Om Mani Padme Hum – Kızılderilinin Doğa Anlayışı – Herşeyin Başı Eğitim

OM MANI PADME HUM

Budizmin en önemli mantrası olan Om Mani Padme Hum, (okunuşu: om mani peme hung) Budist manastırlarda en çok karşılaşılan semboldür. Tibet, Bhutan, Sıkkım gibi Budist ülkelerde hemen her yerde görebileceğiniz bu mantra, budistlerin en çok tekrarladığı ve kullandığı sözcük.

Budist bir ülkeyi ziyaret ettiğinizde, ‘Lotus Çiçeğinin İçindeki Mücevher’ diye çevirebileceğimiz bu sözcüğe ve Sanskritçe’deki kıvrımlı yazılışına kısa sürede aşina oluyorsunuz. Bütün manastırlarda, evlerin başköşelerinde, trekking yaptığınızda aşacağınız bütün yüksek geçitlerde kayaların üzerinde, bir gün bir tırmanışa katılırsanız Ana Kampınızda, hatta neredeyse sokaklarda bile bu formu değişik boyut ve renklerde ama hep aynı saygıyla ve inanışla yazılmış olarak göreceksiniz.

Bu sözcüğü tekrar etmeyi ve içerdiği kutsal anlamı evrene yaymayı bir ibadet olarak değerlendiren Budistler, hemen her fırsatta bunu kullanırlar. Üzerinde kutsal mantraların yazılı olduğu Dua Bayrakları ve Dua Tekerlekleri ve bu mantrayı okuyarak saydıkları tesbihleri Budistlerin gündelik hayatına öyle işlemiştir ki, onsuz bir eylem düşünülemez bile.

Budizmi kabul eden ilk Tibet kralı Songtsen Gampo ve daha sonra Dalai Lama’lık mertebesini alan 14 Lama, merhametin ve sevginin bedenlenmiş hali olarak ifade edebileceğimiz ‘Avalokiteshvara’ yada Tibetçedeki kullanımıyla ‘Chenrezi’nin insan formu almış hali olarak değerlendirilir. Bu Aydınlanmış Merhametin ses formuna dönüşmesi de, Om Mani Padme Hum’dur.

Bu mantra, kişinin merhamet – sevgi kavramları üzerine konsantre olmasına ve benzeri bütün olumlu duyguları kalbinde hissetmesine yardımcı olur.

KIZILDERİLİNİN DOĞA ANLAYIŞI

1871 yılında doğan ‘Tatanga Mani’ yada Yürüyen Boğa adlı, yaşamı boyunca doğayı anlamaya çalışan Stoney kızılderilisi, yaşlılığında Kanada hükümeti tarafından Kızılderili halkının temsilcisi olarak bir dünya turuna çıkarılır. 87 yaşında, Londra’da yaptığı bir konuşmada, Kızılderililerin Yüce Ruh’la ve onun yarattığı doğa ile olan ilişkisini şu şekilde dile getirir;

‘Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada bir çok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hiç hissedemiyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor ya da caddelerin ışıklarından, geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar Yüce Ruh’un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar.

Biz herşeyin yaratıcısı ve yöneticisi olan Yüce Ruh’la iyi geçiniyorduk. Siz beyazlar bizim vahşi olduğumuzu sandınız. Bizim dualarımızı anlamadınız, anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe, aya ya da rüzgara övgüler düzerken, siz bizim putlara taptığımızı söylediniz. Hiç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye, bizi kayıp ruhlar olarak nitelediniz.

Biz Yüce Ruh’un eserlerini her şeyde görürdük; güneşte, ayda, ağaçlarda, rüzgarda ve dağlarda. Bazen bunlar aracılığıyla Ona yaklaşırdık. Bu çok mu köyüydü? Bence biz, yüce varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla, gerçek bir inançla bağlıyız… Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızılderililer karanlıkta değildir.

Ağaçların konuştuğunu bilirmiydiniz? Evet, konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar; kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun, beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler, bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben ağaçlardan çok şey öğrendim; bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce Ruh hakkında.’

İnsanın artık doğanın sesini dinleme, onunla konuşma zamanı çoktan geldi de geçiyor. Ondan öğrenebileceğimiz öyle çok şey varki, ne kadar erken gözlerimizi, kulaklarımızı açarsak o kadar iyi… Hepimiz için…

HERŞEYİN BAŞI EĞİTİM

Geleceğimizi bugünden hazırlamalıyız. Daha sağlıklı, daha üretken, daha başarılı bir gelecek, ancak bugünün çocuklarının daha iyi eğitilmesiyle olur. Bundan 2600 yıl önce yazılmış Çin şiirinde ozanın dediği gibi;

Eğer bir yıl sonrasını düşünüyorsan, bir tohum ek.
Eğer on yıl sonrasını düşünüyorsan, bir ağaç ek.
Eğer yüz yıl sonrasını düşünüyorsan, insanları eğit.

Bir tohum ekerek bir kez ürün alırsın.
Bir ağaç ekerek, on katı ürün alırsın.
İnsanları eğitirsen yüz kat ürün alırsın.

Ngorongoro Krateri ve Serengeti – İnsan Nasıl İnsan Oldu?

NGORONGORO KRATERİ VE SERENGETİ

Tanzanya’da, Ngorongoro Koruma Parkı içinde yer alan ve aynı adla anılan bu doğa harikası krater, yapısıyla ve güzelliğiyle görenleri büyülüyor. Yaklaşık 20 kilometre çapındaki çukur, kendisini dış dünyadan ayıran 600 metre yüksekliğinde, ağaçlarla kaplı bir duvarla çevrili. Doğu Afrika’da yaşayan hemen her tür hayvanın bulunduğu bu doğa harikası yeri, 19. yüzyılın başlarına dek Nuh’un Gemisi veya Cennet Bahçeleri ile kıyaslamak bile mümkünmüş.

Ancak son model silahları ve koruma – gelecek konusunda tamamen bilinçsiz ve düşüncesiz bir yaklaşımla bölgeye gelen Büyük Beyaz Avcılar!, bütün Doğu Afrika’da olduğu gibi, buradaki doğal hayatı da ellerinden geldiği kadar kırmışlar. Krater, 1978 yılından bu yana Dünya Mirası olarak kabul edilmiş ve tamamen koruma altına alınmış.

Yine de bugün, Ngorongoro’yu ziyaret edenler, Aslan, Leopar, Çita, Fil, Gergedan, Manda, Zebra, Wildebeest, Gazel, İmpala ve kraterin dibindeki sodalı göl Magadi’de yaşayan Flamingoları yakından görebiliyorlar. Kraterin dik duvarlarına rağmen, Krater ile Serengeti arasında ciddi bir göç hareketi var. Aslında yılın her zamanı burada su bulunduğu için bazı hayvanlar her yıl çıktıkları o muhteşem göçe katılmıyorlar ve yılın 12 ayını da burada geçiriyorlar.

Serengeti Ulusal Parkı’nın kapladığı yaklaşık 15.000 kilometre karelik alan, Kenya’daki Masai Mara Hayvan Rezervi ile birleşiyor ve Doğu Afrika’nın en önemli doğal parkını oluşturuyor. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar toynaklı hayvanı bir arada görmek mümkün değil. Wildebeestler sayıları iki milyona ulaşan sürüleriyle, bu bölgenin en kalabalık otçul hayvanı. Doğal olarak da, Aslan, Leopar, Çita, Sırtlan gibi etçil hayvanların da besin zincirinde en önemli yeri tutuyor.

Wildebeestler, Zebralar, Gazeller, her yıl 800 kilometrelik muazzam bir göç yapıyorlar. Saat yönünde dairesel bir hareket şeklinde olan bu göç, güneydoğudaki düzlüklerden başlayıp, batıdaki ağaçlık alana, sonra Kenya’nın Masai Mara’sını geride bırakıp, yağışların geri dönmesiyle tekrar güneye, güneydoğudaki düzlüklere geliyor. Pek çok tehlikeyle dolu olan bu uzun ve zorlu göçü yüzlercesi tamamlayamıyor, timsahlarla dolu nehirlerde boğuluyor, ya da sürüleri takip eden vahşi hayvanlara yem oluyor.

Yağış mevsimi sona erdiğinde, genellikle Zebralar önden gidiyor ve yüksek otları yiyorlar. Arkalarından gelen Wildebeestler orta boy otlarla besleniyor ve son olarak ta Gazeller kısa otları yiyerek göçü tamamlıyorlar. Bu dairesel ve sıralı göç, doğanın verdiği olanaklar dahilinde en kalabalık hayvan topluluğunun beslenmesini sağlıyor. Bugün Amerika’da bazı büyük çiftliklerde de hayvan yetiştiricileri benzer bir metod kullanılıyor.

Vahşi ama adil doğanın muhteşem dengesini ve uyumunu kendi gözlerinizle görmek istiyorsanız, bir gün Afrika’nın bu olağanüstü parklarını ziyaret edin. Belgesellerde, televizyon ekranından, dergi sayfalarından gördüğünüz katıksız doğayı kendi gözlerinizle yaşamak bambaşka bir tecrübe olacak…

İNSAN NASIL İNSAN OLDU?

M. İlin ve E. Segal, “İnsan Nasıl İnsan Oldu” adlı ünlü kitaplarını Gorki’ye anlatırken şöyle der; Şimdi uçsuz bucaksız uzayı gözünüzün önüne getirin. Yıldızların, bulutsuların doldurduğu uzayı. Bu devler devi bulutsulardan birinde Güneş alev alev yanıyor. Güneşten gezegenler kopuyor. Küçücük bir gezegende madde canlılaşıyor, kendi bilincine varmaya çalışıyor. Bunun sonucunda ortaya insan çıkıyor.

Kendini, kendi bilincine varmaya çalışan bir insan olarak algılayan herkese, 1936 yılında yazılan bu çok hoş anlatımlı kitabı okumayı öneririm. Birinci bölümü, yer kabuğuna atfen ‘taş sayfalı kitap’ ön başlığıyla başlayan yaklaşık 400 sayfalık kitap boyunca, tarihin bilinmezliklerinden 1600’lü yıllara değin insanın öyküsü anlatılıyor.

İNSAN BİR DEVDİR

Bu dünyada bir dev var.

Bu devin öyle kolları var ki, hiç güçlük çekmeden bir lokomotifi kaldırabilir.

Bu devin öyle ayakları var ki, günde binlerce kilometre koşabilir.

Bu devin öyle kanatları var ki, bulutlar üzerinde, kuşların çıkamadığı yüksekliklerde uçabilir.

Bu devin öyle yüzgeçleri var ki, su altında balıklardan daha iyi yüzebilir.

Bu devin öyle gözleri ve kulakları var ki, görülmeyenleri görür, başka bir kıtada konuşulanları işitir.

Bu dev o kadar güçlüdür ki, dağları delip geçer ve dolu dizgin akıp giden suları durdurur.

Bu dev yeryüzünü istediği gibi değiştirir, ormanlar diker, denizleri birleştirir, çölleri sular.

Kimdir bu dev?

Bu dev insandır.

Acaba insan nasıl dev oldu, nasıl dünyanın efendisi oldu?

İlin ve Segal böyle başlıyorlar ve bu sorunun cevabını arıyorlar.

SEBAT ETMENİN YERİNİ DÜNYADA HİÇ BİR ŞEY TUTAMAZ.

YETENEK TUTAMAZ; DÜNYADA YETENEKLİ AMA BAŞARISIZ İNSANDAN DAHA OLAĞAN BİRŞEY YOKTUR.

ZEKA TUTAMAZ; ÖDÜLLENDİRİLMEMİŞ ZEKA NEREDEYSE GÜNDELİK HAYATIMIZA BİLE GİRMİŞTİR.

EĞİTİM TUTAMAZ; DÜNYA İLGİSİZ KALINMIŞ EĞİTİMLİLERLE DOLUDUR.

OYSA SEBAT VE KARARLILIK, TEK BAŞINA BİLE HERŞEYE YETER

İpek Yolu – Bir Küçük Rica

İpek Yolu

İnsanoğlu tarih boyunca kah yürüyerek, kah at, deve, eşek, katır, yak sırtında ya da o zamanın koşullarının elverdiği her türlü ulaşım imkanlarıyla geçmişin ünlü ticaret yolu üzerinde yolculuklar yapmış. Adı üstünde Çin’in ünlü ipeğinden, kağıdına, porseleninden barutuna, Arap parfümlerine, Hint baharatlarından Orta Asya mücevherlerine dek geniş bir yelpaze içindeki malların ticaretinin yapıldığı bu tarihi yol, aynı zamanda Doğu ve Batı arasındaki düşünce ve felsefelerin de geçişini sağlamış. Pek çok ürünün, Çin ve Roma İmparatorluğu arasındaki bu hat üzerindeki büyük şehirlerde de ticareti yapılmış. Yolla birlikte şehirler de büyümüş.

Efsaneye göre, bu antik rotaya adını veren ipeğin bulunuşu İ.Ö. 2500 yıllarına dek gidiyor. İpeğin Batı dünyasına ulaşması hakkında değişik hikayeler varsa da, yaklaşık olarak 5. yüzyılda Batıya ulaştığı tahmin ediliyor. O tarihten öncesinde Batı dünyası, ipeğin toprakta yetişen bir bitkiden elde edildiğini zannediyormuş.

13. yüzyıl sonlarında tarih sahnesine çıkan Marko Polo, ünlü kitabı ‘Harikalar Hikayesi’ adlı kitabında, efsanevi İpek Yolu’nu ve bu yolculuk sırasındaki tecrübelerini çok hoş bir dille anlatır. Ama Marco Polo’dan binlerce yıl önce bile tüccarlar, gezginler, hazine avcıları, askerler, macera arayanlar ve hacılar bu rotayı kullanıyorlardı.

İpek Yolu sözcüğü, yalnızca İpek ticaretini değil, Uzak Doğuya özgü egzotik, heyecanlı ve büyüleyici her şeyi çağrıştırıyor insana. İpek Yolu üzerindeki hakim dinler yüzyıllarca İslam ve Budizmdi, ancak Hristiyanlık, Taoculuk, Zerdüştlük, Mani dini, Mazdacılık, Konfiçyüsçülük gibi dinler de bu yol sayesinde yayılım alanı buldular. Doğu dinleri Batı, Batı dinleri de Doğu halkları tarafından tanındı. Bu yolun karakterini de, tarih içinde bu dinler kurguladı. Bu karakter öyle etkileyici ve güçlü oldu ki, bugün bile, bir kaç yıl önce İpek Yolunu develerle aşan bizim Arif Aşçı’mız gibi pek çok gezginin hayallerini, tutkularını süslemeye devam ediyor.

Efsanevi yol, Doğunun mistik şehirlerden ve muazzam coğrafyalarından geçiyor; Babil, Antioch, Tyre, Bağdad, Merv, Semerkand, Buhara, Kaşgar, Taklamakan çölü, Pamir dağları, Keşmir, Yarkent, Turfan, Bişkek, Alma Ata, Taşkent, Urumçi, Dunhuang, Lhanzou, Şian ve diğerleri… Her biri hakkında kitaplar yazılan bu efsane coğrafyaların oluşturduğu rotaların hepsine birden, bugün İpek Yolu adını veriyoruz. Bu yüzden İpek Yolunu sabit, tek bir hat gibi algılamak doğru olmaz, çünkü kullanılan ulaşım şekline göre kuzeyden, güneyden hatta bazen deniz üzerinden yapılan sapmalarla tamamlanmış. Bugünün gezgini, tarihi İpek Yolunda kendi nostaljisini yaşarken, kendi imkanları ve beklentilerine göre bir kaç farklı rota seçebilir.

İpek Yolunun etkisi 14.yüzyılda azalmaya başlamış ve Ticaret yollarının en batı ucunun Osmanlıların eline geçtiği İstanbul’un fethiyle artık iyice kullanımını yitirmiş. Bunun sonucunda 75 yıl içinde, Portekizli ticaret gemileri Çin’e ulaşacak ve Doğu – Batı ticaretin devamını sağlayacak yeni yollar keşfetmiş.

Hayat, bizim en iyi olmamızı değil, sadece yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışmamızı ister.

BİR KÜÇÜK RİCA

DOĞAYA ÖLDÜRMEK YA DA AVLANMAK İÇİN DEĞİL, GÖZLEMLEMEK VE BELGELEMEK İÇİN ÇIKIN. ÜZERİNİZDE KAMUFLAJ GİYSİLERİ, BELİNİZDE FİŞEKLER VE OMUZUNUZDA BİR TÜFEK YERİNE, YANINIZA YEDEK FİLMLER VE OBJEKTİFLER, DÜRBÜN, FOTOĞRAF MAKİNASI VE TRİ,PODUNUZU ALIN DOĞAYA ÇIKARKEN.

EVİNİZE, DOĞADAN KESİK BİR HAYVAN KAFASI, KANLI BİR POST YA DA ÖLÜ BİR HAYVAN YERİNE, ONLARIN RENKLİ, CANLI FOTOĞRAFLARINI, HAREKETLİ GÖRÜNTÜLERİNİ GETİRİN.

ÇOCUKLARINIZA, ÖLDÜRMEKTENSE GÖZLEMLEMEKTEN ZEVK ALMAYI, SEVMEYİ, YAŞATMAYI, BÜYÜTMEYİ, DOĞAYLA MÜCADELE ETMEKTENSE ONUNLA UYUM İÇİNDE YAŞAMAYI ÖĞRETİN.

HAFTA SONUNUZU NASIL GEÇİRDİĞİNİZ SORULDUĞUNDA, “ÖLDÜREREK” DEMEKTENSE, “ÖĞRENEREK”, “DOĞAYI VE YAŞAMI ÖĞRENEREK” GEÇİRDİM DEMEYİ SEÇİN.

KENDİNİZE VE DOĞAYA BİR İYİLİK YAPIN VE TÜFEĞİNİZİ SATIP BİR FOTOĞRAF MAKİNASI SATIN ALIN.

Dünyada ve Cennette insanların hayal edebileceğinden çok daha fazla güzel şey vardır.

W. Shakespeare

İskender’in Yolculuğu

Bundan bir hafta önce, Ağrı Dağı kış tırmanışı için Van uçağına bindiğimizde, ne biz hayatımızın en kötü kabusuna, ne de İskender son yolculuğuna gittiğini bilmiyordu. Herşey olağan bir kış tırmanışı heyecanıyla başladı. 25inde bindiğimiz Van uçağının kötü hava koşullarından dolayı alana inemeyip, tekrar İstanbul’a geri dönmesi bile, bize önümüzdeki kabusu çağrıştıramadı.

Bütün kararlılığımız ve iyi niyetimizle, Ağrı Dağına gerçekleştireceğimiz ikinci tırmanışımızı hayal ediyorduk. Dört ay kadar önce, hoş bir sonbahar sabahı Ağrı’nın zirvesinde, 10 yıllık sabır ve özlem dolu bekleyişimizin ardından sevinç içinde beş kişi birbirimize sarılmıştık. Ve Ağrı ile ikinci ortak buluşmamızda hayallerimiz, beklentilerimiz yine aynıydı.

 

Van’ın güzelim kahvaltı salonlarında yediğimiz lezzetli bir kahvaltı, ardından da Doğubayazıt’taki dostlarımızla gittiğimiz harika ocakbaşı, tırmanış öncesi morallerimizi en üst seviyeye çıkarmıştı.

 

Ertesi sabah da, Doğubayazıt Jandarma Asayiş Komando Bölüğünün araçları ve askerlerinin koruması altında, 2400 metredeki araç yolunun gittiği son noktaya kadar çıktık. Sonrada sırt çantalarımızı yüklenip önce 3200 metredeki 1. kampa, rahat bir gecenin ardından da ertesi gün 4200 metredeki 2.kampa tırmandık.

 

Durumumuzun iyi olmasından ve hava koşullarının uygun olmasından dolayı da, sonraki gün zirveyi zorlamaya karar verdik. Böylece İskender, Kuvvet abi, Selçuk ve ben sabah 06:00 gibi kalkıp hazırlığımızı yaptık ve zirve tırmanışımıza başladık.

 

Gayet rahat ve tempolu bir şekilde yükselerek, küçük molaların ardından 5000 metredeki dik ve tehlikeli parkura girdik. Doğrusu ya, dağcılık hayatımda beni ciddi şekilde tedirgin eden çok fazla yer olmamıştır, bu yan geçişten gerçekten korktum. Çıkış boyunca burayı nasıl ineceğimizi düşündüm. Hatta bir ara durup, arkamdan gelen İskender’i beklemeyi ve Selçuğun taşıdığı iple emniyet almayı bile düşündüm. Ancak yavaş ve dikkatli bir şekilde yükselerek bu cam buz yan geçişi tamamladım ve zirveye giden platoya çıktım. Hızlı bir şekilde son yüz metreyi de tırmanarak saat 12:30’da zirveye vardım.

 

Rüzgardan dolayı fazla oyalanamadım, sadece telsizle Jandarmaya zirveye ulaştığımızı haber verdim ve bir kaç fotoğraf çekip inişe geçtim. İnerken dikkatli ve kendinden emin adımlarıyla yükselen İskender’in yanından geçtim ve beni tedirgin eden buzul yan geçişinin başına geldim. Burada da önce Selçuk, arkasından da Kuvvet abi yanımdan geçip zirveye doğru yükselmeye devam etti.

 

İniş için uygun bir yer aranmaya başladım ve gözüme kestirdiğim bir yerden yan geçişe başladım. Buzula 10 metre kadar girdim ama devamından bir türlü emin olamadığım için tekrar geri çıktım. Biraz daha parkuru araştırdım ve yeni bir yerden tekrar inişi denedim. Bu sefer 20 metre kadar ilerledim ve daha fazla alçaldım ama yine sağlıklı bir yan geçiş rotası bulamadım ve aynı yeri geri tırmandım. İki kez deneyip inememenin getirdiği artan tedirginliğimle, son kez bu sefer daha soldan ve çıktığım rotaya yakın bir yerde, Selçuğun yanımdan geçerken bahsettiği dar çatlak hattına girdim. Orada da 15 metre kadar indim ama çatlak iyice gözden kaybolunca bu planım da tutmadı.

 

Böylece artık burayı iple denemenin şart olduğuna karar verip yine geri çıktım. Başarısız iniş denemelerim sırasında zaten İskender ve Selçuk’ta zirveye ulaşıp yan geçiş yerine gelmişti. Hemen Selçuk’tan ipi aldık ve hazırladık. Hattımız sadece çok hafif bir denge unsuru için kullanıldı. Gerçek bir buz emniyeti ancak buz vidası veya buz çubuğuyla alınır. Ancak burada böyle sağlam bir emniyet sistemi değil sadece dengemizi koruyacağımız basit bir sistem kurduk. Hızlı ve güvenli bir şekilde ipi açıp Selçuğun emniyeti altında yan geçişi tamamladım ve hemen arkamdan da İskender’in aldığı emniyetle Selçuk yanıma geldi. Kuvvet abiyi beklerken kazmamın ucunu olduğu kadarıyla buza saplayıp ipin bendeki ucunu sabitledim. Sıra ona geldiğinde, İskender onun emniyetini de hazırladı ve daha inişe başlayamadan olan oldu.

 

Selçuğa aşağı inmesini söylemiştim ama daha inişe geçemeden yukarıdan bir gürültü koptu. Kuvvet abi yan geçişin beş metre üzerinde dengesini kaybedip düştü ve kaymaya başladı. Selçukla yapabileceğimiz tek şey, ipin bizdeki ucuna sahip olmak ve tabii ki, bu darbenin bizim üzerimizde yaratacağı etkiyi minimuma indirmekti. Aman dikkat, ipi tut, kayma, kaymasın filan derken tabii ki, Kuvvet abinin ağırlığı ipe vurunca kazma filan fırladı gitti. Onunla birlikte biz de dengemizi yitirdik.

 

Selçuk da, ben de pozisyonumuzu kaybedip kaymaya başladık. Selçuk dizlerini vurma pahasına, ancak 10 –15 metre sonra bütün gücüyle cam buza saplamaya çalıştığı buz kazması sayesinde durabildi. Ben dik buzulda, kazmasız bir halde kaymaya başladım ama şans eseri kendimi geriye yatırıp, daha hızlanmadan kramponlarımın ucunda durmayı başardım. Kendimizi durdurduktan sonra da, Kuvvet abinin de 25 metre aşağıda buz kazmasıyla durabildiğini farkedip rahat bir nefes aldık. İskender’in de yukarıda, en güvenli yerde olduğu düşüncesi, ama yine de, onun da sağlam olduğuna emin olmanın içgüdüsüyle, daha Kuvvet abinin yanına gitmeden, “İskender”, “İskender” diye bağırmaya başladık.

 

Ta ki, Kuvvet abi, “İskender yanımdan jet gibi geçti, gitti” deyinceye dek. Allahım, Nasıl olur, Nasıl olur, Nasıl, Nasıl, Niye diyerek, kazmasız bir şekilde hızla Kuvvet abinin yanına indim ve Selçuk’la birlikte ne olduğunu anlamaya çalıştık. Bir dağcının en büyük kabusu, biricik İskender’imizin başına gelmiş. İskender buzulda kayıp yüzlerce metre aşağıya uçmuş. Böyle bir düşüşte şansımız çok küçük bile olsa, şu anda şoka girecek, ağlayacak vaktimiz yok. Yapmamız gereken şey, önce onun yerini tespit etmek. Hızla inmeye başlayıp, iyice sola kayarak buzulda İskender’i görmeye çalışıyorum. Bir kaç yerde buzulu görüp, aşağıda İskender’e ait bir iz arıyorum. Tek görebildiğim turuncu renkli bir kumaş; büyük ihtimalle İskender’in çantasından fırlayan bivak torbası.

 

Durum korkunç. Derhal, daha bir saat önce zirve haberini verdiğim Jandarmaya bu kez acı haberi vermek için telsiz çağrısı yapıyorum. Sonrası, iki gün boyunca Komutanlarla, AKUT’tan arkadaşlarla görüşme ve kurtarma operasyonunu çok hızlı bir şekilde organize etmekle geçiyor. İskender’in düştüğünü duyan inanamıyor, inanmak istemiyor. Haber, gerçek olamayacak kadar anlamsız, saçma, yersiz. İskender’in tecrübesi ve bilgisine sahip biri nasıl düşebilir. Düşmez, düşemez, dengesini kaybedemez.

 

İskender’i bir kez bile görenler, onunla bir kez bile konuşanlar, o sıcacık gözlerdeki içtenliğe ve yumuşacık ses tonuna vurulurlardı. Bu kadar yetenekli, iyi niyetli, sevgi dolu ve her an pozitif enerji yayan mütevazı bir çocuğun kayıp haberi, onu az tanıyanları da, çok tanıyanları da sarstı. Can dostları, gözyaşlarını içlerine akıtıp onu arama çalışmalarına katılmak için Türkiye’nin dört bir yanından geldiler, sevdikleri, her an bir mucize haberi bekleyerek sabırla dua ettiler. Bütün tecrübeme ve öngörüme rağmen ben bile, İskender’in yeteneğinde ve tecrübesinde bir dağcının, ilk anda ölmezse, yaralı bile olsa, o koşullarda bile kendi başının çaresine bakabileceğine ve dostlarının onu almaya geleceğini bekleyeceğine inanmaya çalıştım. Öyle bir düşüş için, mucize kavramının bile dışında kalacak bir durum…

 

Kaza haberinin üzerinden daha 8 saat geçmeden AKUT’tan yaklaşık 50 kişi, ORDOS, YTÜDAK, BÜDAK, BÜMAK ve DOST’lular, Dağcılık Federasyonu, İstanbul, Ankara ve Kayseri’den gelen dağcılar, Erzurum Sivil Savunma Birliği, Genel Kurmay Başkanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı, 1. Mekanize Tugay Komutanlığı, Doğubayazıt İlçe Jandarma Komutanlığı ve Doğubayazıt Jandarma Asayiş Komando bölüğünden oluşan çok kalabalık bir ekibin inanılmaz uyumlu ve planlı çalışması ve 3. Ordu Hava Alayı’nın son derece yetenekli pilotlarının 4600 metre yükseklikte gerçekleştirdiği, dünyanın en iyi havacılarını bile kıskandıracak muhteşem hava operasyonu sonucunda İskender’in cansız bedenine ulaşıldı.

 

Ve İskender’in yolculuğu burada sona erdi…

 

Ah İskender Ah. Neden be koçum, daha yapacağımız bu kadar çok şey varken, kurtaracağımız bu kadar insan, önümüzde bu kadar büyük projelerimiz varken, AKUT’u Türkiye’ye yakışır bir kurum haline getirecekken bu kadar zamansız gidilir mi? Sen her zaman, herşeyi planlı, düzenli, organize yapardın. Bizi nasıl bıraktın bir başımıza? Sen yokken kim bastıracak tartışmalarmızı, kim eliyle ara işareti yapıp, güleç yüzüyle hepimizin fikirlerini derleyip – toplayıp orta noktayı bulacak. Kim bizi her yerde, her durumda en iyi şekilde temsil edecek. Kim insiyatif kullanıp, dağlarda, depremlerde, aramalarda, kurtarmalarda ekiplerimize liderlik edecek.

 

Ah İskender Ah. gelecekte kim AKUT’un başkanı olacak…

 

En acısı ne biliyormusun: Senin iyi olduğunu bilsem, ister Patagonya’da, ister Uganda’da ol, nerede olursan ol, yeterki iyi ol. Dostluğumuza, sıcaklığına, sevecenliğine hasret sabreder beklerdim, hepimiz beklerdik. Ama İskenderim, seninle Gölcük’te, Değirmendere’de, Düzce’de, Atina’da, Aladağlarda onlarca şanssız cesedi plastik, soğuk fermuarlı torbalara

koyduktan sonra, soğuk bir kış günü, Doğubayazıt düzlüklerinde, askeri bir helikopterin altında aynı soğuk, plastik, fermuarlı torbaya, kendi ellerimle genç bedenini koymak var ya, bana fazla geldi be dostum…

 

Şu anda tek tesellim, senin hakkındaki duygularımı, düşüncelerimi sana Değirmendere’de dile getirmiş olduğum düşüncesi. Sana çok güvendiğimi, insiyatifine, değerlendirmelerine, çalışkanlığına, kararlılığına, dayanıklılığına, dürüstlüğüne, dostluğuna inandığımı ve ihtiyaç duyduğumu söylemiştim. Kendimi bu kadar açtığım çok az kişiden biriydin. Ve beni hep şaşırttın be İskender, insan hiç mi hata yapmaz, yanlış karar vermez yahu…

 

Gelecekte hep sırtımı sana dayayabileceğimi, çünkü senin hep orada olacağını düşünürdüm. Biliyormusun hala öyle düşünüyorum. Seni seven birinin dediği gibi, artık dostumuz İskender yok ama meleğimiz var…

 

“…..en kötü ihtimalle başarısız olsa bile, en azından büyük bir şeyi denerken başarısız olur ve onun yeri asla kaygıyı, bozgunu hiç tatmamış, soluk, çekingen ruhların yanında olmayacaktır…..”

İskender

Merhaba,

İskender yaşarken olduğu gibi, ölümüyle de bize dersler vermeye devam ediyor. Ne kadar güzel ki, özellikle gençler ona ve onun kişiliğinde kendini bulan değer yargılarına sahip çıkıyor. Biliyormusunuz, onun mezarını her gün ilkokul, ortaokul öğrencileri ziyaret ediyor.

Aşağıdaki mailleri okudukça bugün elim yazmaya varmadı. Sizleri sizlerle başbaşa bırakıyorum.

NOT: Her şey bir yana, bu acı olay sayesinde Türkiye’mizin hiç bilmediğimiz büyük! dağcılarıyla da tanışmış olmayı bir artı değer olarak kabul ediyorum. Biz Halil’i ve Recep’i Ağrı’da kaybettiğimizde, Muzaffer ve Alpaslan’ı Bolkarlar’da aradığımızda, Soner’i Kaldı’dan indirdiğimizde, Ender’i Sivri dağda, İskoçyalı kadını Babadağda kurtardığımızda, Karcıdağındaki çığda o şanssız dağcı genci aradığımızda ve ülkemizdeki diğer dağ kazalarında, mütevazılıklarıyla ön plana çıkmadan saklanan bu değerli! yorumcularla, İskender’imizin acı kaybı vesilesiyle tanışmış olmayı ülkemiz dağcılığı için bir kazanç olarak değerlendiriyorum. Asıl merak ettiğim konu, gelecekteki kazalarda aynı coşku ve yapıcı! tutumla aramızda olup, bizleri masabaşı dağcılık bilgilerinden mahrum bırakıp bırakmayacakları…

 

öncelikle cok degerli arkadasınız İskender Igdır’ın elim bir kaza sonucu yitirilmesinden duydugum uzuntuyu ifade etmek isterim. hayatini insana ve dogaya adamis boyle kisilerin zamansiz kaybi beni her zaman derinden yaralamistir.sahsinizda tum akut camiasina bassaglıgı dilerim. umit ediyorum bu yitirilmisligin ardindan nice İskender’ler dogar. ulkemizin boyle insanlara her zaman ihtiyaci oldugu kanaatindeyim.ulusal basindan takip edebildigim kadariyle goruyorum ki, İskender saglam karakterini vakur kisilik sergileyen babasindan ve ailesinden almis, siz yakin dostlariyle birlikte de percinlemis ve zenginlestirmis.

bazi ozdeyisler vardir ki insani etkiler. beni de etkileyen bir ozdeyisi aktarmak istiyorum. “hayatimiz, yaptigimiz tercihlerin toplamidir.” sizlerin ve İskender’in tercihleri, yani yasam felsefesi herkesce malum. bu tercih, bu yasam tarzi cok sevdigi doganin onu koynuna almasiyla son buldu. huzur icinde yatsin.

sizlere elestiri getirenlere bugüne kadar gosterdiginiz saglam davranis bicimiyle gerekli cevabi verdiniz zaten. bazilari sizlerin medya onune cikmanizdan ve onurlu davranislarinizdan rahatsiz oluyor galiba.

Atilla T.

SEVGILI NASUH,

BASIN SAGOLSUN COK UZULDUM. UNUTMA KI BU ULKEDE HERKES YAPTIGIN SEYLERI TAKDIR EDIYOR VE SONUNA KADAR YANINDALAR…

BU GUNE DEK YAPTIGIN VE YAPMAKTAN YILMAYACAGIN TUM IYILIKLER ICIN BINLERCE TESEKKURLER.

NE OLUR DOGRU BILDIGIN YOLDAN SASMA…

SANA VE AKUTA VE ISKENDERI TUM SEVENLERE BAS SAGLIGI DILERIM.

SEVGILER.

GOKCE

 

Tüm Türkiye gibi ben de acınızı paylaşıyorum. İskender Iğdır’ın ailesine ve sizlere sabır diliyorum. Basında çıkan terbiyesizliklerin sizi üzmesine lütfen izin vermeyin.

Alikonur Y.

Dün Hürriyet Gazetesinde yayınlanan yazınızı okuduktan sonra hiç tanımadığım biri için bu kadar ağlayacağımı tahmin etmiyordum. Ama anladım ki Sizlere çok güvenmişim. Bir gün BURSA’da da yaşayacağımız bir felakette Belki de kurtarıcımız olacak birini kaybetmenin ne kadar acı olduğunu anladım.

İskendere ….. Gittiğin yerde rahat uyu. Ama ben senin yokluğunu ölümünden sonra anladım ve

Artık rahat uyuyamayacağım.

Müge

Hani bazı insanlar vardır, hayatınıza bir an girip çıktıkları halde hiç

hafızanızdan silinmezler. Öyle biriydi benim için İskender Iğdır…

17 Ağustos depreminden sonra Akut Merkez’de telefonlara bakacak insana

ihtiyaç duyulduğunu öğrendim. Görüşmem gereken kişi İskender Iğdır diye

biriydi. Halk Yaşam’ın 8. katına çıktığımda oradan oraya koşan insanların arasında sürekli olarak birileri ” İskender “, diye sesleniyordu. Telefonların bulunduğu odanın ortasında ince silueti, kıvırcık saçlarıyla gördüğüm an, içim ısındı ona… Benim şaşkın bakışlarıma, yabancılığıma sıcacık bir gülümsemeyle cevap verdi, hem de onca ” İskender ” lafının arasında… Derdimi anlattım, beni yönlendirdi ve koşuşturmacaya devam…

 

Ölüm haberini alalı aşağı yukarı bir bir buçuk saat oluyor. Gözümün önünde ilk beliren sabırla, ilgiyle, nazikçe telefonda yaptığı bir konuşma oldu. Yanaklarımdan süzülen yaşlara şaşaladım önce… ( Kısa bir süre önce yitirdiğim amcama bile üzülmediğimi düşündüm biraz utanarak… ). Öyle emindim ki kurtulduğunu duyacağıma… Sadece bir ” offff! ” çıktı ağzımdan… Diyecek ne var ki başka? ” Yazık ” ? Asla sevdiği bir şeyi yaparken ölen birine söylenecek söz değil.

” Gençti “, diyenlere de uzun yaşamak mı, iyi yaşamak mı, diyorum.

 

Yapacak çok şey vardı belki… Tırmanılacak çok dağ, kurtarılacak bir çok insan… Bir daha ki sefere İskender…

Hani bazı insanlar vardır, hayatınıza bir an girip çıktıkları halde

hafızanızdan hiç silinmezler. Öyle biriydi benim için İskender Iğdır.

Iskender’in anisini hep icimizde yasatmaga, onu cocuklarima anlatmaga

calisacagim.

Levent V.

 

Iskender Igdir’i kaybetmenin acisini ve onu sizlerin tanidigi gibi

yakindan taniyamamanin uzuntusunu yasiyorum. Bence tüm AKUT gonulluleri ve Iskender Igdir’in diger yakinlari bu kisacik hayatta onunla paylasabildikleri icin cok sanslilar.

Sibel K.

 

O ŞİMDİ AKUT CENNET TEMSİLCİSİ…

….bugun “Iskender’in Yolculuğu” başlıklı yazının sonlarında

–belki de çoğu insan gibi- gözyaşlarımı tutamadım… ama benim gözyaşlarım

O’nun “geçiş”i için değildi… senin duyguların nedeniyleydi.. çünkü “ölüm”

yoktu, sadece “geçiş” vardı… O, evet senin anlattıklarından ve resimlerine

bakınca açıkça gözlerinde görüldüğü gibi, çok yüksek değerleri aktarmak üzere

gelmişti.. lütfen.. ama lütfen… –öyle yapacağını biliyorum, ama altını çiziyorum- O’nun değerlerine sahip çık.. geliştir… çünkü O, o değerler için

buradaydı… o değerleri göstermek için buradaydı… Bu görevi tatmamladı ve

“geçti”… -“

Zeynep

 

Öncelikle geçirdiğiniz kazadan dolayı ve genç bir arkadaşınızı kaybetmenin acısıyla size ve tüm arkadaşlarınıza baş sağlığı dilerim eminim ki sevenleriniz ve bizler herzaman sizlerin yanınızda ve arkanızda yer alacağız. İskender de bu tırmanışa çıkarken başına gelebilecek her türlü tehlikeyi göze alarak bu yolculuğa çıkmıştır. Ancak sevgili ve saygıdeğer gazateci birkaç arkadaşın size yönelik tenkit ve saldırısını tek kelimeyle kınıyoruz. Çünkü her insanın bu tür yolculuklara ve tehlikeli spora başlarken her türlü kaza ve tehlikeyi göze alarak böyle bir harekete kalkışacak öz güveni ve hür iradesi vardır.

 

Böyle bir kazanın olmasını kimse istemezdi kimse kimsenin canına maal olacak bir hareket te bulunmak istemezdi ama oldu ve yaşandı üzücü bir durum ama iskender türk dağcıları ve akut üyesi şehidi olarak hiç birzaman kalplerimizden silinmeyecektir. Beni üzen aynı gazetede çalıştığınız bir arkadaşınız sizi tenkit etmesi ama eminim halkın sağduyusu böyle

karalamaları dikkate bile almayacaktır.

BARIŞ Ş.

 

Sizin ve tum arkadaslarinizin acisini paylasiyor ve sabir diliyoruz. Ve

lutfen, bazi kendini bilmez, ne dedigini bilmez, kompleksli kisilerin sizi

uzmesine izin vermeyin.

Banu B.

_______________________________________________

……

Duygularım yoğun ve biçare.Gül yüzlü İskender’in acısını paylaşmak istemek gibi bir hakkım var mı acaba. Siz aynı güzellikteki iki insanın paylaşımlarını ne bilebilirim ne de yaşayabilirim.Tek bilebildiğim samimiyetimdir. Bazen, kısacık zaman dilimlerinde kocaman bir hayatı paylaşırız. Bir ömre bedel.

Ne mutlu size.

Kadir K.

 

Ben çok üzgünüm ama tabii benim hissettiklerim seninkilerin yanında

hiçbişeydir.Sana başın sağolsun demekten başka bişey diyemiyorum.

başın sağolsun……sana sabır diliyorum.hemde sürekli……..

Kendini bilmez terbiyesizlerin ne söylediğine aldırmadığını umuyorum.

değer

….

 

böyle bir enerjisi olmasa böyle erken gider miydi? onu tanımayanlar bunca üzülür müydü? ya da her gören gözlerindeki huzurdan,pozitif enerjiden bahseder miydi???şu birkaç günde gidişiyle bile birçok insana neler düşündürdüğünü bilebilseydi keşke… Allah sana ve tüm sevenlerine sabır versin dostum..Onun güzelliklerini yaşatman dileği ile…

Banu B.

 

Dünkü basın toplantısında gereken cevabı çok iyi

verdiniz umarım anlaşılmıştır dedim ama anlaşılmamış ki

akşam Savaş Ay’ın programında bir özür

gelmedi. Herhalde sayın Altaylı bilgi topluyor. Ben

kendisine bunu yakıştıramadım eminim diğer

okuyucuları da benimle aynı fikirdedir. Neyse daha fazla

canınızı sıkmak istemiyorum .

 

Ben 17 yaşında İzmit’li bir depremzedeyim.

Size olan sevgim deprem sırasında inanılmaz büyüdü. Depremden sonra bir

dergide İskender abiyle ilgili bi röportaj okumuş. Akut içinde isimce

tanıdığım birkaç insandan biri olmuştu. Bilmiyorum neden ama o röportaj annemi ve beni çok etkilemiş, ona çok ısınmış ve Akut dendiğinde benim aklıma sizden sonra gelen ikinci isim olmuştu. Bu arada sizlere “abi” diye hitap ediyorum umarım sakıncası yoktur çünkü sizleri kendime çok yakın görüyorum.

 

Geçen hafta eve geldiğimde annem ağlayarak bana İskender abinin öldüğünü söyledi. Annem kendini tutamıyor , ağlamaya devem ediyordu. Bende ağladım, ağladım çünkü iyilere bu kadar ihtiyacımız varken bir iyi insanın daha aramızdan ayrılmasına üzüldüm. Sonra bin kat daha üzüldüm çünkü sizin gibi iyi insanları sırf gündemde kalabilmek için nasıl yıpratmaya çalıştıklarını gördüm. Sizler bunları haketmiyorsunuz hem de hiç.

 

Özellikle , Nasuh abi sana karşı bazılarının tavrı var galiba bu kadar iyi olmanı kıskanıyolar. Deprem zamanı bile senle ilgili bi sürü saçma salak haber çıktı. Yok efendim dinin neymiş…Biliyor musun Nasuh abi, istersen ateist ol, bu hiçbirimizin umrunda değil, biz seni yaptığın işlerle sevdik. İşte onlar bunu anlamıyorlar. 0-6 yaş grubu bile böyle haberden sıkılır.

 

Dün saat üçe kadar annemle A Takımını izledik. Tek kelimeyle sinir olduk. Şiddeti sevmem ama Fatih Altaylı’nın ağzını burnunu kırmak istedim hem de öyle bi istedim ki…Ölü bi insana saygısı olmadığı için senin gibi iyi bir insana kendi pisliğini çamurunu atmaya kalkıştığı için…. Bu ülkenin medyasının böyle bir huyu var iyi insanları korumak yerine karalamaya çalışmak gibi. Sonra da bütün insanlar bi fırsatını bulduğunda yurtdışına gidip orda yaşamaya başlıyor.

 

Sizin ve Akut’un yıpranmayacağını biliyorum buna inanıyorum. Sizin

arkanızdan gelecek, sizin izinizi takip edecek bir sürü gençler var ama o tarz insanların arkasından gelecek milyonlar olmayacak…Belkide bütün bunları sizlerin başarılarını kıskandıklarından yapıyorlardır…

 

İnşallah bende bu sene üniversiteyi kazanırsam ilerde dağcılık kursları alıp , bu sporla uğraşmak ve bi gün Akut’un üyesi olmak istiyorum; depremde kaybettiğim insanlar için bişey yapamamıştım, ilerde başka insanlar için birşey yapıp bunun acısını hafifletmek istiyorum, başka insanlara faydam olsun istiyorum……..

Tekrar hepinizin , hepimizin başı sağolsun, yaşadıkça İskender abiyi

unutmayacağım.

Ayşegül

 

Ben bir opera şarkıcısıyım ve Rize yaylalarına yaptığım bir trekking gezisi dışında,

dağcılıkla ilgili en ufak bir bilgi sahibi değilim, bu nedenle size yazılı ve sözlü basında yapılan eleştirileri teknik olarak değerlendirme şansım yok.

 

Ancak yüreğimin gözüyle baktığım zaman bile,yapılan tüm eleştirileri çok zamansız

mesnetsiz ve acımasız buluyorum, hele bugün Hürriyet gazetesindeki yazınızı okuduktan, ne kadar büyük bir üzüntü ve yıkım yaşadığınızı gördükten sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.

 

Benim söyleyeceklerim sizin için ne değiştirir bilemiyorum, ama ne “taammüden” arkadaıınızın ölümüne seyirci kaldığınıza, ne yetersiz bir ekip başı olduğunuza, ne de neredeyse para ile satın aldığınız dağcılık birikimi ve başarılarınızla ilgili söylenenlere inanmak akıl dışı!

 

Sizin sansasyondan uzak samimiyetiniz, idealizminiz ve alçakgönüllülüğünüz bize

basın yoluyla yeterince yansıdı ve söylenenler bunu değiştirmeye yeterli değil.

 

Size en çok destek olunması gerekirken, böyle acımasızca köstek olunması sizi incitmesin lütfen, bizim, sizin ve arkadaşlarınızın varlığı ile duyduğumuz gurur, huzur ve yapacaklarınıza olan inancımız, belki böyle bir zamanda duymaya ihtiyacınız olan şeylerdir diye yazıyorum, saygılarımla.

 

İlk önce sevgili kardeşimiz ISKENDER IĞDIR’ın kaybından dolayı size ve akut

ailesine taziyelerimi bildiririm. Bazı köşe yazarlarının İSKENDER IĞDIR’ın

kaybının size yükleme gayreti içine düştüler sizin basın açiklamasını ne de

05-03-2000 tarihindeki yazınızı beklemeden karalama kampanyasına

ödnüştürdüler. Aynı gazetede yazdığınız programınıza konuk olduğunuz kişi

olayları tam bir şekilde öğrenmeden konuyu bilmeden kendisini bir dağcı

yerine koyarak ama belki sizden önce rüyasında Ağrı’ya çıkmış olabilir ya da

Everest’e de çıkmış olabilir biz onu tecrübeli dağcı olduğunu sevgili

İSKENDER IĞDIR’ı kaybettikten sonra öğrendik. Profesyonel davranışlarınız ve

hiç bir polemiğe girmemeniz güzel bir davranıştı.

 

Her pazar gibi bugün de sabah çayımı almıs içiyordum. Bir yandan da gazetelere

göz gezdiriyordum işte o sırada yazınızı gördüm, bu hafta belki yazmazsınız

diye düşünmüştüm çünkü oldukça yorgun olmalıydınız hem fiziken hem ruhen, ama

yazınızı görünce çok sevindim ve okudum okurken gözlerim yaşlarla doldu

inanıyorum benim gibi bir çok insanın bu yazıyı okurken gözleri

yaşarmıştır. Bütün olanları, büyük bir yüreklilikle anlatmışsınız daha sizden ne

isteyebilirler ki. Dün akşam istemiyerek de olsa A takmını izledim, umarım o

programla bu olaya bir nokta koymuşlardır. Sizleri artık rahat bıraksınlar,

sizleri üzerken bizleri de üzüyorlar. Hepimiz üzülüyoruz ve hepimiz sizin

arkanızdayız. Sadece gençler degil anneler babalar da.

Yazınızın sonunda dediğiniz gibi artık arkanızda hem bir meleğiniz hem de

bizler varız. Hersey daha iyiye gidicek böyle daha güçlüyüz.

Çok üzücü, çok üzücü

 

Bu memlekette iş yapan insanları üzmeye, küstürmeye ve kırmaya bahane arıyoruz maalesef.

Çamur at izi kalsın politikası genlerimize işlemiş. Nerede dürüst, yaptığı işi doğru düzgün yapan,

sevilen, saygı gören, takdir edilen insan ya da kurum varsa ilk fırsatta yok etmeye, adını kirletmeye saygınlığını zedelemeye can atıyoruz.

Ama lütfen hiç olmazsa Nasuh Mahruki için bunu yapmayalım. Allah’tan gelen bir kaza sonucu yaşanan facianının sorumluluğunu O’na yıkıp da bu idealist insanı küstürmeyelim. Çünkü toplum olarak böyle insanlara ihtiyacımız var. Her zaman….

 

Bu kez atılan çamur atanın ellerine yapışsın!

Hayriye M.

 

Arkadaşınınzın ölümüne gerçekten çok üzüldük

böyle üzücü bir olayda dahi kötü niyetli insanlar çıkabiliyor siz onlara aldırmayın

kendinize iyi bakın çünkü siz önemli bir insansınız

hayat devam ediyor……

Gökmen B.

 

Birkaç gün önce yaşadığınız kazadan dolayı size ve arkadaşlarınıza geçmiş olsun diyoruz ve kaybettiğiniz çok değerli arkadaşınız için size ve AKUT’a başsağlığı diliyoruz.Ayrıca kaza hakkında yapılan yorumların haksız olduğuna inanıyoruz.Sakın moralinizi bozmayın ve kendize inancınızı kaybetmeyin.Türkiye’nin size ve arkadaşlarınıza gerçekten ihtiyacı var.

Gülay & Mucit E.

 

ÇOK GÜÇLÜ VE ÇOK GENİŞ BİR YÜREĞİ VAR AKUT’UN .

İSKENDER DE BU YÜREĞİN BİR PARÇASIYDI. BİLMİYORUM BIR YERLERDE BİZLERİ VE SİZLERİ İZLİYOR OLDUĞUNA İNANİYORUM. HERKESİN ONUN GİDİŞİ ARDINDAN ÇOK ÜZGÜN OLDUĞUNU DA. VE ONU YATTIĞI YERDE RAHATSIZ ETMEYE CALIŞAN BİR GRUP ZAMANSIZ BİLGİSİZ VE KÜSTAH İNSANIN HADDİNDEN GELİNECEĞİNİ DE.

KENDİM İÇİN SÖYLÜYORUM. HIC TANIMADIĞIM İNSAN İÇİN GÖZYAŞI DÖKÜYORUM. HİÇ BİR PSİKOLOJİK RAHATSIZLIĞIM YOK AMA BU KADAR YOĞUN HİSSEDİYORUM GARİP BİR ŞEKİLDE ACISINI. YÜREĞİM İNANCIM HEP SİZİN YANINIZDA VE SİVRİ DİLİM DE HEP SİZE CEPHE ALMAYA ÇALIŞAN KENDİNİ BİLMEZ ÜÇ BEŞ ÇAPULCU KARŞISINDA OLACAK. KEŞKE SİZLER YANİ AKUT İÇİN VE İSKENDER İÇİN GERÇEK ANLAMDA BİR ŞEY YAPABİLSEYDIM. SEVGI UMUT MÜCADELE HEP KANATLARINIZ DA OLSUN VE CANLI OLAN YAŞAM OLAN HER YERİN HER ŞEYİN ÜZERİNE KANATLARINIZDAN SÜZÜLSÜN.

Bilge B.

 

AKUT olarak sizlerin son zamanlarda Türkiye’de faaliyet gösteren en düzgün ve disiplinli kurum oldugunuza inaniyorum. Basiniza gelen bu üzücü olayin tamamen 1 sanssizlik oldugunu düsünüyorum. Size gösterilen haksiz ve yersiz elestirilerin hicbirine katilmiyor ve destege ihtiyac duydugunuz bu zor günlerinizde yaninizda oldugumuzu bilmenizi istiyorum. Yaptiginiz dogru ve insanlik yararina olan tüm islerinize bundan sonra daha da sarilmanizi diliyorum. Tekrar basiniz sağolsun acinizi paylasiyoruz.

Meral A.

 

Birlikte birçok şey paylaşmış olduğun, değer verdiğin, inandığın ve

gelecekte bir dolu projeyi yine birlikte gerçekleştirmeyi umut ettiğin bir dostunu, İskender’i kaybetmenin acısını senin kadar derinden olmasa da hissediyoruz.

 

Hayatını, insanlara yardıma adamış birini, saçma sapan eleştirilerle hedef tahtası haline getirenlerin üstesinden yine sen ve senin gibiler gelecektir. Dürüstlüğünden hiçbir zaman en ufak bir şüphe duymadığımız Nasuh Mahruki’nin, kendine ve İskender’in adına yakışacak bir şekilde, yine tüm yüreği ve benliğiyle amacının peşinden koşmaya devam edeceğine inanıyoruz. Bu inancı paylaşanların vereceği güçle yolunun açık olmasını diliyoruz.

Selin ve Bülent B.

 

Gerek basinda yer alan dagcilik sporu ile ilgili basarilarinizi, ve gerekse (ve ozellikle) baskani

oldugunuz AKUT’un hem Turkiye’deki hem de yurt disindaki basarili kurtarma calismalarini hayranlikla takip eden siradan bir vatandasim.

 

Son gunlerde kaza ile ilgili bazi TV kanallarinda cikan sahsiniza yonelik saldirilari kinadigimi bildirmek istiyorum. Dagcilik sporunun “D” si hakkinda dahi dogru durust fikir sahibi olmadiklari

konusmalarindan bile anlasilan bazi insanlarin, ve bu insanlarin medyatik ya da gundemde olma kaygilarina alet olan yayincilarin rating ugruna sizi ve sizin sahsinizda AKUT dernegini yipratmalarina izin vermeyeceginizi biliyorum.

 

Deprem felaketinde kurtardiginiz hayatlarla gonlunde taht kurdugunuz Turk halkinin bir ferdi olarak, bu konudaki dusuncelerimi ve manevi destegimi aktarmayi sizlere karsi bir borc ve sorumluluk olarak

hissettim.

Dogal G.

 

Bircok seyin kirlendigi ve dünyanin hizla cöküse gittigi (düzelecegine

dair umudum var yine de) günümüzde insanlar duyarliliklarini iyice

yitirdi gibi. Büyük bir olasilikla aciniza aci katan bazi insanlarin

söylediklerine hic aldirmayin ve iyi olun. Bir tedbirsizlik olsaydi,

diyelim siz atladiniz-akliniza gelmedi, anladigim kadariyla Iskender

Bey de usta bir dagci, o atlamazdi, onun aklina gelirdi. Bütün tedbirler alinsa da yazgi denen bir sey var saniyorum.

Gözde D.

 

Acı kaybınızdan dolayı çok üzüldük. Başınız sağolsun. Her nekar yanınıza olamasakta acınızı yürekten paylaşıyoruz.

Dost insanların zor bulunduğu bir ortamda en güvendiğiniz arkadaşınızı

kaybetmeniz çok üzücü…

Kamuoyunda habercilerin herzaman yaratmaya çalıştıkları olumsuz ve hatta igrenç atıfları esefle kınıyorum.

Başarı E.

 

ağlıyorum…Hiç tanımadığım bir adamın ulu bir dağda cansız yatan bedenini düşündükçe ağlıyorum.17 Ağustos depreminde televizyonda gördüğüm,dikkat etmediğim,adını dahi bilmediğim bir adam ve onu birkez olsun görememek,daha doğrusu tanıyamamak kahrediyor beni.Kendimi küçük çok küçük hissediyorum.Oyle ki ertesi sabah hayatımda,diğer İskender abileri kaçırmamak için herkesle tanışmak istiyorum

Karşıdaki Nif Dağı`baktıkça içim sızlıyor.Oyle sinirleniyorum ki,dua etmekten başka yapabileceğim hiçbirşey olmadığı halde gidip onu kurtarmak,alıp götürmek, sonrada ne suçu varsa Ağrı Dağını un ufak etmek istiyorum.

Lütfen bundan sonra gördüğünüz ilk dağ zirvesinde benim adıma sesini bilmediğim bu adama;bana şu bir iki gün içinde farkında olmadan öğrettiği cesaret duygusu ve pozitif enerji için teşekkür edin.

Seçil A.

 

siz bu ülkenin yetiştirdiği en değerli insanlardan birisiniz. Eline geçen ilk fırsatta medyatik olmaya çalışıp size sataşanlarda bu ülkenin siyasetçi özentisi yüz karalarıdır. Bizler ve bizim gibi milyonlarca insan sizi tanıyor inanıyor güveniyor. Siz bu ülkenin gururusunuz. Sizi yıpratmalarına izin vermeyin.

Çetin Ö.

 

Yüzlerce insanın yarasını sarmak adına günlerce açlığa ,yorgunluğa ve korkuya direnmiş olan sizler yaşamınızın anlamını çoktan çözüp varoluşunuzu çoktan gerçekleştirdiniz ,tıpkı İskender Iğdır gibi…

Masalarının başında oturup duvarlarında asılı olan takvimlerindeki Ağrı’yı seyredip kolayca ‘ben olsaydım…’ senaryoları yazan bir kaç kişi emin olun ki sadece kendi kıskançlıklarının ve kötücül yüreklerinin sözcüsüdür..dünyada ki her insanın akrabası ,her ailenin bireyi oldunuz siz,o alçakca ithamları yazanlar değil sizler bu dünya halkının yüreğindesiniz…ne söylerlerse söylesinler biz acınıza saygı duymaya,sizlere hayranlık ,gıpta ve sevgi duymaya devam edeceğiz….İskender de sizler de şanslısınız aslında …çün ki görevinizi fazlası ile yaptınız..yozlaşan kötüleşen dünya ve insana bakıp umutsuzlaşanlar için sevgi ,umut ve yaşam sevinci oldunuz…

Bir kızılderili inanışına göre bir insan kendine yapılan iyiliğin karşılığını 10 insana iyilik yaparak ödemeliymiş …bizlerden alacaklısınız….

Feyza…

 

Yaptıkları Türk ve Dünya kamuoyunun önünde olan ekibinizin ve yine yaptığınız tırmanışlar ile kendinizi fazlası ile ispat etmiş bu konuda ne kadar profesyonel birisi olduğunuzu topluma kabul ettirmiş birisi olarak sizin bu elim kaza ile yıpratılmak istenmesi belki bu kaza kadar bizleri üzmüştür. Özellikle suçlamalar –ki hiçbir dayanağı yoktur, bizleri ziyadesi ile kedere bürüdü..

 

Nasuh Bey, Ben Dağlara ve doğaya aşık biriyim, dağcılık konusunda amatör sayılırım ama bu amatörlüğüm ile bile O Fatih Altaylı denilen seviyesiz kişinin ileriye sürdüğü iddialara gülemiyorum bile, bir insan bu kadar cahil olamaz, bilmediği konularda bu kadar dik kafalı olup, biliyor havalarına girip tereciye tere satamaz. Bu şahıs bilinç altına yerleşmiş olan komplekslerini, toplumda sizin gibi başarıları ile ön planı çıkmış insanları hedef alarak, egolarını tatmin yoluna gitmektedir. Bu insan her zaman bardağın boş tarafını görecek kadar iticidir.

 

İnsanların başarısını çekemez, antipopülarizm bu insan için bir yaşam biçimidir. Her zaman her şeye saldırarak yaklaşımımı bir hayat felsefesi olarak benimsemiştir. Bu şekildeki bir karakteri hiçbir doğa dostunda göremezsiniz, dolayısıyla insani olmayan bir davranıştır.

Özellikle insanların acısına saygısızlık özellikle zamanlama konusunda yapılan böyle bir hata, hatayı yapanın kişiliği konusunda yeteri kadar bilgi verir, örfüne ve geleneklerini bile hiçe sayarak yapılmış böyle hatalar toplum tarafından affedilmez.

 

Eğer bir gazetecinin anlatacak bir fikri yok ise ve yine o gazetecinin uzmanlaştığı bir alan yoksa, malzeme sıkıntısı çekecektir ve onun için en kötüsü gündemde kalamayacaktır, işte böyle bir insan olan Altaylı en kolayını seçerek insanları suçlayarak, saldırarak kendisine malzeme çıkarıyor, malumunuz ki reklamın iyisi kötüsü olmaz.

 

Nasuh Bey,,

Lütfen bu insanı muhatap alıp cevap verme nezaketini göstermeyiniz, çünkü ekmeğine yağ sürüyorsunuz, sizin ve sizlerin seviyenizde birisi değil ve nezaketten yoksun birisi, programları seyrettim ve çok üzüldüm. Sizler gerekli açıklamaları lütfen genel olarak basın açıklaması şeklinde yapmaya devam ediniz (-ki yapıyorsunuz), toplumu aydınlatmanın en iyi yolunun bu olduğuna inanıyorum.

 

Bu tür olumsuz olayların üst üste gelmesi sizleri yıldırmayacağını biliyorum. Şunu unutmayınız ki toplumdaki sağduyulu insanlar sizin ile beraber, her ne kadar sesleri, diğerleri kadar çıkmasa da.

Erkan A.

insanlar yaşatarak yaşar birbirini,

ve hayat meşalesini birbirine

devreder koşucular gıbı….

 

Acınızı yürekten paylaşıyoruz,birkaç ay önce sizin bize yaptığınız

gibi.

Kocaman yureklı insanlara taş atan ve hissetiklerınıze değer

vermeyerek saygısızca , bilgisizce eleştirmeye çalışan insanları bizde kendi

kocaman yüreklerimizde eleştiriyoruz.

 

Tüm TÜRKİYE ve bız gençlerin , sız ve sizin gibi örnek insanlara

ihtiyacı var.Lütfen bizi yalnız bırakmayın………

 

BU CÖMERT KAYNAĞI SONRAKİLER

AKITTILAR KENDİ ŞİİRLERİNE

BİR IRMAK BİR SÜRÜ DEREYE BÖLÜNDÜ

BİR İNSANIN MİRASIYLA BESLENEREK

 

 

ARTIK O HEPİMİZİN MELEĞİ

 

Elif, Gamze, Tansel…

Söylemesi zor ama basınız sagolsun. 5 Mart Pazar gunu yayinlanan yaziniz beni cok etkiledi; sanırım benim gibi milyonlarca insani da oyle.Iskender icin, ne istedigini bilen, istedigi seyi yapmaya kendini adayan, seven ve sevginin hakkini veren, ozguveni, icsel huzuru ve mutlulugu yakalamis bir insan profili cizdim kafamda su bir hafta icinde. Bu cok erken , cok aci bir kayip. Yarım kalmis bir sarki…

 

Bu, kayipla sonuclanan kaza bir tedbirsizlik sonucu bile olmus olsa bundan sizin sorumlu tutulmanizin adil olmadigini dusunuyorum. Bu tip tehlikeli, riskli ancak insana dili tutulurcasina haz veren; insani dogaya, ozune donduren sporlarla ugrasanlarin bu riskleri goze aldiklarini ve tum olasi aksiliklerden kendilerinin sorumlu olabilecegini dusunuyorum. Marjinal gelebilir ama ben Iskender’in boyle bir olumu – bilincli bir sekilde olmasa da – secmis olabilecegine ; ya da eger secme sansi verilseydi secebilecegine inaniyorum. Ve, en azından son nefesini gonul verdigi isle ugrasirken verdi diyerek kendimi avutuyorum. Yaptiginiz isler ve ustlendiginiz misyonlar icin sizi yurekten kutluyor, yolculugunuzun “Iskender’siz” bolumunde direnc, inanc ve basari diliyorum.

Aycan A.

 

Ve tabi ki;Akut görevlilerinin yardimlarini,çabalarini aklimdan

çikaramiyorum.Her zamanda taktir edecegim.Bu son olayda Fatih Bey’in

zevzekligi,zevzeklik diyorum çünkü baska birsey degil!Sanirim yedigi birsey dokundu kendisine!Beni cok üzdü!

Günümüzde bazi insanlarin cikarci dostluklari,iliskileri midemi

bulandiriyor.Git gide yok olan bazi degerler ise tartisilir.Oysa depremden cikan arkadaslarim en yakin taniklari direk olarak sizleri anlatiyor.Ve tabi ki;laf gelmesi beni cileden cikartti.

Dagcilik,konusunda pek bilgim yok.Bilen bilmeyen herkes dagci oldu son

olayda.Ama ben yinede, sizin sogukkanliliginizi ve ilimli yaklasiminizi

taktir ediyorum.

Burçin T.

 

Bu insanları anlamak çok zor.Neden hep bir suçlu aramak zorundadırlar ve neden insanda vicdan azabı yaratmak için bu kadar çaba sarfederler?Sizin asla bu tip suçlamalarla karşı karşıya kalmamanız gerekiyordu. Bir gün insanlar tekrar size ihtiyaç duyduğunda ve siz yine orda olduğunuzda

o zaman bu insanlar tarafından” o bir melek” diye adlandırılmaya haızr olun. Bu insanları anlamak o zaman çok daha güç olacak gibi…

Ezgi

Televizyon ve gazetelerin, Fatih Altayli, size yonelttigi haksiz ve

yanlis elestirileri buyuk bir uzuntu ve isyanla izliyorum. Tum bunlarin altinda derin bir

kendine yetmezlik ve dolayisiyla haset yattigini dusunuyorum. Umarim sizde boyle

dusunup bu yersiz kelimelerin sizleri yaralamasina musaade etmezsiniz.

Calismalariniz bizler icin bir umut ve bir harekete gecme duygusu

olusturdu.

Tansu Ö.

Dağların Mistik Çekiciliği

DAĞLARIN MİSTİK ÇEKİCİLİĞİ

Lama Anagarika Govinda, “Beyaz Bulutların Yolu” adlı kitabında mistik dağlardan bahseder ve şöyle der; “Bir dağın büyüklüğünü görmek için ona uzaktan bakmanız gerekir, şeklini anlamak için etrafını dolaşmanız gerekir, karakterini tanımak için, onu güneş doğarken ve batarken, öğle vakti ve gece yarısı, güneşli bir havada, yağmurda, karda ve fırtınada, yazın, kışın ve diğer mevsimlerde görmeniz gerekir. Bir dağı bu şekilde gören kişi, o dağın yaşamına yaklaşır.

 

Öyle bir yaşam ki, insanlarınki kadar yoğun ve çeşitlidir. Dağlar da büyürler ve yok olurlar, soluk alıp verirler, bir kalp gibi yaşamla atarlar. Çevrelerindeki görünmez enerjileri; havanın ve suyun gücünü, elektiriği ve manyetizmayı çekerler ve biriktiriler. Rüzgarları, bulutları, fırtınaları, yağmurları, şelaleleri ve nehirleri yaratırlar. Çevrelerini aktif yaşamla doldururlar ve sayısız varlıklara barınak ve yiyecek sağlarlar. Dağların yüceliği işte böyle bir şeydir.

 

Ama en yüce dağların arasında bile öyle dağlar vardır ki, eski uygarlıklarda ve dinlerde dile getirildiği halleriyle insanoğlunun en büyük ilham kaynaklarının sembolü olmuştur. Onlar, insanoğlunun mükemmelliği ve en üst gerçekliği sonsuz arayışının kilometre taşlarıdır. Onlar, dünyevi tutkularımızdan arınıp, aslında kendisinden geldiğimiz ve bir parçası olduğumuz evrenin sonsuzluğuna doğru geçişin mihenk taşlarıdır.

 

Günlük varoluşumuzun tozlu vadilerinde ve alçak ovalarında, yıldızlarla ve güneşlerle olan bağlantımızı unutmuşuz, kendimizi bu kapalılığımızdan uyandırmak ve yükseltmek için bu işaretlere ve mihenk taşlarına ihtiyacımız var. Bencil tutkular, paraya sahip olmak ve zevk peşinde koşmak gibi üzerindeki kalın ve ağır örtüden kurtulup bu çağrıyı hisseden ve yükselme ihityacı duyan pek az kişi vardır. Bu çağrıyı hisseden ve daha yüksek şeylere ulaşma tutkusu olanlar, sakin bir hac yolculuğundaki hacılar gibi dağların, bu ilham kaynaklarının bilgisini ve geleneğini ayakta tutarlar.”

 

Daha sonra, Lama Anagarika Govinda, Tibetlilerin en kutsal dağı Kailas’dan bahseder. Onun kutsal Kailas dağı hakkında söyledikleri, Nuh’un Gemisine evsahipliği yaptığına inanılan ve bu yüzden Batı kültürleri için en önemli dağların başında gelen Ağrı dağını yada Ararat’ı hatırlatıyor bana;

“…. Yalnızca, en hayranlık uyandırıcı olanın tanrısallığını hisseden, gerçeğin çıplak yüzüne, korkuya ve aşırı heyecana kapılmadan bakabilme cesaretini gösterenler – yalnızca böyle bir kişi, Kailas’ın güçlü sessizliğine, yalnızlığına ve kutsal nehirlerine dayanabilir ve dünyanın bu en kutsal mekanına kabul edilmek için ödemesi gereken bedel olan tehlikelere ve zorluklara göğüs gerebilir. Bu şekilde rahatlıklarından ve güvenliklerinden fedakarlık yapabilenler, tanımlanamaz bir iç huzur ve en üst seviyede mutlulukla ödüllendirilirler. Zihinsel yetenekleri artar, farkındalıkları ve ruhsal duyarlılıkları sonsuzcasına yükselir, bilinç düzeyleri yeni bir boyuta ulaşır. Öyle ki, pek çoğu muhteşem vizyonlar görür, değişik sesler duyar ve öyle bir trans haline geçerler ki, o güne dek yaşadıkları bütün eski zorluklar ve engeller aniden çakan bir ışığın aydınlatmasıyla ortadan kaybolur gider.

Sanki bakış açılarını saptıran ve belirsizliğe iten bireysel bilinçleriyle dünyayı algılayışları gittikçe azalır ve yerini herşeyi kapsayan kozmik bir bilince bırakır.”

 

İşte bütün zorluklarına, tehlikelerine ve risklerine rağmen dağcılık, böylesine insanı geliştiren bir spordur. Ve dağcılar da bu yüksek duyguları doyasıya yaşayan şanslı insanlar…

 

Lama Anagarika Govinda’ya göre bazı dağları diğerlerinden ayıran en önemli unsur, o dağın kişiliğidir. Bu kişilik dağın şekline, yüksekliğine yada rotalarının ilginçliğine bağlı değildir. Kişilik, başkalarını etkileme gücünden oluşur ve istikrar, uyum ve karakterin değişmezliğine bağlıdır. Bu değerler bir insanda mevcutsa, o kişi bir lider, yönetici veya aziz olarak kozmik gücün bir aracı olur. Bir dağ bu değerlere sahipse, aynı şekilde o dağı da kozmik gücün bir aracı, kısaca kutsal bir dağ olarak değerlendiririz.

 

Kailas, Chomolungma, Kanchenjunga, Kilimanjaro, Kazbek, Fuji, Ararat ve diğerleri tarihsel ve dinsel değerleriyle insanoğlu için yalnızca bir dağ değil aynı zamanda tanrıların kutsal mekanlarıdır da. Bu kutsal dağlar, bazı insanları dayanılmaz bir tutkuyla kendine çeker ve dağcılar her türlü riski göze alarak o dağların zirvelerine ulaşmak için soylu, zorlu, muhteşem bir uğraşa girerler. En iyi dağcılar bile çok sevdikleri dünyanın bu mistik köşelerinde zaman zaman sonsuza kavuşurlar. Belki de bu dağcılardan bazıları, sonsuza ulaşmadan hemen önce, hep aradıkları o muazzam algılayışı yaşar ve evrensel olanla bütünleşip öyle ayrılır dünyadan. Yeri doldurulamayan ölüm, yalnızca kalanlar için bir anlam ifade eder. Boyut değiştirmenin, buradan daha yüksek bir algılama düzeyine geçen kişi için ne anlamı olabilir ki…

 

Bugüne dek dünyanın en iyi dağcılarından olan pek çok arkadaşımın, yaşamlarının son anında bu yüksek değişimi tüm açıklığıyla algıladığını düşünüyorum. Belki de dünyanın en güçlü dağcısı olan Anatoli Boukreev, Kazak dağcı Galim, Pobeda’da kaybettiğimiz partnerim Valodya, yine aynı sezon Pobeda’da altıncı tırmanışında ölen ünlü dağcı Borodkin, Manaslu’da kaybettiğimiz partnerim Hristo ve buz çığında yitip giden genç Kolombiyalı dağcı Lenin, Kanchenjunga’ya tırmanan ilk kadın dağcı olan Ginette Harrison, Mc. Kinley ve Cho Oyu’ya beraber tırmandığımız Fransızların ünlü dağcısı Eric Escoffier, Everest’te birlikte olduğumuz sempatik Danimarkalı Michael Jorgensen ve diğerleri…

 

Ve bizim aslanlar kadar yiğit biricik İskenderimiz…

 

Hepsinin, sıradan insanların asla anlayamayacağı bir tutkuyla aradıkları gerçeği geçişlerinden hemen önce, son anlarında kavradıklarını ve yüksek bir bilinçle dünyamızdan ayrıldıklarına inanıyorum. Zamanı gelmeden gökten düşen bir yağmur damlası bile yere değemez. Aslında onların her biri, geçiş zamanları geldiğinde bunu büyük bir olgunlukla kabul eden yüksek ruhlardır. Oysa bazılarımız onların çılgın, kaçık, amatör, hatta acemi olduğunu düşünürüz. Ne yanılgı, ne zavallı bir yanılgı…

 

Sanırım dünyanın kurallarından biri de bu; Bu dünyada her zaman kahramanlar olacağı gibi, budalalar da olacak…

Camel Trophy

CAMEL TROPHY

Camel Trophy 2000 elemeleri Güney Afrika’da, Sodwana körfezinde yapıldı. Türkiye, Rusya ve Güney Afrika’da düzenlenen elemelerde seçilen son 10 yarışmacı, bir hafta boyunca 40 decece sıcak ve 100%’e yakın nemli bir ortamda, 3-4 metrelik dalgaların arasında ve gün içinde okyanusta gerçekleşen gel-git hareketleriyle mücadele ettiler.

Sözkonusu üç ülkenin, son üç yarışmacısını belirlemek için burayı seçmesinin en önemli sebeplerinden biri de, Sodwana’nın coğrafi ve iklim koşulllarının Güney Pasifik koşullarına yakın olmasıydı. İlk günlerin boğucu sıcağına rağmen, bu sezonun Güney Afrika’da aşırı yağışlı geçmesi, haftanın ikinci yarısında yarışmacıların işini daha da zorlaştırdı.

Toplam 30 yarışmacı kendi ülkelerini Tonga / Fiji’de en iyi şekilde temsil edecek en iyi ekibi belirlemek için günler ve geceler boyu son derece zorlu ve ağır etaplarda yarıştılar. Öncelikle bu yılki Camel Trophy’nin kendine özgü disiplinlerinde başarılı olmak için gereken her türlü eğitim ve tecrübe, uzman eğitmenler tarafından bütün yarışmacılara verildi. Ardından yarışmacılar, rakiplerinin aralarından sıyrılmak için bu disiplinlerde sıkı bir mücadeleye girdiler.

 

Yarışmacılar, fiziksel yetenek, dağ bisikleti, kano, tırmanış, kıyı kurtarma, şnorkelli dalış, aletli dalış, RIB (sert şişme bot) kullanma tekniği, güvenlik ekipmanları, düğümler ve bağlama teknikleri ve navigasyon konularında önce eğitim aldılar ve ardından ilgili konularda yeteneklerini sınadılar.

 

Yarışmacılar bazen teker teker, bazen de ikili, üçlü, dörtlü, onlu gruplar halinde birbirleriyle mücadele ettiler. Burada amaç, hem her yarışmacının bireysel yeteneklerini hem de grup içindeki uyumunu ve grup çalışmalarındaki etkinliğini anlamak. Fikir üretebilen, başkalarının görüşünü de değerlendirip en uygun yöntemi seçmesini bilen ve liderlik yeteneği olan yarışmacıları tanımak amacıyla, bazı etaplar bütün fiziksel zorluğunun ötesinde, ancak çok verimli bir işbirliği, uyum ve konsantrasyon sayesinde yapılabilecek şekilde tasarlanmıştı.

 

Camel Trophy’lerin genel uygulaması olarak her yarışmacı çok iyi bir ilkyardım eğitimi de aldı. Zorlu doğa koşullarında verilecek mücadele sırasında olası bir kazaya karşı her yarışmacının ilk müdaheleyi yapabilmesi için son derece önemli olan ilkyardım eğitimini bütün yarışmacılar dikkatle izledi.

 

Haftanın sonunda, bütün gücüyle yarışan ve herbiri bir diğerine yakın performansta olan 30 yarışmacıdan yalnızca dokuzunu bir sonraki elemeye katılmak üzere seçmek bütün hakemler için çok zor oldu. En sonunda birbirinden yalnızca ince detaylar ve küçük puan farklarıyla ayrılan her ülkeden ilk üç aday belirlendi. Camel Trophy’nin mottosu olan; “Kazanmak işin yalnızca bir parçası, katılmak ise herşeyi” cümlesi her bir aday yarışmacı için de geçerliydi. Burada yaşadıkları tecrübeleri, kendi yetenekleri ve doğa hakkında öğrendikleri incelikleri ve yaşadıkları dostlukları bir ömür boyu hatırlayacak olan bu gençler, son üç adayın içinde olamasalar da, Camel Trophy’nin bir parçası olmaktan mutlu, belki bir dahaki sefere diyerek, Sodwana’dan ayrıldılar. Öyle ki hemen hemen hepsinin aklında iki yıl sonraki Camel Trophy’nin elemelerine daha sıkı hazırlanıp bir kez daha katılmak var…

 

Bundan sonraki eğitim ve eleme önümüzdeki ay, İngiltere’de toplam 16 ülke yarışmacılarının son üç adayları arasında yapılacak. Buradan seçilecek son iki yarışmacı da haziran – temmuz aylarında Güney Pasifikte düzenlenecek Camel Trophy 2000’de yarışacaklar.

 

1996 yılında Selim Kemahlı ile Türkiye’yi temsilen katıldığımız Kalimantan’da Takım Ruhu ödülünde ikinci, genel sıralamalarda dördüncü olduğumuz Camel Trophy’e göre son derece yeni bir disiplin ve bakış açısı ile düzenlenen bu yılın Trophy’sinin oldukça heyecanlı ve zevkli olacağını görebiliyorum. Her Trophy’ci gibi Kalimantan hala benim için çok hoş ve keyifli bir anı…

 

Bu yıl Türkiye’yi temsil edecek olan Zeynep Atabay, Arif Gürdenli, Serkan Koray üçlüsünden seçilecek olan ikilinin Türkiye’yi en iyi şekilde temsil edeceğini ve bu yıl bize iyi bir derece getireceğine inanıyorum.

Tsampa

Tibet, coğrafi ve iklimsel koşulları nedeniyle tarım, hayvancılık, avcılık gibi konularda çok fazla çeşide sahip olamamış. Tahıl türleri içinde, yüksek irtifaya, soğuk iklim koşullarına ve tarıma elverişli zamanın kısa sürmesine en iyi adapte olanı arpa, ardından da buğday geliyor. Buğday, çeşitli ekmek türlerinin, makarnaların ve gözlemelerin yapımında kullanılıyor. Fakat arpa, tahılın ekmek haline dönüşmesine yardımcı olan glütenden yoksun olduğu için, ekmek yerine “tsampa” olarak değerlendiliyor.

Arpa unu, koyu bir hamur veya sulu lapa halinde tsampa olarak veya “chang” adı verilen arpa birası olarak tüketiliyor. Tabii ki chang’ı da denemiştim ama içkiyle arası pek iyi olmayan biri olarak pek becerememiştim. Tibet’e ve Himalayaların eteklerine yaptığım muhtelif ziyaretler sırasında, yöre halkının en temel besini olan tsampa’yı defalarca tatma şansım oldu. Her seferinde de büyük bir keyif ve lezzet duydum. Yalnızca damak tadı olarak değil, aynı zamanda eski bir kültürün kendine özgü değerlerinden birini yaşıyor olmanın verdiği hazzı da yaşadım. Misafir olduğum pek çok manastırda ve evde, odun ateşinde hazırlanmış tereyağlı siyah çayın ardından, mutlaka tsampa da ikram edilirdi. Elle yemeğe alışkın olmadığım için, eğer mümkünse genellikle kaşıkla yemeyi tercih ederdim. Bugün bile evimde bir kavanoz tsampa bulunur.

Özel kaplarda taşınan tsampa, tereyağlı çay ile karıştırılarak servis edilir. Küçük, yuvarlak kaplarda yavaş yavaş ilave edilen çayla çevrilerek ve çok hoş bir beceri ile parmakla ezilerek macun haline getirilir. Elle yenir ve sonra gerekirse tekrar aynı seremoni ile hazırlanır.

Son derece besleyici ve güçlü bir besin olan tsampa, özellikle Himalayaların yüksek, soğuk ve sert koşulları için gayet besleyici bir gıda. Kendine özgü lezzeti ve pratikliğiyle, Tibet’linin günlük hayatında önemli bir yeri var. Elbetteki Himalaya halklarının tek besini tsampa değil. Bizdeki mantıya benzer, içi etle doldurulmuş “momo”, sadece iç ekmekten oluşan, yani kızarmış dış kısmı olmayan haşlanmış hamur ekmekler, pirinç, küçük dere balıkları, patatesin değişik çeşitleri, özellikle küçük tatlı patatesler, kurutulmuş yak eti, kurutulmuş yak peyniri, ki yemekte en zorlandığım şeylerden biriydi. Üç yıla kadar yenilebilen bu peynir çeşidi bana göre bile biraz fazla iddialı. Sindirebilmek için önce bir – iki saat çiğnemek gerekiyor, zaten bu yüzden de çocuklara sert bir tatlı niyetine veriliyormuş. Tibet mutfağında elbette ki Çin’in etkisini görmek de kaçınılmaz. Özellikle şehirlerde Çin’e ait hemen her tür şeyi bulmak mümkün.

Tsampa’nın bir besin olmasının yanısıra bir başka kullanımı daha var; dinsel seremoniler. Tibetliler, Pujha törenlerinde ve bazı dinsel kutlamalarda, tsampa’yı havaya atarak Tanrılara sunuyorlar. Bu uygulamanın nekadar zamandır yapıldığı yazılı kaynaklardan anlaşılamıyor, ancak Budizm’in Tibet’e girmesinden çok daha önceye dek gittiği düşünülüyor. Eski Tibetin ruhçuluha dayalı dinsel yapısında, sahip olunan besinlerin bir kısmının Tanrılara sunulduğu biliniyor. Özellikle Bön dini yaygınlaştıkça, tsampanın havaya atılması seremonilerinin de giderek yayıldığını görüyoruz. 7. yüzyıldan itibaren kralların taç giyme törenlerinde ve bakanların atanmasında resmi olarak ve evlilik törenlerinde mutluluk ve refah göstergesi olarak tsampanın havaya savrulması seremonisini görüyoruz. 13. yüzyıla gelindiğinde, Tibetlinin hayatındaki önemli olayların hemen hepsinde bu uygulama görülüyor.

Özellikle yeni yıl kutlamalarında önemli bir yer ediniyor. İki kişi arasında uğurlu olduğuna inanılan bir diyalog yaşanıyor; Sunumu yapacak olan ilk kişi avucuna aldığı tsampayı “Tashi Delek” diye bağırarak havaya atıyor.

İkinci kişi de, aşağıdaki dizeyi söylüyor.

“Tashi Delek”, iyi şans ve iyi sağlık

Değişmeyen mutluluğa ulaş,

ve o hep artsın.

Bu anlamıyla, havaya tsampa atmak, hem kendiniz, hem de başkaları için iyi şeyler dilemenin ve bütün zorlukların üstesinden gelmenin bir gösterimi.

Aynı uygulamayı, bütün Himalaya dağ tımanışlarımda, tırmanış öncesi yaptığımız Pujha törenlerinde de gözlemledim. Bütün dağcılar biraraya gelip avuçlarındaki tsampayı üç kez havaya fırlatıyorlar. Bu, dağcıların o tırmanışın sağlıklı geçmesi için Tanrılara bir sunumu. Aynı zamanda, tsampanın beyaz ununu birbirimizin omuzlarından, saçlarından aşağı döküyorduk. Bunun anlamı da, her birimizin bu tırmanışı sağ salim atlatıp, ileride saçları beyazlamış yaşlı insanlar olacak kadar yaşamamız. Tanrılardan uzun bir ömür dilemenin bundan daha güzel ve doğal bir benzetimi olabilir mi? Dilerim tüm dağcılar, omuzlarından dökülen tsampa misali beyaz saçlarını görürler…

Motosikletle Dünyayı Yaşamak 1

İlk motorumu 1995 yılında almıştım. 660 cc.lik yeşil bir Yamaha Tenere. Kısa sürede genel motosiklet tecrübemi kazandıktan sonra, İstanbul yakınlarında günübirlik, ya da iki günlük kısa turlarla motosikletin verdiği inanılmaz özgürlük ve serbestlik duygusunu yaşamaya başladım. Gün geçtikçe, müthiş pratikliğiyle kaçınılmaz olarak motosiklet hayatımda daha da önemli bir yer edindi.

Şehir içindeki hemen her türlü işimde rahatlıkla kullandığım motor, park sorunu ve trafik sorunundan minimum etkilendiği için, benim gibi yoğun bir temposu olan birine göre ideal bir ulaşım aracı haline geldi. Hafta sonu şehir dışına yaptığım hızlı kaçamaklara fırsat verdiği için de bir o kadar daha cazip olmaya başladı.

Derken motosikletle yurt dışına gitmek fikri çıktı ve ilk yurt dışı gezimizi, akraba olduğumuz Yusuf abiyle (Dino) birlikte Yunan adalarına yaptık. 15 gün kadar süren bu inanılmaz keyifli yolculuk, hayatımda yepyeni bir sayfa başlattı; Motosikletle dünyayı yaşamak. İstanbul’dan çıkıp Ankara’da buluştuk ve birlikte Çeşme’ye gittik. Sonrası Sakız, Sisam, Naxos, Paros, Ios, Santorini ve Mikonos adalarına ve ardından Pire limanından Atina’ya meşhur Akropolis’e ve muhteşem kiliseleriyle Meteora’ya uzanan harika bir yolculuk oldu. Öyle ki, daha İstanbul’a dönmeden yeni motosiklet rotaları hayal ediyordum bile.

Derken 1997 yılında motorumu değiştirdim ve bir BMW R 80 GS Basic aldım. Tamamen mekanik yapısı ve kendini kanıtlamış dayanıklılığıyla bu motor bundan sonraki planlarım için çok daha uygun ve doğru bir seçim oldu. Aynı yıl, üniversite yıllarımdan bu yana en büyük hayallerimden biri olan, motosikletle doğuya, Katmandu’ya yolculuk projemi hayata geçirmeye karar verdim. 4 ay süren ve Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Nepal ve Sıkkım’ı içeren, toplam 21.000 kilometre yol yaptığım benim için inanılmaz tecrübelerle dolu bu yolculuğun tadı hala damağımdadır. Dördüncü kitabım, “Asya Yolları Himalayalar ve Ötesi”nde de bu yolculuğu yazdım. O geziden sonra, hala ilk fırsatta yine uzak coğrafyalara doğru yol alabileceğim bir motor yolculuğu hayaliyle kitaplar karıştırıp yeni rotalar seçmeye çalışıyorum. 2001 yılı için aklımda güzel bir rota şekillenmeye başladığını şimdiden söyleyebilirim.

Motosiklet kullanan ve belirli bir tecrübeye ulaşan ve hala yapabilecekken dünyayı tanıma tutkusu olan herkese motosikletiyle böylesi bir yolculuğu tavsiye ediyorum. Kurallarına uyulduğu taktirde, motosikleti son derece güvenli kullanmak mümkün. Her ülkenin veya bölgenin kendine özgü riskleri elbette ki var, ancak iyi bir önhazırlıkla ve bilgiyle bu riskler minimuma indirilebilir. Hem unutmayın,; riske girmeden başarı olmaz.

Motosikletle uzun bir yolculuğa çıkacak olanlar için hazırladığım, faydalı olacağını düşündüğüm bazı önerileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Doğrusu ya, ilkbaharın bu ılık ve renkli günleri motosikletinize atlayıp, yönünüzü istediğiniz bir coğrafyaya çevirip gazı açmanın tam zamanı…

MOTOSİKLET İLE YOLA ÇIKMADAN ÖNCE;

_ Gitmek istediğiniz rota üzerinde ciddi bir ön araştırma yapın. Mevsim seçimi, seyahat güvenliği, gezilecek ülkelerin o dönemdeki politik durumları ve özel durumlarının olup olmadığını öğrenin. ( Bazı ülkelerin, son x hafta içinde y ülkelerine gittiyseniz z aşılarını olmanız gerekli gibi talepleri olabilir.) Konsolosluk ya da temsilciliklerden güncel bilgileri alın ve yeni baskı bir rehber kitap bulup rotanızı iyice inceleyin ve görmek istediğiniz yerleri önceden kararlaştırın.

_ Gitmek istediğiniz rota üzerindeki ülkelerin, yeni baskı karayolları haritalarını edinin. Türkiye’de bulamasanız bile yurt dışından kolaylıkla getirtebilirsiniz.

_ Yurt dışına herhangi bir araç ile çıkmak istiyorsanız, (bisiklet hariç) aracınız için Carnet de Passage adlı bir pasaport (triptik) çıkartmanız gerekiyor. Türkiye Turing ve Otomobil kurumundan alacağınız bu belgedeki motorunuzla ilgili bilgileri, mutlaka çok iyi kontrol edin. Küçük bir rakam yada harf hatası, gümrüklerde başınızı çok ağrıtabilir.

_ Pakistan, Hindistan, Mısır ve Libya, kendi ülkelerine geçici bir süre için ithal edilecek araçların, tekrar ülke dışına çıkacağını garanti altına almak amacıyla, aracınızın üretim yılına ve tipine göre belirli bir miktar teminat mektubu talep ediyor. Türkiye Turing ve Otomobil kurumundan aracınızın karnesini çıkartırken yatıracağınız bu teminatı, aracınızı tekrar Türkiye’ye soktuktan sonra geri alıyorsunuz.

_ Türkiye Turing ve Otomobil Kurumundan uluslararası ehliyet çıkartmayı ihmal etmeyin. Her ne kadar çok sorulan bir evrak olmasa da, bazı ülkeler zorunlu tutuyor ve bir kaza durumunda daha az sorun yaşarsınız.

_ Vizelerinizi, aracınızın karnesini ve yapmanız gereken diğer resmi işlemleri, yola çıkmadan en az bir hafta – on gün önceden bitirmiş olun, çünkü son günlerde hiç aklınıza gelmeyen detaylarla uğraşmanız gerekebilir.

_ Yolculuk boyunca, pasaportunuzu, aracınızın karnesini, uluslararası ehliyetinizi ve eğer varsa aşı karnenizi mutlaka üzerinizde taşıyın. Bunlardan hazırlayacağınız birer fotokopiyi de, yedekte bulundurun. Fotokopilerin her ne kadar resmi bir yaptırımı olmasa da, orjinallerinizi kaybettiğiniz taktirde, sonraki işlemleri hızlandırabilirsiniz.

_ Aracınızı ya Türkiye’de, ya da rotanız üzerindeki ülkelere giriş yaptığınızda sigortalatmayı ihmal etmeyin. Bazı ülkeler, karşı tarafa verilebilecek zararlara karşı sigortalanmayı zorunlu tutuyor. Bu durumun işleyişini öğrenmek için yolculuk öncesi iyi bir ön araştırma yapmanızda fayda var.

_ Değişik marka ve model motorlardan, hatta bir Citroen 2CV’den tutun da, karavanlara, kasası kapatılmış bir Unimog’a yada içi uzun yol için hazırlanmış otobüslere kadar çok değişik tipteki araçlarla böyle bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Karar vermeniz gereken tek şey, bu yolculuktan ne beklediğiniz olmalı.

Motosikletle Dünyayı Yaşamak 2

Motosiklet ve gezi tutkunları için hazırladığım notların ikinci bölümününde, uzun bir yolculuğa çıkacakların ön hazırlıklarından ve yolda dikkat edilmesi gereken konulardan bahsetmek istiyorum.

Böyle bir motor yolculuğundaki en önemli karar kaç motor çıkılacağı ve motorda tek kişi mi, iki kişi mi olacağı. Her iki durumu da tecrübe etmiş biri olarak, ki Yunan adalarına iki motor, Katmandu’ya ise tek motor gitmiştim ve Katmandu’ya gidişi Elif’le (Alphan), geri dönüşü de yalnız olarak yapmıştım, her ikisi de son derece keyifli ve güzeldi. Her iki durumun da kendine özgü çok hoş detayları var, öyle ki, birbirlerinden ayıramıyorum. Herkesin de kendisi için en uygun yolu deneyip görmesini öneriyorum. Paylaşmak yaşadıklarınızın değerini kat be kat arttırırken, böyle özel bir geziyi yalnız yaşamak da, kişiyi daha farklı tecrübelere taşıyabiliyor.

1995 yılındaki Yunan adaları ve 1997 yılındaki İstanbul – Katmandu – İstanbul yolculuğu notlarımdan derlediğim bu çalışmanın, başka gezgin –

motorcuları da cesaretlendirmesini diliyorum.

En zoru marşa basıncaya dek olan kısmı. Yükleme işlerini tamamlayıp, motorun yan ayağını kaldırdıktan sonra, altınızda ileri atılmak için tereddütsüz bir şekilde komutunuzu beklediğini hissettiğiniz anda, otomatik olarak bambaşka bir dünyaya giriyorsunuz. Tutku, heyecan, adrenalin, mutluluk ve gerçekten yaşıyor olduğunuzu hissetmenin verdiği tarifsiz coşku…

Sonrasında ise kilometreler birbiri ardına akıp altınızdan kayıveriyor, siz de tadını çıkarıyorsunuz.

UZUN BİR MOTOR YOLCULUĞU YAPMAYI DÜŞÜNÜYORSANIZ;

_ İlk tecrübe olarak, batıya doğru yolculuk etmek, yol koşulları, konaklama, yemek ve güvenlik gibi konularda, doğuya gitmekten daha pahalı ama çok daha kolay ve rahat olacaktır.

_ İki yada daha fazla motor ile yolculuk her bakımdan çok daha güvenli ama sonuçta olmazsa olmaz da değil. Motorun üzerinde iki kişi olmak tek kişi olmaktan daha zor, ama iki kişi yolculuk yapmak tek kişi yolculuk yapmaktan çok daha zevkli.

_ Motorunuzu servise sokup son bakımını ve kontrollerini yaptırmayı unutmayın.

_ Motorunuzun el kitabını yanınızda taşıyın ve servisinizden özellikle dikkat etmeniz gereken noktaları iyice öğrenin. Olası bir sorun halinde, bulacağınız ustaya, motorunuza özgü detayları vererek daha güvenli çözüm üretebilirsiniz.

_ Rotanız üzerinde, motorunuzun onaylı bir servisi olup olmadığını araştırın, eğer varsa bu durum işinizi çok kolaylaştıracaktır.

_ Gittiğiniz ülkeden geri dönüşü tekrar motorla yapmayı düşünmüyorsanız, dünyanın pek çok ülkesindeki büyük şehirlerdeki kargo firmalarından biri ile motorunuzu Türkiye’ye uçakla ya da gemiyle yollatabilirsiniz.

_ Yapmayı düşündüğünüz kilometreye göre, ihtiyacınız olabilecek yedek parçalardan, (ampul, sigorta, vb.) periyodik bakımda değiştirilmesi gereken parçalardan (yağ, buji, filtre, vb.) ve kullanıma bağlı aşınan ve değiştirilmesi gereken parçalardan (lastikler, frenler, vb.) fazla yer kaplamayacak bir set hazırlayıp yanınızda taşıyın. Lastik gibi çok yer kaplayan ve kolay kolay problem çıkarmayacak büyük parçalarınızı kargo olarak rotanız üzerindeki büyük şehirlerden birindeki, önceden ayarladığınız bir adrese yollatın. (Siz yola çıktıktan belirli bir süre sonra, evdekiler yedek parçalarınızı herhangi bir şehirdeki büyük kargo firmalarından birinin ofisine yollatabilir.)

_ Tubeless lastikler uzun yolda daha güvenli, imkanınız varsa bunları tercih edin.

_ Büyük depolu bir motorla daha rahat edersiniz. Eğer 20 litrenin altında deposu olan bir motorla yola çıkıyorsanız yedek benzin taşımayı ihmal etmeyin.

_ Çene kısmı tam açılan bir kaskla hem çok daha rahat edersiniz hem de kaskı çıkarmadan fotoğraf çekebilirsiniz.

_ Doğu yolculuğunda pis benzinle (kumlu, sulu, yağlı, düşük oktanlı) karşılaşmak çok olası olduğu için, karbiratörü kolay temizlenebilen bir motor seçin ve temizleyebileceğiniz bir ilave benzin filtresi takın. Enjektör kolay kolay sorun çıkartmaz ancak filtre yine işe yarar bir önlem olabilir.

_ Hemen her yerde konaklama imkanı bulmak mümkün. Ancak kirli yataklara sermek için hafif ve az yer kaplayan bir uyku tulumu bulundurmanızda fayda var.

_ Çok iyi bir ilk yardım seti edinin, neyin, nasıl ve ne zaman kullanılacağını öğrenin ve ciddi bir ilk yardım kursu alın.

YOLDA

_ Dünyanın gerçekten uzak köşelerine gitmediğiniz sürece, hemen hemen her yerden Türkiye ile haberleşebilir ve hesapta olmayan bir problemle karşılaştığınızda yardım alabilirsiniz. Belirli aralıklarla, Türkiye’deki güvendiğiniz, iş bitirici birisini planlarınızdan ve durumunuzdan haberdar edin.

_ Planladığınız yolculuk süresince ve herhangi bir aksilik olduğu taktirde, gerekebilecek miktarda parayı yanınızda bulundurun.

_ Bilmediğiniz bir ülkede motor kullanırken yollara son derece dikkat edin. Çukurlar, bozuk bölümler, şerit değiştirmeler hiç bir uyarı olmaksızın, çok ani olarak karşınıza çıkabilir. Maksimum sürati biraz düşürmekte fayda var.

_ Kamyonların ve otobüslerin eksozu motorcuyu ciddi şekilde rahatsız ediyor. Ciğerleriniz için bir takım önlemler almaya çalışın. (Eksoz gazının zararlı etkilerini bir miktar tolere eden vitaminler, iyice kapanan bir vizör sistemi yada arada nefesinizi tutmak gibi.)

_ Yol koşullarından çok emin olmadığınız sürece asla gece yolculuk yapmayın.

_ Bazı ülkelerde para bozdurmak, büyük şehirlerin dışında sorun olabilir. Bir sonraki büyük şehire yetecek kadar ve bir aksilik halinde gerekli olabilecek miktarda lokal parayı yanınızda bulundurun.

_ Akşamları motorunuzu mutlaka güvenli, tercihen kapalı bir yere bırakın ve çantalarınızı motorun üzerinde bırakmayın.

_ Belirli bir mesafe sonra benzine ulaşacağınızdan emin olmadığınız sürece deponuzu üçte birin altına düşürmeyin. (Deponuzun kapasitesine göre bu oranı değiştirebilirsiniz.)

_ Şehir içlerinde mümkün olduğu kadar az motor kullanacak şekilde programınızı yapın. Yatacak ve motoru parkedecek güvenli bir yer bulduktan sonra, şehri gezerken genellikle lokal ulaşım araçlarını kullanın.

_ Her sabah yola çıkmadan önce, motorunuzu kontrolden geçirin. Bir önceki gün yaptığınız yolculukta, motor farkında olmadığınız bir zarar görmüş olabilir.

_ Motorunuzun rutin bakımını ihmal etmeyin. Özellikle kumlu ve sıcak bölgelerde uzun yol yapıyorsanız, motor yağı ve hava filtresi daha kısa sürede kirleniyor.

_ Herhangi bir ülkede bir trafik kazası yaparsanız, kaza mafyaları ile başınızı derde sokmamak için, hayati bir durum yoksa, en yakın karakola gidip durumu rapor edin.

_ Müslüman ülkelerde, müslüman bir ülkeden geliyor olmanız işinizi çoğu zaman kolaylaştırıyor. Bir bayan ile yolculuk etmek de, yine aynı şekilde çoğu yerde işlemlerinizi hızlandırabiliyor.

_ Doğu yolculuğunda çocukların sizden en çok istediği şey kalem; yanınızda bol miktarda kalem bulundurursanız, lokal insanlarla kolaylıkla iletişim kurabilirsiniz. Şeker, çikolata gibi şeyler vermek, uzun vadede çocukları gördükleri her yabancıdan birşeyler dilenmeye ittiği ve diş sağlıklarını olumsuz etkilediği için, genellikle bilinçli gezginler tarafından doğru bir yaklaşım olarak kabul edilmez.