constantin’in hâlâ kampa varmadığını fark ettik, ciddi bir sorun olabilirdi. Bununla birlikte, Constantin 20:30’da karanlık bastıktan sonra kampa vardı ve bizim çadıra geldi. Oldukça bitkin bir haldeydi, çok fazla su kaybetmişti ve donmak üzereydi [hypothermia]. Görece olarak yavaş bir çıkış ve iniş yapmıştı ve Kamp 3’e geç de olsa ulaşmayı başarmıştı. George ve ben onu görür görmez donmak üzere olduğunu fark ettik ve onu hemen çadırımıza sokup ıslak ve soğuk giysilerini değiştirdik, ben yedek çoraplarımı ona verdim. El ve ayak parmaklarını kontrol ettik, problem yoktu. Ben Constantin için sıcak bir içecek hazırlarken, George onun için başka bir uyku tulumu almaya başka bir çadıra gitti. Constantin’i sıcak bir uyku tulumuna sokup oksijen verdik. Sonunda oldukça yorgun olmakla birlikte normale dönmüştü. ABC’deki ekip liderimiz Jon Tinker’la konuşup olan biteni ona anlattıktan sonra hepimiz uyuduk.

“Sonunda kurtarılmak zorunda kaldılar” cümlesi tamamıyla bir çarpıtmadır. Benim hiçbir sorunum yoktu, hiç kimseden herhangi bir yardım almaya gereksinimim yoktu, yardım da almadım.

2- Ne bana, ne de kendilerine aşağıya inmelerinde yardım eden diğerlerine bir teşekkür ettiler, bugün bile hâlâ zor bir duruma düşmüş olduklarına inanmıyorlar.

Greg’e veya başka birine teşekkür etmek için herhangi bir sebep yoktu. Everest Dağı’na Rus rehberim George ile birlikte tamamen kendi gücümle tırmandım ve yine tamamen kendi gücümle aşağıya indim. Gerek tırmanışım gerekse inişim sırasında George da dahil olmak üzere, hiç kimsenin herhangi bir yardımına ihtiyacım olmadı. Bununla birlikte, Greg’in yazısında benimle ilgili olarak doğru olan tek bir nokta vardır ki, bu da kendisine teşekkür etmediğimdir.

3- Dağcılık deneyimleri vasattı, başka dağlara rehber eşliğinde tırmanmışlardı, ama tırmandıkları dağların hiçbiri Everest gibi değildi.

Bırakalım da gerçekler kendileri için konuşsunlar: 1994’te, Sovyet Asya’daki 7000 metrelik beş zirve yaptıktan sonra, Rus Dağcılık Federasyonu’ndan herkesin gıpta ettiği Kar Leoparı ünvanını aldım. Sovyet Asya’da tırmandığım dağlar şunlardır: Lenin (7134 m), Korjenevskoy (7105 m), Komünizm (7495 m), Khan Tengri (7010 m) ve Pobeda (7439 m). O dönemde tüm dünyada bu beş zirveye tırmanmış toplam 214 dağcıdan ve üç Batılı dağcıdan daha az dağcı vardı. Lenin zirvesinde dört kişilik Türk Milli Takımı’nın ekip lideriydim ve bizden iki kişi zirveye rehbersiz ulaştık. Everest tırmanışından önce, 7000 metre sınırı üzerine altı kez çıkmıştım ve üç yıldır buna hazırlanıyordum. Oldukça tehlikeli ve zor olan Pobedo’nun dünyadaki 8. solo tırmanışını gerçekleştirdim. Elbrus Dağı’na (5621 m – Kafkasya) ve Demavend Dağı’na (5671 m – İran) kış tırmanışları yaptım. Türkiye’deki dağcılık deneyimlerim ise burada özetlenemeyecek kadar ayrıntılıdır. Bu nedenle Everest’e geldiğimde gözle görülür bir deneyime ve idmana sahiptim. Greg’in, benim “vasat” bir dağcılık deneyimine sahip olduğuma ve diğer dağlara rehber eşliğinde tırmandığıma nasıl karar verdiği benim için bir muammadır çünkü kendisiyle bu konuda konuştuğumu hiç hatırlamıyorum. Daha önceki deneyimlerimi bildiğinden kuşkuluyum, yoksa sözlerine daha fazla dikkat ederdi.

4- İkisi de oksijensiz bir tırmanış yapmayı umuyorlardı ama yine de yanlarında oksijen taşıdılar. Normal olarak Everest’teki birçok dağcı oksijeni Kamp 3’te uyurken kullanmaya başlar, daha sonra oksijenle tırmanışa geçer, dönüşte kullanır ve Kamp 3’te gene uyurken kullanır. Ben böyle yapmamayı umuyordum ama 8600 metrenin üstünde oksijen kullanmak zorunda kaldım, çünkü donmak üzereydim. Ancak Kamp 3’te uyurken hiç oksijen kullanmadım. Tüm tırmanış boyunca, 8600 metre ile zirve arasındaki iniş-çıkışta yalnızca bir tüp oksijen kullandım. Rehberler bile bundan daha fazlasını kullandılar. Benim grubumda tüm tırmanış boyunca en az miktarda oksijen kullanan bendim. İki Şerpayla birlikte ve gereğinden fazla miktarda oksijen kaynağıyla Everest’e tırmanan Greg’in benim tırmanışımı bu şekilde kötülemeye çalışması komiktir. Tırmanışı boyunca oksijen kullandığı için Greg’i eleştirmeyi aklıma bile getirmedim. Aslında dağda olan bitenlere dair hafızasının durumunu düşününce, daha fazla oksijen kullanmış olmasını dilerdim.

5- Çoğu aklı başında grup sabah 10:00 civarında zirveye varırken, Mahruki zirveye öğleden sonra vardı. Zirveye sabah 10:20- 10:30 arası bir zamanda ulaştım. Aşağı inerlerken zirveye giden son sarp kısmın altında George Kotov ve İngiliz dağcı Graham Ratcliffe’le karşılaştım. Zirvenin birkaç metre altında en iyi dağcılardan Rus dağcı Anatoli Boukreev’le karşılaştım, Boukreev orada, partneri Nikoli Sitnikov için bir saatten fazla bir süre bekledi. Zirvede 20-25 dakika kadar kaldım. ABC’yle konuştum ve zirvede yaptığım herşeyi videoya çektim.

Ben aşağı inerken Nikoli zirveye ulaştı. Onun zirveye ulaşırken fotoğrafını çektim ki bu onun benden sonra zirveye vardığını kanıtlar. İniş yolunda, zirveye doğru giden Constantin’in yanından geçtim. Sabah 10:20-10:30 arası zirve yapmama rağmen Greg öğleden sonra zirve yaptığımı iddia ediyor. Graham Ratcliffe beni sabah 9:30’da karla kaplı son kısımda kesinlikle gördüğünü söylüyor ve burası zirveye en fazla bir saatlik bir tırmanış mesafesindedir. Himalayalar hakkında en iyi istatistiklere sahip Bayan Elizabeth Hawley, Katmandu’ya varışımızdan sonra ekip liderimizle yaptığı konuşmaya dayanarak benim zirveye varış saatimi sabah 10:30 olarak kaydettiğini söylüyor.

Greg’in zirveye varış saatimi yanlış aktarması benim için anlaşılır bir şey değildir, bu iddiayı rahatlıkla çürütebileceğimi bilmesi gerekirdi. Sanırım bu, yalnızca hikâyesinin ne denli temelsiz olduğunu gösteriyor.

6- Rehber, sorumluluğunda olan kişilerin bitkin düştüklerini ve geceyi çıkartamayacaklarını söyleyen telsiz duyurusunu yaptığında alarm zili çalıyordu.

Gerçeğin çarpıtılmasına bir örnek daha. Constantin başka bir ekiptendi, yani Greg’le aynı ekipteydi. Constantin’e eşlik etmesi gereken Şerpayla bizim Şerpamız, bir gece önce 8500 metrede ilginç bir şekilde açıkta gecelemiş olan Amerikalı bir dağcının aşağıya inmesine yardım etti. Bu nedenle Constantin dağda yalnızdı. Telsizle kendi ekip liderimiz Jon Tinker’la Constantin’in durumu hakkında konuşan George ve bendim. Greg’le konuşmadık bile. ABC’yle Constantin’in gerçekten bitkin bir halde olduğunu ve ertesi gün onu aşağıya indirmek için yardıma ihtiyaç duyabileceğimizi konuştuk. Böyle bir tırmanıştan sonra, böyle bir yükseklikte birinin aşağıya inmesine yardım etmek oldukça zordur. Kampta benim hiçbir sorunum yoktu. Kendimi oldukça iyi hissediyordum, hatta o gece oksijenle uyumaya bile ihtiyaç duymadım. O geceyi çıkartamayacak olmam gibi bir durum kesinlikle sözkonusu değildi.

7- Sabahleyin iki oksijen tüpüyle birlikte onlara doğru tırmandım.

18 Mayıs sabahı tahmin edildiği gibi Constantin kalkamamış ve uyku tulumundan çıkamamıştı. Ben telsizle ABC’deki doktorumuzla konuştum. Doktor bana hareket ettirmek için Constantin’e verebileceğimiz ilacın yukarıdaki çadırlarda olduğunu söyledi. Oldukça yorgun olmama rağmen yukarıdaki çadırlara tırmandım ve ilaçları aradım ama ilaçlar orada yoktu. Zaman hızla geçiyordu, bu nedenle olabildiğince çabuk aşağıya inmek zorundaydık. Jon’la konuştum, ilacı unutmamızı ve aşağı inmeye başlamamızı söyledi; Constantin için Greg’i ve Şerpa Chuldim’i gönderiyorlardı. Constantin’i güçlükle kaldırdık, giydirdik. George, Constantin’in kaybolan kramponunun yerine kendininkini verdi.

Greg Child, Constantin’i kurtarmak için herhangi bir kişisel karar vermedi. Jon Tinker ve Russel Brice’ın, iki ekip liderinin kararı üzerine yukarıya gönderildi. Buna ek olarak Greg yalnız başına tırmanmadı, Şerpa Chuldim’le birlikte geldi. Greg, Constantin ve Şerpa Chuldim aynı ekiptendiler, Chuldim onların ekibinin Şerpası ya da Serdarıydı. Eğer benim de bir sorunum olsa Kamp 3’e bana yardım etmeye benim Tırmanma Serdarı’m Babuchhiri veya onun Şerpalarından biri gelirdi, diğer Şerpalardan veya Russel Brice’ın ekibinden biri değil. Biz iki ayrı ekiptik ve her rehber veya Şerpa kendi ekip elemanlarından sorumluydu. Greg ayrıca iki tüp oksijenle tırmandığını söylüyor. Ben hiç oksijen tüpü görmedim, ama eğer taşıdılarsa da ancak bir tüp taşımış olabilirler, iki değil. Çünkü yukarıya yalnızca Constantin için çıktıklarını biliyorlardı. Yukarı çadırlarda benim aradığım ilacı ve bir miktar suyu taşıdıklarını biliyorum. Şahsen ben bir gece önce oksijenle uyumamıştım, bu nedenle benim aşağı inmek için oksijen talep edebileceğim düşüncesi saçmadır ve zaten Kamp 3’te yeterince oksijenimiz vardı.

8- Daha sonra Mahruki ortaya çıktığında, bir çığ yatağı eğiminde sendeleyerek yürüyordu, bir uçuruma doğru sürükleniyordu. Bir ipe bağlanmasını söyledimse de reddetti ve ihtiyacı olmadığına dair birşeyler mırıldandı.

Öncelikle, Everest’in kuzey sırtı rotasında ilkbahar mevsiminde 7000 metrenin üstünde herhangi bir çığ tehlikesi yoktur. 7600 metreden sonraki rota kayaların üzerinde ilerler, bu nedenle temel olarak son 60-70 metreye kadar kayalara veya sert kara tırmanırsınız.

“Daha sonra Mahruki ortaya çıktığında”, sözleri benim Constantin’in arkasında bir yerlerde olduğum anlamına geliyor. Buna rağmen ben Constantin’in arkasındaydım, onun da önünde George olmak üzere hepimiz birbirimize bağlı olarak birlikte iniyorduk. İplerimizi kullanarak Constantin’i güvenli bir şekilde indirmeye çalışıyorduk. Ben onu aşağıya indirmeye çalışırken, George aşağıdan hareketlerini kontrol etmeye çalışıyordu. Bu, yolumuzun en zor kısmıydı, çünkü iki veya üç kişinin yanyana yürümesi imkânsızdı. Burası, az çok bir tırmanma zeminiydi, ancak 7800 metreden sonra iki ya da üç kişinin yanyana yürümesi mümkün oldu. Bu yöntemle Constantin’i 300 metre aşağıya indirdik ve 7900 metrede Greg ve Chuldim’le karşılaştık. George ve ben kendimizi Constantin’in emniyetli inişini yönlendiren ipten çözdükten sonra bu işi onlar üzerlerine aldılar. Merhabalaşıp kısa bir süre konuştuk, termoslarından biraz su içtim ve daha sonra kendi başıma aşağı inmeye devam ettim. Greg’le aramızda benim iplere bağlanmama dair herhangi bir tartışma geçmedi.

9- Himalaya deneyimi olan kişiler, 8000 metrenin üzerinde bilinç açıklığının neredeyse imkânsız olduğunu bildiklerinden bu ikisinin ümitsiz durumlarına bakarak neredeyse ölmek üzere olduklarını kavrayamamaları anlaşılır oluyor.

Everest tırmanışım süresince durumumda ümitsiz bir taraf yoktu. Daha önce defalarca ölümle yüzyüze geldim ama Everest tırmanışımda değil. 8000 metrenin üzerindeki bilinç yitimine dair Greg’in söyledikleri doğrudur, ancak ilginç olan bu etkinin iki yıl sonra, oturup bu hikâyeyi yazdığı zaman bile onun için sürüyor olmasıdır.

10- Ancak bu çifti kurtarırken tuhaf bir şekilde gördüğüm bazı şeyler Everest’teki problemleri sezdirerek beni endişelendirdi: Hazırlıklara karşı nedensiz bir lakaytlık, bariz bir ben-öncecilik, spor ve dağ karşısında su katılmamış bir saygısızlık.

Everest tırmanışım boyunca kurtarılmadım ve kurtarılmama hiç gerek olmadı. Kurtarma operasyonu ikimiz için değil, yalnızca Constantin içindi. Anlaşılan o ki Greg’in egosu Constantin’i kurtardığı iddiasıyla tatmin olmuyor. Şerpa Chuldim’le tırmandığını atlaması bir yana, utanmazca beni de kurtardığını iddia ediyor. Gerçekte bu iddiasıyla, yazısında, bariz ben-önceciliğe iyi bir örnek teşkil ediyor.

 

Greg’in yazısından oldukça geç haberim oldu. Buna rağmen benim için yine de olaylar yeterince taze olduğu ve dağda birlikte olduğum birçok insan neler olup bittiğini tam olarak hatırladığı için şanslıydım. Olayları olduğu gibi anlatmaları ricama saygı gösteren herkese müteşekkirim. Bugün bana rahatsızlık veren soru, Greg gibi iyi bir dağcının bunu niye yaptığıdır. Sanıyorum ki dağcılık sporunun kendi gururu ve şerefi ona yeterli gelmedi, bir kahraman olmak istedi. Gerçekten ne Greg’le ne de onun kahramanlık arzusuyla bir derdim var. Yalnızca bunu benim üzerime basarak yapmasını istemiyorum, o kadar!

Nasuh Mahruki İlgili Yorumlar

“Senin birinin yardımına ihtiyaç duyduğundan bahsedildiğini hiç işitmedim. Jon Tinker bana o zaman sorunsuz bir tırmanış yaptığını ve aşağıya inmekte olduğunu söylemişti. Bütün söylenen buydu. Eğer bir yardıma ihtiyacın olmuş olsaydı haberim olurdu. Greg’in seninle ilgili kafasının nasıl karıştığını anlayamıyorum ama Constantin’in aşağıya inmesine yardım ettiğini biliyorum.”

Henry Todd; Bir Diğer Ekibin Lideri

“Mahruki’nin ekibinin lideri Jonathan Tinker’la konuştuğumda yazdığım 7 Haziran 1995 tarihli notlarım Mahruki’nin 17 Mayıs’ta Everest zirvesi’ne ulaştığını; ve yine Tinker’ın benim için yazdığı zirve yapanlar listesi de Mahruki’nin sabah 10:30’da zirveye ulaştığını gösteriyor.”

 

Elizabeth Hawley; Gazeteci ve Dağcılık Dergilerinin Danışmanı

“[Constantin] sonunda 8250 metredeki kampa gelmeyi başardı ve orada hem Nasuh hem George onunla ilgilenmeyi bıraktılar. Ertesi gün inişe geçtiklerinde Constantin’i aşağı indirmek için yardım geleceği ortaya çıktı. Nasuh’un, George’un ve Constantin’in zirve günü olan 17 Mayıs öncesi ve sonrasında dağdan aşağı inmek için yardıma ihtiyaç duyan tek kişi Constantin Lacatusu’dur, Nasuh Mahruki değil. Birkaç gün sonra Merkez Kamp’ta dağdan henüz inmiş olan Nasuh ve George’la karşılaştım. İyiydiler ama oldukça yorgun görünüyorlardı. Nasuh, Rus dağlarına tırmanarak bir kişinin alabileceği en yüksek onurlardan birini almış, bir Kar Leoparı olarak karşılaştığım en güçlü dağcılardan biridir. Nasuh’la en son 1998 ilkbaharında Himalayalar’da karşılaştım. 25 saatlik bir tırmanıştan sonra Lhotse Dağı’na başarıyla tırmanıyordu. Zirve günü Kamp 3’ten Kamp 4’ü atlayarak zirveye çıktı ve uyumak için tekrar Kamp 3’e indi. Nasuh hakkında, 18 Mayıs 1995 günü Everest’ten kurtarılmak zorunda kalınan kişinin o değil de Romen Constantin Lacatusu olduğunu söylemek dışında daha fazla bir şey söylemeye gerek yok.”

Tim Rippel; Constantin Lacatusu’nun Kanadalı Dağ Rehberi

“Nasuh ve George zirveye yanlarında Şerpa olmaksızın tırmandılar ve hiçbir sorun yaşamadan geri döndüler.

O günlerde Nasuh’un başının dertte olduğuna veya herhangi bir yardıma ihtiyaç duyduğuna dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Ben Serdar olduğumdan ekibimizden biriyle ilgili bir sorunu kesinlikle duyardım. Çünkü bir sorun olduğunda veya grubumuzdan birinin kurtarılması gerektiğinde bunu bizzat benim veya Şerpa Ghelu’nun veya grubumuzdan başka bir Şerpanın çıkıp yapması gerekir. … Nasuh için herhangi bir yardım istendiğini veya onunla ilgili bir sorun olduğunu kesinlikle hatırlamıyorum.”

Babu Chhiri Şerpa [sic]; OTT Ekibi’nin Tırmanma Serdarı

“1995 İlkbaharı’nda Everest’teyken, ne Greg’den, aslına bakarsanız ne de ekibimizin hiçbir üyesinden Greg’in yazısında o yıla dair sözünü ettiği yorum ve aktarımlardan hiçbirini duymadım.”

Pat Falvey; OTT Ekibi’nin İrlandalı Üyesi

“Bütün bir öğleden sonrası içinde Nasuh Mahruki’nin herhangi bir sıkıntıya düşmüş olduğuna dair birşey duyduğumu hatırlamıyorum. Greg Child’ın yazısını okuduğumda yorumlarına oldukça şaşırdım. Greg şüphesiz en iyi dağcılardan biri, ama bazen bakış açısı niye bu kadar katı oluyor anlayamıyorum. Bu durumda, Nasuh’un tırmanırken sendeleyerek yürüyüp yürümediğine dair fikri ne olursa olsun, bu, onun bakış açısıyla ilgili bir sorundur. Kişisel olarak katılmış yaklaşık yetmiş dağcının iki ekibe ayrılıp bir tür koalisyon oluşturarak (OTT/ Jon Tinker ve Russel Brice) gerçekleştirdiği Tibet ziyaretindeki iki ay boyunca Nasuh’un dağda bir sorun yaşadığına dair hiçbirşey duymadım. Ayrıca dönüşte Katmandu’da başka birkaç dağcı ve Greg’le yediğimiz öğle yemeği boyunca, Greg böyle birşeyden hiç bahsetmedi. Nasuh’un 8200 metredeki son kamptan 8600 metreye kadar oksijensiz tırmandığından da bahsetmek istiyorum. Daha sonra zirveye (o noktaya dek oksijensiz olarak kendi taşıdığı) oksijen tüpüyle yürüdü. Kendi deneyimlerimden bu yükseklikte oksijensiz kalmanın ne demek olduğunu bildiğimden, zirve günü yukarıya yolun üçte ikisini oksijensiz tırmanmış bir dağcının aşağı inerken güçsüz görünmesinin anlaşılabilir bir şey olduğunu söyleyebilirim, ama aynı zamanda, oksijen almış bir dağcının, diğerinin yürüyüşünü eleştirmesi sanıyorum uygunsuz birşeydir. Her neyse, ben Nasuh’la ilgili bir sorun olduğuna dair hiçbirşey işitmedim.”

Jeff Shea; OTT Ekibi’nden Amerikalı Dağcı

“17 Mayıs 1995’te Everest Dağı’na tırmandım. Sabah 08:15’de zirveye vardım. Bu yüzden herkes Nasuh’a herhangi bir yardımda bulunamayacağımı anlayabilir.

NASUH EVEREST’E KENDİ BAŞINA TIRMANDI.

Daha sonra Kamp 3’e (8200 m) geri geldim. Döndükten sonra 11:00’de ekip liderimiz Jon Tinker’a telsizle, yardıma ihtiyacı olan birinin olup olmadığını sordum. Jon, o saate kadar hâlâ zirveye ulaşmadığından Constantin’in yardıma ihtiyacı olabileceğini, bu nedenle Kamp 3’ten ayrılmamamı istedi. Nasuh’la ilgili herhangi birşeyden bahsetmedi. Nasuh’un Kamp 3’e ne zaman geri döndüğünü hatırlamıyorum, ama HERHANGİ BİR YARDIMA İHTİYACI OLMADIĞINI kesinlikle hatırlıyorum.

Constantin kampa oldukça geç bir vakitte, karanlık çöktükten sonra geldi. Telsizle Jon’la konuştum ve Constantin’in gerçekten bitkin bir durumda olduğunu söyledim. Nasuh, o geceyi atlatamayacak bir durumda değildi. Sadece Costantin zor durumdaydı.

Ertesi sabah Nasuh, Constantin ve ben hep beraber aşağıya inmeye başladık. Sanıyorum ki bir gün önce Constantin hem buz çekicini hem de bir kramponunu kaybetmişti. Bu yüzden aşağıya güvenli bir şekilde inebilmek için Kamp 3’ten bir buz çekici aldı.

Kramponlarımı Constantin’e verdim. Ben Constantin’in altında aşağıya iniyordum, Nasuh Constantin’e bağlıydı ve onu herhangi bir düşmeye karşı korumak için onun arkasından iniyordu. Çok bitkin olduğundan Constantin’i herhangi bir düşmeye karşı korumaya çalıştık ama o aşağıya kendi başına yürüdü. Bir şey daha var; Nasuh kesinlikle ümitsiz bir durumda değildi.”

George Kotov; Nasuh Mahruki’nin Rus Rehberi

“Nasuh, ciddi, yüksek irtifalı tırmanışlarda oldukça nitelikli deneyimleri olan çok güçlü bir dağcıdır. Everest’e tırmanmak için gereken niteliklere kesinlikle sahipti.

Dağdaki performansı gerçekten mükemmeldi. Yeni bir bölgenin koşullarına çok iyi uyum sağladı ve oldukça hızlıydı. Dişinin abse yapması üzerine Katmandu’ya geri dönmüş ve gereken tedaviyi yaptırıp geri gelmişti. Döndüğünde çok hızlı ve yetenekli bir dağcı olan OTT Ekip Rehberi George Kotov’la bir ekip oluşturdular. Everest tırmanışları olaysız geçti. İkinci basamağın ayağında açıkta gecelemiş başka bir ekipten Amerikalı bir dağcının bulunmasıyla, benim, Nasuh ve George için ayarladığım Şerpa desteği ciddi bir biçimde azaldı. Buna rağmen George’un ve Nasuh’un zirveye tırmanmaya devam etmelerine izin verdiğim için çok mutluyum. Çünkü bunu çok iyi bir şekilde başardılar.

Birçok kişinin zirve yaptığı o gün, George ve Nasuh Constantin’in kurtarılmasında canla başla çalıştılar. İkisi de kusursuz bir şekilde davrandı ve başka bir insana yardım etmek için gözlerini kırpmadan kendilerini zorladılar, performanslarından gurur duyuyorum.

Nasuh Everest’te kurtarılmadı. Gerçekte o, başka bir ekibin üyesine, zirveden dönerken korkunç zorluklar yaşayan Constantin’e yardım etti.

Jon Tinker; OTT Ekip Lideri

Ertesi gün “Merkez Kamp’a vardım. Ben oradayken yapılan bütün telsiz konuşmaları Constantin’in kurtarılmasına dairdi ama Nasuh’un kurtarılmasından bahsedildiğini hatırlayamadım.”

Graham Ratcliffe; Henry Todd’un Takımından İngiliz Dağcı

“Ertesi sabah, George ve Nasuh, Constantin’in aşağı inmesine yardım ederlerken, Greg Child’la ben, onları karşılamak ve Constantin’e yardım etmek için Kuzey Geçidi’nden yola çıktık. Oksijen tüpünü kimin taşıdığını hatırlamıyorum, ama lazım olması ihtimaline karşı yanımıza bir tüp oksijen aldık. 7950 metre civarında grupla karşılaştık, Constantin’i onlardan aldık ve ABC’ye indirdik. Constantin’e yardım etmek için Kuzey Geçidi’nden yukarı çıkarken, oraya neden gittiğimizi kesinlikle biliyorduk ve asla Nasuh’la ilgili bir sorun olduğuna ya da onun yardıma ihtiyaç duyduğuna dair bir şey duymamıştık. Bunun yanı sıra Nasuh zaten bizim ekibimizden değildi, eğer bir yardıma ihtiyacı olsaydı kendi grubunun (OTT) Şerpaları ona yardım etmeye çıkardı.”

Chuldim Temba, Şerpa; Russell Brice Ekibi’nin Tırmanma Serdarı

 

İngilizceden çeviren: Zarife Biliz

Motorcuya Öğütler – 1997

“UZUN BİR MOTOR YOLCULUĞU YAPMAYI DÜŞÜNÜYORSANIZ;

Değişik marka ve model motorlardan, hatta bir Citroen 2CV’den tutun da, karavanlara, kasası kapatılmış bir Unimog’a yada içi uzun yol için hazırlanmış otobüslere kadar çok değişik tipteki araçlarla böyle bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Karar vermeniz gereken tek şey, bu yolculuktan ne beklediğiniz olmalı.

_ Pakistan, Hindistan, Mısır ve Libya, kendi ülkelerine geçici bir süre için ithal edilecek araçların, tekrar ülke dışına çıkacağını garanti altına almak amacıyla, aracınızın üretim yılına ve tipine göre belirli bir miktar teminat mektubu talep ediyor. Türkiye Turing ve Otomobil kurumundan aracınızın karnesini çıkartırken yatıracağınız bu teminatı, aracınızı tekrar Türkiye’ye soktuktan sonra geri alıyorsunuz.

_ Türkiye Turing ve Otomobil Kurumundan uluslararası ehliyet çıkartmayı ihmal etmeyin. Her ne kadar çok sorulan bir evrak olmasa da, bazı ülkeler zorunlu tutuyor ve bir kaza durumunda daha az sorun yaşarsınız.

_ Vizelerinizi, aracınızın karnesini ve yapmanız gereken diğer resmi işlemleri, yola çıkmadan en az bir hafta – on gün önceden bitirmiş olun, çünkü son günlerde hiç aklınıza gelmeyen detaylarla uğraşmanız gerekebilir.

_ Yolculuk boyunca, pasaportunuzu, aracınızın karnesini, uluslararası ehliyetinizi ve eğer varsa aşı karnenizi mutlaka üzerinizde taşıyın. Bunlardan hazırlayacağınız birer fotokopiyi de, yedekte bulundurun. Fotokopilerin her ne kadar resmi bir yaptırımı olmasa da, orjinallerinizi kaybettiğiniz taktirde, sonraki işlemleri hızlandırabilirsiniz.

_ Aracınızı ya Türkiye’de, yada rotanız üzerindeki ülkelere giriş yaptığınızda sigortalatmayı ihmal etmeyin. Bazı ülkeler, karşı tarafa verilebilecek zararlara karşı sigortalanmayı zorunlu tutuyor. Bu durumun işleyişini öğrenmek için yolculuk öncesi iyi bir ön araştırma yapmanızda fayda var.

_ Değişik marka ve model motorlardan, hatta bir Citroen 2CV’den tutun da, karavanlara, kasası kapatılmış bir Unimog’a yada içi uzun yol için hazırlanmış otobüslere kadar çok değişik tipteki araçlarla böyle bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Karar vermeniz gereken tek şey, bu yolculuktan ne beklediğiniz olmalı.

UZUN BİR MOTOR YOLCULUĞU YAPMAYI DÜŞÜNÜYORSANIZ;

_ İlk tecrübe olarak, batıya doğru yolculuk etmek, yol koşulları, konaklama, yemek ve güvenlik gibi konularda, doğuya gitmekten daha pahalı ama çok daha kolay ve rahat olacaktır.

_ İki yada daha fazla motor ile yolculuk her bakımdan çok daha güvenli ama sonuçta olmazsa olmaz da değil. Motorun üzerinde iki kişi olmak tek kişi olmaktan daha zor, ama iki kişi yolculuk yapmak tek kişi yolculuk yapmaktan çok daha zevkli.

_ Motorunuzu servise sokup son bakımını ve kontrollerini yaptırmayı unutmayın.

_ Motorunuzun el kitabını yanınızda taşıyın ve servisinizden özellikle dikkat etmeniz gereken noktaları iyice öğrenin. Olası bir sorun halinde, bulacağınız ustaya, motorunuza özgü detayları vererek daha güvenli çözüm üretebilirsiniz.

_ Rotanız üzerinde, motorunuzun onaylı bir servisi olup olmadığını araştırın, eğer varsa bu durum işinizi çok kolaylaştıracaktır.

_ İstanbul’dan Kathmandu’ya yolculuk, ana rotadan ayrılmadığınız sürece yaklaşık 9000 kilometre sürüyor. Üç hafta içinde bu yolculuğu tamamlayabilirsiniz ancak bence en uygunu daha uzun bir zaman ayırıp, yol üzerindeki yerlerin tadını çıkartarak gitmek olacaktır.

_ Geri dönüşü motorla yapmayı düşünmüyorsanız, Kathmandu’daki yada diğer büyük şehirlerdeki kargo firmalarından biri ile motorunuzu Türkiye’ye uçakla da yollatabilirsiniz.

_ Aşırıya kaçmamak koşulu ile her tip ve boyutta motorla uzun mesafe yolculuğu yapılabilir. Ancak, seçtiğiniz rotaya, yapmak istediğiniz mesafeye ve yola çıkmaktaki amacınıza uygun bir motor seçmek en uygunu olacaktır. Doğu yolculukları için bence en uygunu, enduro tipi motorlar. Daha az konforlu olmakla birlikte cross tipi motorlar da kullanılabilir.

_ Kendi motorunuzu bu yolda kullanmak istemiyorsanız, yada bu kadar zamanınız yoksa, 1200 – 1500 dolar arası bir fiyata, Hindistan’ın meşhur Enfield’larından 350 cc’lik Bullet’ını yada 500 cc’liğini satın alıp, gezinizi onunla da yapabilirsiniz. Geri dönmeye karar verdiğinizde de daha ucuz bir fiyata motoru kolaylıkla satabilirsiniz. Bu durumda tamir ve yedek parça derdiniz hiç olmayacaktır.

_ Yapmayı düşündüğünüz kilometreye göre, ihtiyacınız olabilecek yedek parçalardan, (ampul, sigorta, vb.) periyodik bakımda değiştirilmesi gereken parçalardan (yağ, buji, filtre, vb.) ve kullanıma bağlı aşınan ve değiştirilmesi gereken parçalardan (lastikler, frenler, vb.) fazla yer kaplamayacak bir set hazırlayıp yanınızda taşıyın. Lastik gibi çok yer kaplayan ve kolay kolay problem çıkartmayacak büyük parçalarınızı kargo olarak rotanız üzerindeki büyük şehirlerden birindeki, önceden ayarladığınız bir adrese yollatın. (Siz yola çıktıktan belirli bir süre sonra, evdekiler yedek parçalarınızı herhangi bir şehirdeki büyük kargo firmalarından birinin ofisine yollatabilir.)

_ Tubeless lastikler uzun yolda daha güvenli, imkanınız varsa bunları tercih edin.

_ Büyük depolu bir motorla daha rahat edersiniz. Eğer 20 litrenin altında deposu olan bir motorla yola çıkıyorsanız yedek benzin taşımayı ihmal etmeyin.

_ Çene kısmı tam açılan bir kaskla hem çok daha rahat edersiniz hem de kaskı çıkarmadan fotoğraf çekebilirsiniz.

_ Doğu yolculuğunda pis benzinle (kumlu, sulu, yağlı, düşük oktanlı) karşılaşmak çok olası olduğu için, karbiratörü kolay temizlenebilen bir motor seçin ve temizleyebileceğiniz bir ilave benzin filtresi taktırın.

_ Biz hiç çadır kullanmadık, çünkü her yerde uygun konaklama imkanı bulduk. Ancak kirli yataklara sermek için hafif ve az yer kaplayan bir uyku tulumu bulundurmanızda fayda var.

_ Çok iyi bir ilk yardım seti edinin, neyin, nasıl ve ne zaman kullanılacağını öğrenin ve ciddi bir ilk yardım kursu alın.

YOLDA

_ Dünyanın gerçekten uzak köşelerine gitmediğiniz sürece, hemen hemen her yerden Türkiye ile haberleşebilir ve hesapta olmayan bir problemle karşılaştığınızda yardım alabilirsiniz. Belirli aralıklarla, Türkiye’deki güvendiğiniz, iş bitirici birisini planlarınızdan ve durumunuzdan haberdar edin.

_ Planladığınız yolculuk süresince ve herhangi bir aksilik olduğu taktirde, gerekebilecek miktarda parayı yanınızda bulundurun.

_ Pakistan, Hindistan ve Nepal’de trafik soldan işliyor. Motorla çok kolay alışılabilecek bu durumu hiç gözünüzde büyütmeyin.

_ Bütün doğu yolculuğunda otobüs ve kamyonlara dikkat edin. Bazı yerlerde geçiş üstünlüğü aracın boyutlarına bağlı olabiliyor.

_ Bütün doğu yolculuğunda yollara son derece dikkat edin. Çukurlar, bozuk bölümler, şerit değiştirmeler hiç bir uyarı olmaksızın, çok ani olarak karşınıza çıkıyor. Maksimum sürati biraz düşürmekte fayda var.

_ Kamyonların ve otobüslerin eksozu motorcuyu ciddi şekilde rahatsız ediyor. Ciğerleriniz için bir takım önlemler almaya çalışın. (Eksoz gazının zararlı etkilerini bir miktar tolere eden vitaminler, iyice kapanan bir vizör sistemi yada arada nefesinizi tutmak gibi.)

_ Asla gece yolculuk yapmayın. Pakistan, Hindistan ve Nepal’de çoğu araçta hiç ışık bulunmuyor. Özellikle hiç ışık bulunmayan ana yollarda, hava karardıktan sonra evine dönen hayvanların çektiği araçlar ve yayalar çok tehlikeli olabilir.

_ Bazı ülkelerde (Pakistan) para bozdurmak, büyük şehirlerin dışında sorun olabilir. Bir sonraki büyük şehire yetecek kadar ve bir aksilik halinde gerekli olabilecek miktarda lokal parayı yanınızda bulundurun.

_ Akşamları motorunuzu mutlaka güvenli, tercihen kapalı bir yere bırakın ve çantalarınızı motorun üzerinde bırakmayın.

_ Belirli bir mesafe sonra benzine ulaşacağınızdan emin olmadığınız sürece deponuzu üçte birin altına düşürmeyin. (Deponuzun kapasitesine göre bu oranı değiştirebilirsiniz.)

_ Şehir içlerinde mümkün olduğu kadar az motor kullanacak şekilde programınızı yapın. Yatacak ve motoru parkedecek güvenli bir yer bulduktan sonra, şehri gezerken genellikle lokal ulaşım araçlarını kullanın.

_ Her sabah yola çıkmadan önce, motorunuzu kontrolden geçirin. Bir önceki gün yaptığınız yolculukta, motor farkında olmadığınız bir zarar görmüş olabilir.

_ Motorunuzun rutin bakımını ihmal etmeyin. Özellikle kumlu ve sıcak bölgelerde uzun yol yapıyorsanız, motor yağı ve hava filtresi daha kısa sürede kirleniyor.

_ Herhangi bir ülkede bir trafik kazası yaparsanız, kaza mafyaları ile başınızı derde sokmamak için, hayati bir durum yoksa, en yakın karakola gidip durumu rapor edin.

_ Müslüman ülkelerde, müslüman bir ülkeden geliyor olmanız işinizi çoğu zaman kolaylaştırıyor. Bir bayan ile yolculuk etmek de, yine aynı şekilde çoğu yerde işlemlerinizi hızlandırabiliyor.

_ Doğu yolculuğunda çocukların sizden en çok istediği şey kalem; yanınızda bol miktarda kalem bulundurursanız, lokal insanlarla kolaylıkla iletişim kurabilirsiniz. Şeker, çikolata gibi şeyler vermek, uzun vadede çocukları gördükleri her yabancıdan birşeyler dilenmeye ittiği ve diş sağlıklarını olumsuz etkilediği için, genellikle bilinçli gezginler tarafından doğru bir yaklaşım olarak kabul edilmez.

TÜRKİYE

_ Türkiye’nin doğusunda özellikle Ağrı, Doğubayazıt civarında çocuklar motorunuza taş atabilir, buna dikkat edin.

İRAN

_ İran’a girerken gümrükte, yanınızdaki video kamera gibi elektronik eşyalarınızı pasaportunuza işletmeyi unutmayın.

_ Bayanların İran’da başörtüsü takma mecburiyeti var.

_ İran’da benzin son derece ucuz ve genelde kaliteli, Pakistan sınırına giderken, sınırdan 5-6 kilometre mesafedeki Mircaveh kasabasına gidip deponuzu doldurmayı ihmal etmeyin.

_ İran, bütün asyanın en iyi yollarına sahip. Bir günde çok uzun yol yapabilirsiniz.

_ İran’da hatalı sollama çok yapılıyor ve trafik çok süratli aktığı için dikkatli olmakta fayda var.

PAKİSTAN

_ İran’dan çıkıp Pakistan’a girdiğinizde, ilk anda ortam sizi biraz şaşırtıyor. Kuh-i Taftan adlı sınır kasabasında, kumların üzerinde deliler gibi bir oraya bir buraya giden kamyonetler sizi fazla ürkütmesin. Kasabadan ayrıldıktan sonra uzun bir süre, çok az bir trafiğin olduğu yollarda ilerliyorsunuz.

_ Pakistan yeni yollar yaptırıyor, muhtemelen yollar daha iyi durumda olacak. Ancak kasaba geçişlerinde yollar son derece kötü.

_ Sınırdan Quetta’ya kadar olan bölümde, yaklaşık 600 kilometre çöl geçiyorsunuz. Bu yola çıkmadan kapalı şişe suyu bulduğunuz taktirde bol miktarda yanınıza alın, genellikle pek bulunmuyor.

_ Pakistan’da İran’daki kadar hızlı ilerleyemeyeceksiniz, konaklayacağınız yerleri iyi hesaplayın.

_ Taftan çölünde gece yolculuk etmek güvenli değil ve hiç tavsiye edilmiyor.

_ Çocukların en çok kalem istediği yer, Sınır ile Quetta arasındaki Taftan çölü.

_ Quetta’dan Lahor’a giden iki yol var. Kuzeyde, Dere İsmail Han yolu ve güneyde, Dere Gazi Han yolu. Biz Dere Gazi Han yolunu kullandık. Genelde uygun bir yol, ancak Rhakni ve Dere Gazi Han arası son derece dağlık ve virajlı. Kamyon trafiği de yoğun olduğu için burada dikkatli olun.

_ Pakistan’da etlere dikkat edin. Keçi etinden kolaylıkla midenizi bozabilirsiniz. Yanınızda kuvvetli bir ishal ilacı bulundurun.

_ Lahor’da Pizza Hut var. Pakistan yemeklerinden bıktıysanız harika bir değişiklik olabilir.

HİNDİSTAN

_ Pakistan ile Hindistan arasında geçiş yapabileceğiniz tek bir sınır var. Lahor ile Amritsar arasındaki bu sınır saat 15:30’da kapanıyor, ona göre erken gidin. Pakistan’dan Hindistan’a gelen araçlar çok sıkı aranıyor. Uzunca bir süre gümrükte beklemeye ve işlemlerle uğraşmaya hazırlıklı olun.

_ Hindistan son derece renkli ve ilginç bir yer. Gezmek için de çok uygun, bence zamanınızın çoğunu buraya ayırın.

_ İstanbul – Kathmandu rotası üzerinde Hindistan’ın yolları, şehirler arası bölümlerde iyi ancak şehir ve kasaba geçişlerinde oldukça kötü.

_ Bihar eyaletinde yollar son derece kötü ve gece yolculuk güvenlik açısından tehlikeli. Mecbur değilseniz burada araç kullanmayın.

_ Jaipur ve Ajmer arasındaki 120 kilometre, hayatımda gördüğüm en tehlikeli ve kuralsız yol. Burayı geçecekseniz çok dikkatli olun.

_ Ana yolda bile olsanız önünüze aniden çıkabilecek, öküz, manda, inek, domuz, köpek, keçi, tavuk, maymun, hatta deve ve fil gibi hayvanlara dikkat edin.

_ Hindistan’da bizim yaşadığımız en büyük sorun, sürekli yanlış yönlendirilmemiz oldu. Bir yol yada adres sorduğunuzda, en az iki – üç kişiden aynı cevabı almadan emin olmayın ve uzun mesafe gitmeden mutlaka doğru yolda olup olmadığınızı kontrol edin.

_ Eğer bir F650 BMW’niz varsa, Delhi’ye 30 kilometre mesafede Gaziabad’da HERO MOTORS, bu motorları üretiyor. Dolayısıyla buradan F650’nize tam servis alabilirsiniz. Mr. Sundeep Bimwall– (0575) 701883 – 701881 – 700350.

NEPAL

_ Hindistan’dan Nepal’e Sonouli’den giriş yaptıktan sonra, Kathmandu’ya giden iki yol var. Butwal üzerinden giden Pokhara ve Kathmandu yolu, yada Pokhara’ya uğramadan Kathmandu’ya giden yol. Pokhara her ne kadar son derece güzel ve mutlaka görülmesi gereken bir yer ise de, Butwal – Pokhara arasındaki 140 kilometrelik yolun 100 kilometresi, manzarası olağanüstü güzel olmakla birlikte son derece kötü. (Fotoğrafevi minibüsü, iki yıl önce bu yolda iki kez lastik yarmış.) Lastiklerinize ve motorunuza güveniyorsanız bu yola girin. Kathmandu’ya geldikten sonra çok daha iyi bir yolla Pokhara’ya gidebilirsiniz.

_ Nepal’in yolları, Kathmandu’ya ulaşanların bir bölümü hariç son derece kötü.

_ Nepal’de kaza ile bile olsa bir inek öldürmenin cezası 20 yıl hapisle cezalandırılabilir, ona göre.

_ Kathmandu’da, Maitighar’daki gayet iyi ingilizce bilen ve işinin ehli motor tamircisinde, motorunuzun bakımını ve tamir gerekliyse tamirini yaptırabilirsiniz. Mr. H. B. Manandhar – 227329

_ Nepal’den kargo ile motorunuzu yollamak isterseniz, bu işi bilen ve güvenilir DAS kargoyu kullanabilirsiniz. Mr. Naresh Das – 426704

İyi Yolculuklar…….

Türk Gibi Güçlü mü dediniz ? (Vertical Dergisi – Aralık 1997)

Rusya Dağcılık Federasyonu ona “Kar Leoparı” lakabını taktı. Bu acaba Türk dağcı Nasuh Mahruki hızlı tırmanıyor mu demek? Evet ama hepsi bu değil; Nasuh birkaç yıldır oldukça şaşmaz bir ritimle gerçekleştirme zincirinin halkalarını birbirine bağlıyor.

Bir buçuk yıldan biraz daha kısa bir sürede; Everest’e, Aconcagua’ya, Vinson’a, Kilimanjaro’ya, Elbruz’a, Mc.Kinley’e ve Kosciusko’ya, yani kürenin her kıtasının en yüksek zirvelerine tırmandı. Tabii ki bu performansı gösteren ilk kişi o değil. (Şu anda 60 kadar insan bu yılmaz meydan okumayı gerçekleştirmiş durumda.) Bununla beraber o, ilk Türk, ilk Müslüman ve en genci. Özellikle de dünyanın çatısına “yalnızca” ulaşan ilk Türk ve müslüman.

Nasuh, Rusya’da 7000 metreden yüksek beş zirveye ulaştı; Khan-Tengri (7010m.), Lenin (7134m.), Eugenia Korjenevskaya (7105m.), Communism (7495 m.)ve hepsini de güzellikle sonuçlandırmak için, solo Pobeda (7439 m.); lütfen.

Dağcılık yeteneklerinin ötesinde Nasuh yazıyor ve yolculuklarından sayısız değerli fotoğraflar getiriyor. Şu anda Türkiye?de dağcılık, Everest ve kovaladığı hayaller üzerine, İstanbul?un sayısız kitapçılarının çoğunda bulunan üç kitabı yayımlanmış durumda.

Bizim “Kar Leoparı”, 29 yaşında güzel bir parkur gerçekleştirdi; tutkusunun da yardımıyla, burada kalmayacak gibi görünüyor. Zaten Eylül ve Ekim’de Cho Oyu’da bulunan Vertical ekibi de Nasuh’u oradan geçerken gördüler.

Yıldırım gibi hızıyla, mükemmel ve süratli bir tırmanışla “Türkuaz Tanrıça”ya damgasını vurdu. Şimdiden K2’nin hayallerini kurmaya başladı bile…

Vertical dergisi Aralık 1997…

Milenyum Mektubu

2024 yılında açılacak…

“Merhaba çocuk,

Niye böyle başladım bilmiyorum, ama bu giriş, Peter Pan’ı okuduğum çocukluğumdan bu yana beni hep çok etkilemiştir. “Merhaba çocuk”; Peter Pan da bu sözlerle başlar ve sonra kuşlar ve periler arasında kalabilmek için büyümek istemeyen bu çocuğun inanılmaz maceralarına sürükler okuyucuyu.”

Ömrünün bu ileri yaşlarında artık çocuk olmaktan çok uzakta olduğunun farkındayım. Ama kendine verilen kalıpları kabul etmektense, bir ömür boyu kuşlar ve periler arasında, kendi “Olmayan Ülke”sinde kalmaya çabalayan bir insan olarak, içinde hala çocukluğa dair birşeylerin kaldığına eminim, en azından öyle umut ediyorum. Ve tıpkı Peter Pan’da olduğu gibi önünde inanılmaz bir macera seni bekliyor. Tanıdık, çok zor ve çok tehlikeli ama bir o kadar da güzel… Tabii eğer hala yüreğinde eski coşkun, ruhunda eski inadın kaldıysa, ve bedeninde eski gücünden kalan birşeyler varsa.

Bugün aşağı – yukarı 56 yaşında olmalısın. Her ne kadar benim geleceğim olsan da, benden çok farklı olduğunu biliyorum. En azından benden çok daha tecrübeli ve akıllı olduğuna eminim. Ne de olsa aramızda 26 yıllık bir yaşam tecrübesi var. Zaman zaman senin nasıl biri olacağını hayal ediyorum; iyice dökülmüş saçların, ama kendini bırakmadığın için hala göbeklenmemiş, ufak tefek ama sağlam görünümlü dinç bedenin ve hala parlaklığını koruyan bakışların gözlerimin önüne geliyor. Sen gençken bile pek gülümseyen bir tip değildin, herhalde yıllar yüzünü daha da asıklaştırmıştır. Olsun, yeterki için değişmemiş olsun.

1994 yılının Ağustos ayında doğduğun topraklardan binlerce kilometre uzakta bir dostuna bir söz vermiştin. Bu mektup sana verdiğin bu sözü hatırlatmak için kaleme alındı. Aslında bu sözü bir gün bile aklından çıkarmadığına eminim, en azından son altı yıldır çıkarmadığını ben biliyorum, yine de, yeni bir bin yıla yaklaşırken sana bunları yazmak istedim. Lütfen, bu mektubu okuduğunda; “Toy çocuk, 31 yaşında bile ukalaymışsın, ben verdiğim sözleri asla unutmam” deme. Verdiğin sözleri asla unutmayacağını çok iyi biliyorum, yalnızca sana geçmişten bir hoş seda ulaştırmak geldi içimden.

Hiç bir zaman birilerine hayran olup, onlara kendini benzetmeye çalışan biri olmadın, ama zaman zaman yaptıklarından dolayı çok takdir ettiğin, çok değer verdiğin ve saygı duyduğun insanlar olmuştu. Çok az sayıda olan bu kişilerden biri de, ünlü Rus dağcı Borodkin’di. Sovyet Asya’nın en sert dağı olan Pobeda’nın zirvesine tek başına ulaştığın o müthiş zor ve tehlikeli tırmanış sonucunda, bu dağın dünyadaki sekizinci solo tırmanışını yapmıştın. Bir dağcı olarak ayrıldığın Ana Kampa, Kar Leoparı olarak indiğin gün, kamptaki dağcıların şaşkınlıkla karışık coşkulu tebrikleri ve hayranlıklarının, sana nasıl gurur verdiğini hala gülümseyerek hatırladığına eminim.

Ve Borodkin, eminim bu tecrübeli, mütevazı dağcıyla aranızdaki konuşmaları da hiç unutmamışsındır. Senin doğduğun yıl Communism dağında hala kendi adıyla anılan yeni bir rota açan, Pobeda’ya daha önce altı defa tırmanan bu güçlü dağcı, sana tırmanışını anlattırdığında, zirve platosundaki süratinden çok etkilenmişti. Borodkin’in ekibi, sen Pobeda’dan indikten bir kaç gün sonra tırmanışı deniyordu. Ve Borodkin, çok iyi bildiği Pobeda’nın 6400 – 6900 metreleri arasındaki dik kayalık bölümünde bir hata yapmış ve yüzlerce metre düşmüştü…

Bu duyguyu ne kadar çok yaşadığını biliyorum; …, Galim, Valodya, Borodkin, Anatoli, Ginette, Michael, Rob, Alex, … Kimbilir sen bu mektubu okuduğun güne dek daha hangi dostların ilave olacak bu listeye. Borodkin Pobeda’da öldüğünde, yaklaşık olarak senin şu anda içinde bulunduğun yaştaydı. Pobeda’ya 30 yıl sonra tırmanma sözünü de zaten bu yüzden vermiştin ona ve kendine. Eski bir dostun ve kendi ruhun adına, bir kez daha bedenini ve ruhunu sınırlarına dek zorlayacaktın. İkinci kitabında kendine yazdığın mektubu hatırlarsın, “… otuz yıl sonra Kar Leoparına ulaştığın o muhteşem dağı tekrar ziyaret edip, sana kattıkları için ona teşekkür edeceksin ve seni bir kez daha kendisine kabul etmesini dileyeceksin. Yaşamını doğru kurduysan edecektir de.”

Evet sevgili gelecekteki ben; Yaşamını doğru kurduysan bu sınavı geçeceksin, yok eğer hatalar üstüste hatalar yapıp ders almadıysan, ödemen gereken bir bedel var. Tutkularının bedelini ödemekten hiç bir zaman korkmadığını biliyorum. Eski gücünü yitirmiş bedenin, ama şimdiki benden çok daha güçlü bir yaşam tecrübesine sahip ruhunla girişeceğin önündeki bu zorlu sınavda, herşeyimle yanında olduğunu bilmeni isterim. Kendine iyi baktıysan, ki öyle olduğunu ümit ediyorum, bu denemeye hazır olduğuna inanıyorum. Yıllar önce bile derdin, “İş dağın sizi kabul etmesinde, gerisi yalnızca tırmanış”.

Şimdilik tek yapabildiğim, kendini Ona kabul ettirecek bir hayat kurabilmiş olduğunu dilemek. Eğer kuramadıysan, cesaretini asla yitirmeyen Peter Pan gibi, neredeyse boğulacakken bile; “ölmek, benzersiz bir serüven olmalı” demekten geri kalmayacağına eminim…

Bol Şans Sevgili Nasuh Mahruki… Buna ihtiyacın olacak. ……

Uludağ’ın Sert Yüzü – 1996

1996 yılının Şubat ayında, hiç beklemediğim bir anda, dağcılık hayatımın o güne kadar ki en zor durumuyla karşı karşıya kaldım. AKUT ve ORDOS gruplarından bir grup dağcı, ihbar üzerine, Uludağ’da mahsur kalmış iki dağcıyı aramak üzere bölgeye geldik ve süratle çalışmalara başladık.

Uludağ’da arama çalışması yapılması gereken bölgeleri, Jandarma Komutanlığı’nın merkezinde aramızda paylaştık ve gerekli hazırlıkların ardından bize verilen bölgelere hareket ettik.

Dört grup halinde başladığımız arama çalışmalarının sonuç vermesi fazla uzun sürmedi ve bizim arama bölgemizdeki, Kuşaklıkaya üzerinden zirveye giden rotadaki, tamamen buzlarla kaplı beton kulübede durumları iyi olduğu halde dağcıları bulduk. Hemen telsizle diğer ekipelere haber verip onları da rahatlattıktan sonra, operasyon başarılı olduğu ve aradığımız dağcıların durumu iyi olduğu için gayet keyifli inişe başladık. Ve herşey bundan sonra bir kabusa dönüştü. Uludağ’ın güneyindeki “Noville Rotası” adlı bölgede aklımıza gelmeyen başımıza geldi.

Bastıran yoğun sis nedeniyle neredeyse körlemesine sürdürdüğümüz iniş sırasında bir anda bizim ekipten bir dağcı çığla birlikte büyük bir uçuruma yuvarlandı. Grubun artçısı olduğum ve en arkadan geldiğim için olayın nasıl olduğunu görmedim ancak yanlarına geldiğimde gözlerindeki korkuyu, çaresizliği ve şaşkınlığı bugün bile unutamıyorum. …. düştü, çığ oldu dediklerinde nasıl, niye, ne zaman gibi sorularla vakit kaybetmeden çok kısa sürede olayı anladım ve yapmam gerekeni yapmaya karar verdim. Sırt çantamdaki kazmayı bağlandığı yerden sökmeye bile vakit harcamamak için, çantamı attım ve diğerlerinden bana en yakın olanın elindeki kazmayı alıp arkadaşımın çığla birlikte uçtuğu dik yamaçtan aşağıya kendimi bıraktım.

Kah kayarak, kah koşarak, kah yuvarlanarak kayaların, kar kulvarlarının ve büyük setlerin arasında çılgınca bir süratle aşağıya doğru ilerledim. Yaklaşık 70 – 80 metre indikten ve arkadaşımın daha aşağıda olduğunu anladıktan sonra, birazdan yukarıyla kontağı kaybedeceğim için durup hızla onlara bilgi verdim ve bir kısmının çok dikkatli bir şekilde peşimden inmesini ve diğerlerinin derhal Jandarma’nın orada bekleyen ekibe ulaşıp yardım istemelerini söyledim.

Karşılaştığımız durum çok ciddi. Kazazedeye ulaşamamış olsak bile, böyle bir düşüşten sonra ne durumda olacağını tahmin etmek pek zor değil. Bu yüzden henüz onun yanına ulaşmadan operasyonu başlattık. Şu an için en önemli öncelik yanına ulaşmak ve bütün çığ kazalarında son derece kritik olan ilk müdahaleyi mümkün olduğunca hızlı yapmak. Çığın altında kaldığı durumda boğulma riskinin yanısıra, açık bir yaralanması varsa kanamanın da bir an önce durdurulması gerektiği için bütün hızımla ve buna bağlı olarak baştan göze aldığım yüksek bir risk faktörüyle inişi sürdürdüm. Her indiğim metrede giderek artan umutsuzluk, çaresizlik ve keder içimi daha çok dağlamaya ve aşağıda neyle karşılaşacağımın korkusu gittikçe dayanılmaz hale gelmeye başladı. Gözyaşlarımın arasında arkadaşımın adını haykırarak bütün gücümle ve süratimle indim, indim, indim ve sonunda kazadan sonra 5 – 6 dakika gibi bir sürede, yaklaşık 400 metre sonra vadi tabanında çığın dilinin sonuna ulaştım.

Kazazedenin, karların arasından her nasılsa dışarıda kalmayı başarmış sağ kolunun hareket ettiğini görünce nasıl sevindiğimi ve nasıl şükrettiğimi anlatamam. Nefes alabilmek için yüzünün yarısını kendisi açmış, ağzına burnuna dolan karları kısmen temizlemeyi başarmış ve yaşadığı sarsıntıdan dolayı kusmuş bir halde, neredeyse bütün vücudu çığ debrisinin içindeydi. Hem onu hem de kendimi sakinleştirmek için sürekli konuşarak ve nefes almasını söyleyerek önce yüzünü, sonra da vücudunu karın altından çıkardım. Bu arada bizim ekipten iki kişi daha yanımıza ulaştı ve hemen hiç oyalanmadan kazazedenin hipotermiye (vücudun aşırı ısı kaybı) girmesini önlemek için çalışmalara başladık. Süratle ıslak giysilerinden kurtarıp uyku tulumuna soktuk ve ilk anda vücut ısısına yardımcı olmak için birimiz onunla birlikte tuluma girdi. Kazazede yaşadığı şoka ve baskıya rağmen, açık bir yaraya ve görünürde ciddi bir kırığa sahip olmadığı için bilinci yerinde ve olayların farkındaydı.

En azından acil durumu çözmüş olmanın ve durumun daha kötüye gitmesini önlemiş olmanın iç huzuruyla, hepimiz rahat bir soluk aldık ve bundan sonra bizi bekleyen bu 400 metrelik uçurumdan kazazedeyi geri çıkarma işini nasıl yapacağımızı düşünmeye başladık. Bu arada kaza haberini alan diğer ekipler de hızla bize doğru hareket etmeye başlamışlardı. Yanımıza ulaşan ilk öncü ekiptekiler sedyeyi ulaştırınca, hemen kazazedeyi sedyeye yerleştirip sabitledik ve 400 metrelik uçurumu bir kaplumbağa hızıyla tırmanmaya başladık. Rotanın teknik zorluğu ve dikliği, makara sistemimizin ve gerekli teknik ekipmanımızın olmaması, insan gücümüzün yetersiz olmasıyla birleşince, gittikçe artan fırtınanın altında son derece zahmetli ve tehlikeli hale gelen kurtarma operasyonunu her şeye rağmen kendi gücümüzle sürdürdük. Bütün ekibi perişan eden bir çalışmanın sonunda sedyeyi yaklaşık 80 – 90 metre çıkarmayı başardık ve bu sırada yukarıdan gelen ekiple buluştuk.

Ne yazık ki Jandarma’nın kar araçlarıyla gelen ikinci ekip bizim düşüş hattımızdan 100 metre daha sol taraftan inmişti. Bu yüzden onların rotasına girmek için, sedyeye önce bu tehlikeli traversi (yan geçiş) yaptırmamız gerekiyordu. Aradaki sağrıyı aşarken sedyeye kontrolsüz bir pandül yaptırmamak için büyük bir dikkat ve çabayla çalışan ekip burayı geçmeyi başardı ve yukarıdaki kar araçlarına bağlı olan ip hattına ulaştı.

Bu arada kazazedenin sırt çantasını yukarı çıkartmak için giden bir dağcı, şans eseri atlattığı bir çığ kazası daha yaşadı ve sırt çantasını götüremeyip geri indi. Bunun üzerine yeni gelen ekiptekiler sedyeyi çıkartmaya çalışırken, kazazedenin sırt çantasını aldım ve bir dağcıyla birlikte düşüş hattını dikkatli bir şekilde geri tırmandım. Zor da olsa yukarıda bekleyen kar aracını bulduk ve onlara çantayı verdikten sonra biraz soluklanıp, bütün yorgunluğuma rağmen diğerlerine yardım etmek için kurulan ip hattından sedyenin yanına geri indim.

Kar aracına bağlı ekleme iplerle yapılan çekme işlemi ikide bir de gereken istasyondan ip atlatma yüzünden çok uzun sürdü. Böylesi dik bir rotada ikinci bir düşmeye meydan vermemek için, güvenlik açısından bütün önlemleri almak zorunda olan yukarıdakiler ellerinden geleni yaparak yavaş yavaş sedyeyi yukarı çektiler. Benim de içinde bulunduğum, aşağıda sedyenin yanında kalan ekip ve kazazede ise artık dayanma güçlerinin son haddinde, soğukla ve yorgunlukla büyük bir mücadele verdiler. O güne kadarki profesyonel dağcılık hayatımın hiç bir tırmanışında, ki buna Everest dahil, vücudum bu kadar hırpalanmamıştı.

Sonunda sedyeyi kar araçlarının yanına çıkarttığımızda, bu kabus sona erdi ve kar araçlarıyla dağ evlerine geldik. Kazazede, bir mucize eseri bu 400 metrelik düşüşten sadece kalça kemiğinin ayrılması ve çeşitli ufak tefek çürüklerle kurtulmuştu.

Dağlar, normal şartlarda, güneşli havada, sıcak giysiler içinde ve emniyetli haldeyken ne kadar tadına doyulmaz ve güzel olsa da, koşullar değiştiği taktirde bir anda cehenneme dönüşebilir. Bir dağcı ve kayakçı cenneti olan Uludağ, asla unutulmaması gereken bu gerçeği bize çok uzuca göstererek, bundan sonraki spor hayatımız için çok önemli bir ders verdi…

Khajuraho’nun Erotik Tapınakları ; Kama ’nın Evi * – 1997

Hindistan, hem motosiklet ile tur yapmak hem de fotoğraf çekmek açısından bence son derece uygun ve keyifli bir ülke. Her yer o kadar renkli ve ilginç ki, bu büyük ülkede insan hiç sıkılmadan aylarca gezebilir, fotoğraf çekebilir. Altı farklı ana dine mensup, onsekiz farklı ana dili ve 1600 diyalekti konuşan pek çok değişik ırk grubunun birarada yaşadığı, bir milyara yaklaşan nüfusu ile Hindistan, inanılmaz dinamizmi ve zengin kültürü ile bir gezgini kolaylıkla kendisine bağlayabilir ve dış dünyayı unutturabilir.

Hemen hemen her gün Hindistan’ın herhangi bir yerinde bir festivale rastlamak olası. Özellikle büyük festivallerden bir tanesine denk gelecek şekilde kendinizi ayarlayabilirseniz, işte o zaman bu zengin mozaiğin tadını fazlasıyla çıkartabilirsiniz.

Hindistan’da karayolu üzerinde kendi aracınızla seyahat etmeyi düşünüyorsanız, bütün rehber kitaplardaki şu uyarıyı asla aklınızdan çıkarmayın; “Bozuk yol koşulları ve kötü araç kullanımı nedeniyle, Hindistan’da kara yolculuğu riskli ve tehlikeli olabilir.” Bu uyarı sonuna kadar haklı olmakla birlikte, motosiklet üzerinde belirli bir tecrübeniz varsa ve böyle bir yolculuk yapmak istiyorsanız, sürüş güvenliğinizi arttırmak ve normalde olduğunuzdan en az iki kat daha dikkatli davranmak koşuluyla, bunu yapamamak için bence hiç bir sebep yok.

 

Motosiklet, dünyanın hemen hemen heryerinde olduğu gibi Hindular için de son derece sempatik bir araç ve tabii onunla seyahat edenler de. Bir motorcu-gezgin olarak çoğu zaman sıcak bir şekilde karşılanıp, size yardım etmeye gönüllü birilerine rastlayabiliyorsunuz. Bizim seyahatimizde de her şey yolunda gitti. Hatta bir bayan ve bir erkek seyahat ediyorsanız, çoğu zaman işleriniz daha da kolaylaştırılıyor ve hızlandırılıyor. Gümrüklerde bile nispeten daha az bekletmeye ve yardımcı olmaya çalışıyor görevliler.

 

Bir gezginin seyahatinde yaşamak isteyebileceği hemen hemen her şeye sahip olan Hindistan’a gitmeden önce, yapmanız gereken tek şey; Yeni baskı bir rehber kitap bulup iyice incelemek ve izleyeceğiniz rotayı kendi beklentileriniz ve istekleriniz doğrultusunda şekillendirmek. Böylesi bir yolculuğu kendi motosikletinizle yapabileceğiniz gibi, Hindistan’ın büyük şehirlerinden birinden 1200-1500 usd arası bir fiyata satın alabileceğiniz meşhur Enfield’lardan biriyle de yapabilirsiniz. Eğer yeteri kadar zamanınız ve bütçeniz varsa, Türkiye’den motorunuza atlayıp, İran’ı ve Pakistan’ı geride bıraktıktan sonra Hindistan’a girip seyahatinizi sürdürebilirsiniz. Acil bir durumda yada canınız istediğinde büyük bir havaalanından, rahatlıkla motorunuzu kargo olarak Türkiye’ye yollayabileceğinizi de aklınızın bir köşesinde bulundurursanız daha rahat ve güvenli seyahat edebilirsiniz. Eğer daha az zamanınız varsa ve İran ve Pakistan’ı geçmek gözünüzde büyüyorsa, Türkiye’den motorla yola çıkmak yerine, uçakla Delhi’ye yada Calcutta’ya gidebilirsiniz. Buradan Enfield bullet 350cc yada 500cc’lik motorlardan bir tane satın alıp, zamanınızı istediğiniz şekilde değerlendirip, ülkeyi gezebilirsiniz. Geri dönmek istediğinizde ise, fazla uğraşmadan başka bir gezgine, daha düşük bir fiyata motorunuzu satıp, tekrar uçakla evinize dönebilirsiniz.

 

Bunların yanısıra, lokal ulaşım araçlarını kullanarak ta pekala Hindistanı dolu dolu gezebilir ve tadını çıkarabilirsiniz. Ancak imkanı olan herkese bir kaç aylık motorla bir Hindistan gezisini kesinlikle tavsiye ederim. Ben kendi hesabıma ilk fırsatta daha uzun süreli bir gezi için bu büyük ülkeye geri dönmek istiyorum. Hindistan gibi aşırı kalabalık bir ülkede kendi aracınıza sahip olmak çoğu yerde işinizi müthiş kolaylaştırabiliyor. Kalabalık, boğucu, rahatsız, aşırı sıcak tren ve otobüs yolculuklarından sizi kurtardığı gibi, bilet kuyruğunda uzun ve çileli bekleyişlerden de uzak tutuyor. Hem de istediğiniz yerde durmak ve istediğiniz kadar kalmak gibi harika bir özgürlüğü de size sunuyor. Bütün bunları söylerken mekanik ve sürüş yeteneklerinizin belirli bir seviyenin üzerinde olduğunu kabul ediyorum.

 

Bence karar vermeniz gereken tek şey, Hindistan’ı nasıl ve ne kadar süre yaşamak istiyorsunuz. Ondan sonra da, imkanlarınız ve beklentileriniz dahilinde güncel bir program çıkartıp ona göre hareket etmek en doğrusu olacaktır.

 

Hindistan, tecrübeli bir gezgin için bile ilk anda bir şok etkisi yaratır. Kirlilik, sıcak, sefalet, fakirlik, her köşe başında sakatlar ve dilenciler, ortalıkta kol gezen hastalıklar ve inanılmaz bir kalabalık. Bütün bunlar, hazırlıksız, acemi turistin Hindistan’daki günlerini cehenneme çevirmek ve onu bir an önce kaçırtmak için fazlasıyla yeterlidir. Ancak akıllı bir gezgin, hemen içinde bulunduğu koşullara uyum sağlamaya çalışır. Hindistan’ın tadını, ancak onu olduğu gibi kabul ederseniz ve kendinizi bu duruma alıştırırsanız, çıkarabilirsiniz. Tamamen kendine özgü iç dinamikleri ve kaotik sistemi içinde bir düzeni olan Hindistan, kendisine adapte olan herkese, sonsuz güzelliklerini tattırır.

 

Kabaca, Hindistan’da neler bulabileceğinize dair fikir vermek açısından, her bir eyalet’te karşılaşabileceklerinizden biraz bahsetmek istiyorum.

 

–Jammu ve Kashmir’in batı bölgelerinden uzak kalmak kaydıyla, Ladakh’taki Tibet Budizmini, sekizbin metrelik dağları, dünyanın ikinci en yüksek araç kullanılabilen yolunu yaşayabilirsiniz.

–Himachal Pradesh’in muhteşem Budist manastırlarını, Dharamsala’da Dalai Lama’nın bir konferansını izleyebilirsiniz.

–Penjab eyaletinde, Amritsar’daki Altın Tapınak’ta Sih’lerin içten misafirperverliğini, Hinduism ve Müslümanlığın birleşiminden Guru Nanak’ın 1500’lerde ortaya çıkardığı Sihism’i, tanıyabilirsiniz.

–Kralların toprağı Rajastan eyaletinde, Rajput’ların kahramanlık hikayelerini dinleyebilir, Jaipur’un meşhur “Pembe Şehir”ini, ilginç fil festivalini, Ajmer’de müslümanların Muin-ud-din Chisti adlı sufi derviş anısına düzenledikleri büyük festivali, Pushkar’ın inanılmaz kalabalık deve festivalini izleyebilir, çöl şehirlerini gezebilir, deve safarilerine katılabilirsiniz.

–Uttar Pradesh eyaletinde, inanılmaz zıtlıkların birarada uyum içinde yaşadığı kalabalık Delhi şehrini, Haridwar’daki yada Allahabad’daki büyük Kumbh Mela festivaline gelen hacıları, muhteşem Taj Mahal’i, doğal parkları, Fatehpur Sikri’deki hayalet şehri, kutsal şehir Varanasi’yi ve ghat’larında yıkanmaya gelen binlerce Hindu hacıyı görebilirsiniz.

–Madhya Pradesh eyaletinde, Gwalior’un dev kalesini, Khajuraho’da 1000 yıllık erotik heykellerin bulunduğu tapınakları hayretle gezebilirsiniz.

–Batı Bengal eyaletinde, kaotik Calcutta şehrini, dünyanın en güzel çaylarının üretildiği Darjeeling’i, küçük bir Budist krallık olan Sıkkım’ı ve muhteşem manastırlarını görebilirsiniz.

–Hindistan’ın kuzeydoğusunda yer alan 1995 yılına dek turizme kapalı tutulan Assam, Meghalaya ve Tripura eyaletlerine bugün artık girebilirsiniz. Ancak, Arunachal Pradesh, Nagaland, Manipur ve Mizoram, politik düzensizlikten dolayı hala ziyaret etmesi zor olan eyaletler.

–Nüfusunun %95’i Hindu olan Orissa eyaletinde eski tapınakları ve kendine özgü mimarisini, Puri’deki büyük, araba festivalini takip edebilirsiniz.

–Hindistan’ın en az güvenli eyaletlerinden biri olan Bihar’da yalnız ve gece seyahat etmemeye özen göstererek, inanılmaz bozuk kara yoluna da iyice dikkat ederek, Buddha’nın bundan 2600 yıl önce Bodh Gaya’da altında aydınlanmaya ulaştığı kutsal incir ağacını ve buradaki muhteşem tapınakları, dünyanın en eski üniversitelerinden biri olan Nalanda üniversitesinin kalıntılarını görebilirsiniz.

–Hindistan’ın en güneyinde yer alan Tamil Nadu eyaletinde, Bengal körfezinde denize girebilir, kendine özgü karnatik müziği dinleyebilir, Madras’ın harika restoranlarının, dükkanlarının ve zengin kültürel imkanlarının tadını çıkarabilirsiniz.

 

Kerala eyaletinin 1960’lardan beri popüler olan muhteşem plajlarının tadını çıkarabilirsiniz.

Karnataka eyaletinde Bangalore’un sayısız publarında kendinizi kaybedebilirsiniz.

Andra Pradesh eyaletinde Hyderabad’ın kültürel aktivitelerinin, danslarının, ghazal gösterilerinin tadını çıkarabilirsiniz.

Maharashtra eyaletindeki, Hindistan’ın en büyük şehri Bombay’da, Hindistan’a ait herşeyi bulabilirsiniz.

Goa’nın çılgın yılbaşı partilerine katılabilirsiniz.

Hindistan’ın en zengin endüstri bölgesi olan Gujarat’taki Ahmedabad’ın sayısız camilerini gezebilir, uçurtma festivalini izleyebilirsiniz.

 

Sonuç olarak Hindistan’da, aradığınız şeyi mutlaka bir yerlerde bulabilirsiniz. Yeter ki ön araştırmanızı iyi yapın.

 

Motorla değil de, sırt çantası ile seyahat edecek olanlar için küçük bir detayı hatırlatmak istiyorum; “Hafif seyahat eden gezgin iyi gezgindir” Gereksiz bir sürü malzemeyi çantanıza doldurup, bir de ağır çantanızı bir yerlere sığdırmak ve önce onu güvenli bir yere bırakıp sonra geziyi yaşamak durumunda kalmayın. Hindistan, en az 40 yıldır gezginlerin uğrak yeri olmuş bir ülke, dolayısıyla turizmi, belirli sınırlar içinde de olsa, destekleyecek tüm altyapıya sahip. Uyku tulumu, çadır, ocak, vs. türü çok az ihtiyaç duyabileceğiniz ve heryerde mutlaka alternatifi olan malzemeleri de yanınızda götürmenize hiç gerek yok. 35-40 litrelik bir çanta bence fazlasıyla yeterli. ……

Hindistan’da Motosiklet ve Fotoğraf – 1997

Hindistan, hem motosiklet ile tur yapmak hem de fotoğraf çekmek açısından bence son derece uygun ve keyifli bir ülke. Her yer o kadar renkli ve ilginç ki, bu büyük ülkede insan hiç sıkılmadan aylarca gezebilir, fotoğraf çekebilir. Altı farklı ana dine mensup, onsekiz farklı ana dili ve 1600 diyalekti konuşan pek çok değişik ırk grubunun birarada yaşadığı, bir milyara yaklaşan nüfusu ile Hindistan, inanılmaz dinamizmi ve zengin kültürü ile bir gezgini kolaylıkla kendisine bağlayabilir ve dış dünyayı unutturabilir.

Hemen hemen her gün Hindistan’ın herhangi bir yerinde bir festivale rastlamak olası. Özellikle büyük festivallerden bir tanesine denk gelecek şekilde kendinizi ayarlayabilirseniz, işte o zaman bu zengin mozaiğin tadını fazlasıyla çıkartabilirsiniz.

Hindistan’da karayolu üzerinde kendi aracınızla seyahat etmeyi düşünüyorsanız, bütün rehber kitaplardaki şu uyarıyı asla aklınızdan çıkarmayın; “Bozuk yol koşulları ve kötü araç kullanımı nedeniyle, Hindistan’da kara yolculuğu riskli ve tehlikeli olabilir.” Bu uyarı sonuna kadar haklı olmakla birlikte, motosiklet üzerinde belirli bir tecrübeniz varsa ve böyle bir yolculuk yapmak istiyorsanız, sürüş güvenliğinizi arttırmak ve normalde olduğunuzdan en az iki kat daha dikkatli davranmak koşuluyla, bunu yapamamak için bence hiç bir sebep yok.

 

Motosiklet, dünyanın hemen hemen heryerinde olduğu gibi Hindular için de son derece sempatik bir araç ve tabii onunla seyahat edenler de. Bir motorcu-gezgin olarak çoğu zaman sıcak bir şekilde karşılanıp, size yardım etmeye gönüllü birilerine rastlayabiliyorsunuz. Bizim seyahatimizde de her şey yolunda gitti. Hatta bir bayan ve bir erkek seyahat ediyorsanız, çoğu zaman işleriniz daha da kolaylaştırılıyor ve hızlandırılıyor. Gümrüklerde bile nispeten daha az bekletmeye ve yardımcı olmaya çalışıyor görevliler.

 

Bir gezginin seyahatinde yaşamak isteyebileceği hemen hemen her şeye sahip olan Hindistan’a gitmeden önce, yapmanız gereken tek şey; Yeni baskı bir rehber kitap bulup iyice incelemek ve izleyeceğiniz rotayı kendi beklentileriniz ve istekleriniz doğrultusunda şekillendirmek. Böylesi bir yolculuğu kendi motosikletinizle yapabileceğiniz gibi, Hindistan’ın büyük şehirlerinden birinden 1200-1500 usd arası bir fiyata satın alabileceğiniz meşhur Enfield’lardan biriyle de yapabilirsiniz. Eğer yeteri kadar zamanınız ve bütçeniz varsa, Türkiye’den motorunuza atlayıp, İran’ı ve Pakistan’ı geride bıraktıktan sonra Hindistan’a girip seyahatinizi sürdürebilirsiniz. Acil bir durumda yada canınız istediğinde büyük bir havaalanından, rahatlıkla motorunuzu kargo olarak Türkiye’ye yollayabileceğinizi de aklınızın bir köşesinde bulundurursanız daha rahat ve güvenli seyahat edebilirsiniz. Eğer daha az zamanınız varsa ve İran ve Pakistan’ı geçmek gözünüzde büyüyorsa, Türkiye’den motorla yola çıkmak yerine, uçakla Delhi’ye yada Calcutta’ya gidebilirsiniz. Buradan Enfield bullet 350cc yada 500cc’lik motorlardan bir tane satın alıp, zamanınızı istediğiniz şekilde değerlendirip, ülkeyi gezebilirsiniz. Geri dönmek istediğinizde ise, fazla uğraşmadan başka bir gezgine, daha düşük bir fiyata motorunuzu satıp, tekrar uçakla evinize dönebilirsiniz.

 

Bunların yanısıra, lokal ulaşım araçlarını kullanarak ta pekala Hindistanı dolu dolu gezebilir ve tadını çıkarabilirsiniz. Ancak imkanı olan herkese bir kaç aylık motorla bir Hindistan gezisini kesinlikle tavsiye ederim. Ben kendi hesabıma ilk fırsatta daha uzun süreli bir gezi için bu büyük ülkeye geri dönmek istiyorum. Hindistan gibi aşırı kalabalık bir ülkede kendi aracınıza sahip olmak çoğu yerde işinizi müthiş kolaylaştırabiliyor. Kalabalık, boğucu, rahatsız, aşırı sıcak tren ve otobüs yolculuklarından sizi kurtardığı gibi, bilet kuyruğunda uzun ve çileli bekleyişlerden de uzak tutuyor. Hem de istediğiniz yerde durmak ve istediğiniz kadar kalmak gibi harika bir özgürlüğü de size sunuyor. Bütün bunları söylerken mekanik ve sürüş yeteneklerinizin belirli bir seviyenin üzerinde olduğunu kabul ediyorum.

 

Bence karar vermeniz gereken tek şey, Hindistan’ı nasıl ve ne kadar süre yaşamak istiyorsunuz. Ondan sonra da, imkanlarınız ve beklentileriniz dahilinde güncel bir program çıkartıp ona göre hareket etmek en doğrusu olacaktır.

 

Hindistan, tecrübeli bir gezgin için bile ilk anda bir şok etkisi yaratır. Kirlilik, sıcak, sefalet, fakirlik, her köşe başında sakatlar ve dilenciler, ortalıkta kol gezen hastalıklar ve inanılmaz bir kalabalık. Bütün bunlar, hazırlıksız, acemi turistin Hindistan’daki günlerini cehenneme çevirmek ve onu bir an önce kaçırtmak için fazlasıyla yeterlidir. Ancak akıllı bir gezgin, hemen içinde bulunduğu koşullara uyum sağlamaya çalışır. Hindistan’ın tadını, ancak onu olduğu gibi kabul ederseniz ve kendinizi bu duruma alıştırırsanız, çıkarabilirsiniz. Tamamen kendine özgü iç dinamikleri ve kaotik sistemi içinde bir düzeni olan Hindistan, kendisine adapte olan herkese, sonsuz güzelliklerini tattırır.

 

Kabaca, Hindistan’da neler bulabileceğinize dair fikir vermek açısından, her bir eyalet’te karşılaşabileceklerinizden biraz bahsetmek istiyorum.

 

–Jammu ve Kashmir’in batı bölgelerinden uzak kalmak kaydıyla, Ladakh’taki Tibet Budizmini, sekizbin metrelik dağları, dünyanın ikinci en yüksek araç kullanılabilen yolunu yaşayabilirsiniz.

–Himachal Pradesh’in muhteşem Budist manastırlarını, Dharamsala’da Dalai Lama’nın bir konferansını izleyebilirsiniz.

–Penjab eyaletinde, Amritsar’daki Altın Tapınak’ta Sih’lerin içten misafirperverliğini, Hinduism ve Müslümanlığın birleşiminden Guru Nanak’ın 1500’lerde ortaya çıkardığı Sihism’i, tanıyabilirsiniz.

–Kralların toprağı Rajastan eyaletinde, Rajput’ların kahramanlık hikayelerini dinleyebilir, Jaipur’un meşhur “Pembe Şehir”ini, ilginç fil festivalini, Ajmer’de müslümanların Muin-ud-din Chisti adlı sufi derviş anısına düzenledikleri büyük festivali, Pushkar’ın inanılmaz kalabalık deve festivalini izleyebilir, çöl şehirlerini gezebilir, deve safarilerine katılabilirsiniz.

–Uttar Pradesh eyaletinde, inanılmaz zıtlıkların birarada uyum içinde yaşadığı kalabalık Delhi şehrini, Haridwar’daki yada Allahabad’daki büyük Kumbh Mela festivaline gelen hacıları, muhteşem Taj Mahal’i, doğal parkları, Fatehpur Sikri’deki hayalet şehri, kutsal şehir Varanasi’yi ve ghat’larında yıkanmaya gelen binlerce Hindu hacıyı görebilirsiniz.

–Madhya Pradesh eyaletinde, Gwalior’un dev kalesini, Khajuraho’da 1000 yıllık erotik heykellerin bulunduğu tapınakları hayretle gezebilirsiniz.

–Batı Bengal eyaletinde, kaotik Calcutta şehrini, dünyanın en güzel çaylarının üretildiği Darjeeling’i, küçük bir Budist krallık olan Sıkkım’ı ve muhteşem manastırlarını görebilirsiniz.

–Hindistan’ın kuzeydoğusunda yer alan 1995 yılına dek turizme kapalı tutulan Assam, Meghalaya ve Tripura eyaletlerine bugün artık girebilirsiniz. Ancak, Arunachal Pradesh, Nagaland, Manipur ve Mizoram, politik düzensizlikten dolayı hala ziyaret etmesi zor olan eyaletler.

–Nüfusunun %95’i Hindu olan Orissa eyaletinde eski tapınakları ve kendine özgü mimarisini, Puri’deki büyük, araba festivalini takip edebilirsiniz.

–Hindistan’ın en az güvenli eyaletlerinden biri olan Bihar’da yalnız ve gece seyahat etmemeye özen göstererek, inanılmaz bozuk kara yoluna da iyice dikkat ederek, Buddha’nın bundan 2600 yıl önce Bodh Gaya’da altında aydınlanmaya ulaştığı kutsal incir ağacını ve buradaki muhteşem tapınakları, dünyanın en eski üniversitelerinden biri olan Nalanda üniversitesinin kalıntılarını görebilirsiniz.

–Hindistan’ın en güneyinde yer alan Tamil Nadu eyaletinde, Bengal körfezinde denize girebilir, kendine özgü karnatik müziği dinleyebilir, Madras’ın harika restoranlarının, dükkanlarının ve zengin kültürel imkanlarının tadını çıkarabilirsiniz.

 

Kerala eyaletinin 1960’lardan beri popüler olan muhteşem plajlarının tadını çıkarabilirsiniz.

Karnataka eyaletinde Bangalore’un sayısız publarında kendinizi kaybedebilirsiniz.

Andra Pradesh eyaletinde Hyderabad’ın kültürel aktivitelerinin, danslarının, ghazal gösterilerinin tadını çıkarabilirsiniz.

Maharashtra eyaletindeki, Hindistan’ın en büyük şehri Bombay’da, Hindistan’a ait herşeyi bulabilirsiniz.

Goa’nın çılgın yılbaşı partilerine katılabilirsiniz.

Hindistan’ın en zengin endüstri bölgesi olan Gujarat’taki Ahmedabad’ın sayısız camilerini gezebilir, uçurtma festivalini izleyebilirsiniz.

 

Sonuç olarak Hindistan’da, aradığınız şeyi mutlaka bir yerlerde bulabilirsiniz. Yeter ki ön araştırmanızı iyi yapın.

 

Motorla değil de, sırt çantası ile seyahat edecek olanlar için küçük bir detayı hatırlatmak istiyorum; “Hafif seyahat eden gezgin iyi gezgindir” Gereksiz bir sürü malzemeyi çantanıza doldurup, bir de ağır çantanızı bir yerlere sığdırmak ve önce onu güvenli bir yere bırakıp sonra geziyi yaşamak durumunda kalmayın. Hindistan, en az 40 yıldır gezginlerin uğrak yeri olmuş bir ülke, dolayısıyla turizmi, belirli sınırlar içinde de olsa, destekleyecek tüm altyapıya sahip. Uyku tulumu, çadır, ocak, vs. türü çok az ihtiyaç duyabileceğiniz ve heryerde mutlaka alternatifi olan malzemeleri de yanınızda götürmenize hiç gerek yok. 35-40 litrelik bir çanta bence fazlasıyla yeterli. ……

Gitmek – 1996

“7-8 yıldır geziyorum; yürüyerek, otostopla, bisikletle, motosikletle, arabayla, trenle, helikopterle, uçakla, yada o anda fonksiyonel olan herhangi bir şeyle, bazen önceden belirlediğim bir hedefe doğru, bazen de Baudelaire`ìn gerçek gezgini gibi amaçsız-hedefsiz, yalnızca gezmek, yalnızca gitmek için.

En az dağların zirvelerine tırmanmak kadar beni mutlu eden bir şey de, yollarda tanıdığım, herbirinin torunlarına anlatacak bir dolu şeyi olan insanlar.”

Aristo`ya göre, “Bütün insanlar doğal olarak bilgiyi elde tutmak isterler”, çünkü bilgi güçtür.

Bence kişiye kendine güveni veren şey işte bu bilgiden gelen güç. Bilgi deyince hem kişinin kendisini, kendi yeteneklerini, tutkularını, korkularını hem de çevresini, dünyayı, yaşamı içeren bilgiden bahsediyorum.

 

Öyleyse mümkün olduğunca çok şey öğrenmeye, bilmeye çalişmalı. Nasıl mı, kolay; isteyerek, üşenmeyerek, korkmadan inatla ve kararlılıkla aramalı, bulmaya çalışmalı, okumalı, dinlemeli, seyretmeli, düşünmeli ve GEZMELİ.

Kendinizi ve yaşamı bilmek için önce tanımalısınız, tanımak içinse dağlara tırmanmalısınız, denizlere dalmalısınız, yükseklerden uçmalısınız, ruhsal ve bedensel limitlerinizi öğrenmeye çalışmalısınız, riske girmelisiniz, yada en kolayı GEZMELİSİNİZ.

En iyisi , en güzeli GEZEREK, görerek tanımak, öğrenmek, yaşamak ve bilmek.

7-8 yıldır geziyorum; yürüyerek, otostopla, bisikletle, motosikletle, arabayla, trenle, helikopterle, uçakla, yada o anda fonksiyonel olan herhangi bir şeyle, bazen önceden belirlediğim bir hedefe doğru, bazen de Baudelaire`ìn gerçek gezgini gibi amaçsız-hedefsiz, yalnızca gezmek, yalnızca gitmek için.

En az dağların zirvelerine tırmanmak kadar beni mutlu eden bir şey de, yollarda tanıdığım, herbirinin torunlarına anlatacak bir dolu şeyi olan insanlar.

20-21 yaşlarında gençlerin, okullarından bir yıl, iki yıl izin alıp tek başlarına yada arkadaşlarıyla dünyayı gezmeye-tanımaya çıktıklarını gördüm. Güney Nepal`de bir filin sırtında yaptığımız cangıl gezisinde tanıştığım Alman kadın, Kathmandu`da bir barda tanıdığım gencecik Yeni Zelandalı kız, yada Tibet`in uçsuz bucaksız platosunda Lhasa`ya gitmek için günlerdir yoldan bir kamyon geçmesini bekleyen Koreli genç, Patagonia Andlarında haftalardır yürüyüş ve kamp yapan İsviçreli çift, Şili`de bir cafe`de tanıştığım yalnız gezen 60 yaşındaki musevi kadın, Patagonia`yı pedal basarak gezen Avusturyalı genç çift, – bizim Hülya`mızı da unutmayalım- 10 yıldır Borneo`da yaşayan İngiliz genç, kendilerine “Awesome Foursome” diyen aylardır uzak doğuyu gezen Avustralyalı 4 genç kız ve onlar gibi arayan, öğrenmek bilmek isteyen pek çok kararlı, ne istediğini bilen, yere sağlam basan genç insan. Hepsi hafızamda tatlı bir lezzet bırakıp yollarına devam ettiler.

Aynı özgür ruha sahip insanların 20-30 yıl sonraki halleriyle de tanıştım, 1970`lerde daha 20 yaşındayken evinden ayrılıp 2 yıl dünyayı gezdikten sonra cebinde ancak bir sandöviç`e yetecek para ile evine varan İngiliz, bugün karşıma Antarktika`da çok ciddi bir organizasyonun şefi olarak çıkıyor, olağanüstü sert ve zorlu koşullara rağmen, kendisi gibi işinin ehli ekibiyle birlikte çarkı döndürüyor-sistemi işletiyor. Aynı özgür ruhla bazen Borneo`da bir araştırma laboratuarı`nın lojistiğini üstlenmiş İskoç, bazen Arjantin`in Atlantik kıyılarında yaşayan Deniz memelileri`nin yaşamını inceleyen bilim adamı, bazen Amerika`nın en iyi çalışan Kurtarma örgütü`nün şefi, bazen de dağcılıkta yapılabilecek hemen hemen her şeyi yapmış Fransız dağcı olduğu halde yollarımız kesişiyor.

Gözlerinin derinliğinden, yüreklerinin sıcaklığından, ses tonlarının yumuşak gücünden hemen tanırım onları, içimde ne hayranlık, ne kıskançlık, ne özenme, ne gıpta, sadece saygı duyarım onlara ve seçtikleri yola. Bilirim ki herbiri kendi “svadharma”`sını yerine getirmektedir, kendi doğruluk yollarında ilerleyerek Hint felsefesinin dediği gibi kozmos`un düzenine kendilerince katkıda bulunurlar. Dünya`nın herhangi bir yerinde karşılaştığımızda bütün paylaştığımız basit bir göz selamı da olabilir, saatler süren hoş bir sohbet te. Ve sonra, içinde tatlı-buruk bir lezzetle herkes kendi yoluna gider, görecek başka yerler ve tanışacak başka insanlar vardır.

Kipling`in kaşif“i bir süredir bir ses, bir çağrı duymaktadır;

 

“Something hidden. Go and find it. Go and look behind the Ranges_

Something lost behind the Ranges. Lost and waiting for you. Go!”

“Bir şey saklı. Git ve bul onu. Git ve uzaklarda ara onu_

Uzaklarda kaybolmuş bir şey. Kaybolmuş ve seni bekliyor. Git!”

 

Böylece kaşif gider ve kendisi için saklanan şeyi bulur, bulduğu şeyi insanlara bırakır,

onun ödülü aramaktır.

 

Gençliğinde büyük bir gezi tecrübesi olan insanların, yaşamlarını çok daha verimli ve

sağlıklı kurduğunu düşünüyorum, insan bağımsızlığı ve bunun sorumluluğunu ne kadar

erken yaşar ve öğrenirse , kendi yolunu o kadar doğru seçer ve o denli güçlü ve üretken olur.

 

Bence ilk fırsatta toplayın çantanızı ve olabildiğince uzaklara gidin, ilk anda çok zor gibi

görünse de ilk adımı attıktan sonrası çok kolay gelir. Dışarıda olağanüstü güzel bir dünya

var, kendinize bu şansı verin, sonuçlarına inanamayacaksınız…..