Dağcı gerçeklikle hayal arasında bir yerde kalır

Bir şeyler hissediyorsun, görüyorsun ama o gördüklerin gerçek değil ve sen bunun farkında değilsin. Yani gördüğünün son derece gerçek olduğun zannediyorsun ve halüsinasyon içerisinde yaşıyorsun. Güvenli olabilmek için algılarının ve melekelerinin en üst düzeyde açık olması gereken tehlikeli bir yerdesin ve bu zihinsel yanılsamalarla kendini başka bir yerde olduğunu farz ederek hareket ediyorsun.

K2’den inerken halüsinasyon gördüğünüzü söylüyorsunuz. Bunlar nasıl halüsinasyonlardı ve bu durumu diğer tırmanışlarda da yaşadınız mı?

Halüsinasyon çok enteresan bir mekanizmadır. Normal şartlarda ve normal yaşamda böyle bir şey yoktur. Lakin yüksek irtifa dağcılığında var. Oksijen oranının düşük olması nedeniyle dağcılarda aşırı efor harcamaya bağlı olarak bir takım mental bozulmalara yol açabiliyor. Dağcı gerçeklikle hayal arasında bir yerde kalır. Bir şeyler hissediyorsun, görüyorsun ama o gördüklerin gerçek değil ve sen bunun farkında değilsin. Yani gördüğünün son derece gerçek olduğun zannediyorsun ve halüsinasyon içerisinde yaşıyorsun. Güvenli olabilmek için algılarının ve melekelerinin en üst düzeyde açık olması gereken tehlikeli bir yerdesin ve bu zihinsel yanılsamalarla kendini başka bir yerde olduğunu farz ederek hareket ediyorsun. Benim başıma gelen halüsinasyonlar her seferinde beni güvenli ortamda tutacak şekildeydi. 1998’deki tırmanışım Lhotse’de dönüş yolunda başıma geldi. Kafamda inmem gerektiğini biliyorum. Ama nereye indiğimin farkında değilim. Kendimi başka bir yerde zannediyordum. Hemen ileride bir yerde bir kulübe ve limonata var. “Ha gayret oraya gidince bu limonatayı içeceksin” gibi bir hayal vardı kafamda. Normalde ne orda öyle bir kulübe ne limonata var. Tek şey inmem lazım ve oraya gidebilirsem kurtulacağım.

K2’de benzer bir şey yaşamışsınız sanırım.

K2’de de hareket edemez hale geldim. Vücudumun bütün enerjisi gitti ve kendimden geçtim. Dik bir buzuldayım ve yamaçta durabileceğim yer de yok. Ya bir yere bağlı olmam gerekiyordu ya da sürekli hareket halinde olmalıydım. İşte ben tam bu yerde hareket edecek enerjim bitti. Kazmayı yamaca saplayıp onun üzerine yattım ve o halde bir gece geçirdim. Oradaki halüsinasyon ise şuydu, “Şimdi birileri gelecek, İstanbul’dan arkadaşlarım yanıma geliyor. Bana sıcak çorba, çay gibi şeyler getiriyorlar.” Kısacası benim halüsinasyonlarım beni hayatta tutmaya yönelik halüsinasyonlardı. O yönden şanslıydım diyebilirim.

 

Dikey Limit, Kuzey Yamacı gibi filmler mevcut. Tırmanırken bu filmlerin sahnesi gözünüzün önüne geldiği oluyor mu? Mesela ben yüzerken Jaws filmleri aklıma geliyor ve bu de beni tedirgin ediyor.

(Gülüyor) Ben de böyle bir şey olmuyor da tırmanışlarla ilgili filmleri seyrederken kendi yaptığım tırmanışlar akılama geliyor. Bir de neyin olup neyin olamayacağını bildiğim için abartılı sahneleri ayırabiliyorum.

 

Özellikle de Kuzey Yamacı filmi fazlasıyla etkileyiciydi.

Evet evet.

 

Her bir tırmanışınız film tadında. Bu tırmanışlarınızın filme aktarılmasını ister misiniz?

Aslında ben Everest’in de,  K2’nin de tırmanışını belgesel yaptım. Bir sürü fotoğraf sergisi açtım.

 

Başka bir yönetmen tarafından çekilmesini ister misiniz?

Tabii neden olmasın.

 

Motosikletle çok uzaklara yolculuklar yapıyorsunuz. Nerelere gittiniz ve zor olmuyor mu?

Nereye gidip ve ne kadar kalacağımıza karar veriyoruz ve yola çıkıyoruz. Buna karar verdikten sonra gerisi kolay. Yanımızda hangi malzemeleri götüreceğimizi ve bir tane yeni baskı rehber kitabı alıyoruz. Aslında en önemli ayrıntı bu bence, yeni baskı olacak. Dünyada 25 senedir var rehber kitaplar. Hangi ülkeye gitmek istiyorsan rehber kitapları var. Ne yenir, ne içilir, tarihi, doğası vs her şeyi yazar. İstanbul’dan Katmandu’ya gidip geldim. 4 ay süren bir yolculuktu ve 21 bin kilometre yol kat ettim. Nepal, Hindistan, Pakistan, Tibet, Bhutan, Sıkkım gibi ülkelere motosiklet seyahatleri yaptım. Çok da keyif alıyorum. Zaten şehirde de ulaşım için motosikleti tercih ediyorum. İstanbul için en ideali scooter bence.

 

Sizin Gölcük’te yaşadığınız bir kurtarma yazınızı okudum ve çok etkilendim. 14-15 yaşlarındaki bir çocuğu sıkıştığı yerden çıkarabilmek için çabanızı, 6 gün boyunca 5 saat uyuduğunuzu ve o anların sizi çok fazla etkilediğini söylüyorsunuz.

Ben aslında o günleri ve depremle ilgili anılarımı hatırlamak istemiyorum. Zaten hiç de hatırlamıyorum, aklıma getirmiyorum. Hepimizin hazırlıksız yakalandığı, gerçekten çok zor bir dönemdi ve çok ağır bir süreçti. Zaten 17 Ağustos depremiyle ilgili sadece bir tane makale yazdım. O da bu bahsettiğin yazı. O deprem, orada yaşadıklarımız, o imkansız mücadele, o korkunç çaresizliğin içerisinde birilerine çare, umut olmaya aç, susuz, uykusuz günlerce çabalamamız hepimizi çok sarstı, çok hırpaladı. Ama o enkazların altından kurtardığımız, ölümün elinden çekip aldığımız 220 can her şeye ama her şeye değerdi.

 

Bir yaşam kurtarırken neler yaşıyorsunuz?

Ben bu hayatta çok zor ve değerli işler başardım. Dünyanın en zor, en tehlikeli dağlarından bazılarına tırmandım, Birçok ilk tırmanışlar yaptım, bazıları henüz Türkiye’den hala tekrarlanmadı, motosikletimle uzak ülkelere gittim, on binlerce kilometre yol yaptım, çeşitli vesilelerle 80 kadar ülke görme şansım oldu, 7 kıtaya da gittim, ülkemi uluslararası rekabetin değişik alanlarında en iyi şekilde temsil etmeye çalıştım ama bunların hiç birini bir tane hayat kurtarmayla karşılaştırmamam. Hepsini üst üste koysanız da karşılaştıramazsınız. Çünkü milyarlar kere milyarlar koysanız da yine de bitmiş bir hayatı geri çeviremezsiniz. Eğer birisine bir fayda sağlamak istiyorsak bunu yaşarken yapacağız. Ölümden sonra çok geç. Ölüm son nokta ve ondan sonra müdahale etme gücümüz yok. Bu nedenle arama kurtarmada başarılı olabilmek ve bir canı daha ölümün elinden çekip alabilmek için, bazen çok zor ve çok tehlikeli şartlar altında kendimizi parçalarcasına mücadele ediyoruz ve ölümden hızlı davranmaya çalışıyoruz.

 

Bir hayatı kurtarırken kendi canınızı tehlikeye atıyorsunuz…

Hayatın olduğu bir yerde ölüm de vardır, bunun farkındayım. Kendi adıma ölümü de yaşam gibi doğal kabul ediyorum. Ama genç ölümler, zamansız ölümler ve aslında engellenebilecek ölümler içimi çok acıtıyor. Giden bu güzel yaşamdan geri kalıyor ve aslında yapabileceği, yaşayabileceği sonsuz bir potansiyeli yitiriyor. Ölen kişinin dünyayla bağı kopuyor, buradaki tüm hesabı, eksiğiyle fazlasıyla sona eriyor. Yine de ölümden sonra buradan daha anlamlı ve değerli, daha başka bir yerde yeni bir hayatın başladığına inanıyorum. Onun için dünyanın artık bir anlamı kalmıyor. Ama yakınları burada, kaybettiklerinin tarifsiz acılarıyla başbaşa kalıyorlar. Hele bir evlat, anne-baba, eş, bir dost kaybetmek çok acı bir şey. Allah kimsenin başına vermesin. Bu acılar bir ömür boyu süren travmalar bırakıyor geride kalanlarda. Bizler kurtardığımız hayatlarla, aslında sadece kurtardığımız insanların hayatına değil, kurtardığımız insanların ailelerinin, sevdiklerinin, yakınlarının, dostlarının da hayatlarına dokunuyoruz ve ben sürecin bu tarafını da çok değerli buluyorum. Pek çoğumuz gibi ben de bu hayatta çok zamansız ve çok erken ölümlerle çok sevdiğim dostlarımı kaybettim ve onlarsız olmanın, hayatımın geri kalanında, çok keyif aldığım paylaşımlarımızın artık olmamasının ne kadar hüzünlü ve ne kadar çaresiz bir durum olduğunu hala içimde hissediyorum. O yüzden bizim motivasyonumuz hem hayatını kurtardığımız insanlar hem de hayatını kurtardığımız insanların dostları, sevdikleridir. Onlara sevdiklerini geri veriyoruz ve bir ömür boyu sürecek acılardan kurtarıyoruz. Bu duyguyu hiçbir şeyle kıyaslayamam…

 

“Sırt çantamı taşıyabildiğim sürece tırmanmaktan vazgeçmeyeceğim”

Sizi en çok zorlayan tırmanış hangisiydi?

K2 Dağı tırmanışı

 

Bu dağda sizi zorlayan neydi?

Dikey Limit filmini gördün mü?

 

Evet gördüm.

İşte oradaki hikâye K2’de geçiyor. 8 bin 611 metre yükseklikte Pakistan ve Çin sınırında yer alıyor. Dünyanın ikinci yüksek dağı ama dünyanın tırmanışı en zor ve riskli dağı kabul ediliyor. O tırmanış hayatımın en zor tırmanışıydı. Birincisi K2’dir, ikincisi de Pobeda tırmanışımdır.

 

Orada nasıl bir zorluk yaşadınız?

Pobeda’da 7 bin metrede 4 kilometrelik bir travers var. Yani dağın bir tarafından çıkıyorsun ve o çıktığın yerden sonra 4 kilometrelik bir sırt hattını geçmen gerekiyor. Ondan sonra da bir 400 metrelik Rusların obelisk dedikleri dik bir tırmanış daha var. Bu dağda dağcı rahatlıkla, kaybolabilir, savrulabilir ve düşebilir ki bu sırt hattında onlarca dağcının cesedi yatıyor.

 

“Ben dağları çok seviyorum ve sırt çantamı taşıyabildiğim süre de tırmanacağım.” Cümlesini nereye kadar yorumlayabiliriz.

Taşıyabildiğim sürece yani (gülüyor) aslında doğaya çıkabildiğim, doğada performans gösterebildiğim sürece. K2’de aldığım risk ölçüsünde bir daha risk alacağımı zannetmiyorum. K2 hayatımda en çok yapmak istediğim tırmanıştı ve istediğim şekilde de tamamladım. Dağlardan kopmadan keyifli, çeşitli tırmanışlar yaparım diye düşünüyorum.

 

Solo tırmanışlar daha tehlikeli duruyor. Peki bunlarda kaybolduğunuz oldu mu?

Solo çok daha zordur ve tehlikelidir elbette çünkü en küçük bir aksilikte yapayalnızsın ve yapayalnız çözmek zorundasın her şeyi ama kaybolduğum hiç olmadı. Solo tırmanışlar riskli olduğu kadar bence rahat da oluyor. Çünkü dağcı her şeyi kendi temposuna göre ayarlıyor. Benim de yüksek bir performansım var yüksek irtifada, bu avantajı iyi kullandım iki solo tırmanışımda da. Bu yüzden daha güvenli hareket ediyor ve hızlı gidiyordum. Ama en küçük bir aksilikte bedelini çok ağır ödersin. Bileğini burksan tek başınasın ve hayati sonuçları olabilir.

 

“Geçmişe değil geleceğe odaklı yaşarım”

Hangi ülkede yaşamak isterdiniz?

Türkiye.

 

İstanbul’da vakit geçirmekten keyif aldığınız mekânlar neresi?

Boğaz, Ortaköy, Bebek, Arnavutköy, İstanbul’un denizi gören her yeri çok güzel. Belgrat Ormanı’nı da söylemem lazım.

 

Tırmanırken en çok keyif aldığınız dağ?..

K2’de olmaktan çok keyif aldım. Benim için çok özel bir hedefti, yıllarca hayalini kurdum hatta hayatımda hiçbir şeyi K2 Dağı’na tırmanmak kadar istememiştim. Tırmanış da çok heyecanlı, çok zor ve çok tehlikeliydi.

 

Size göre en tehlikeli dağ?..

K2 Dağı, zirvesine tırmanan her 3 dağcı için onu deneyenlerin içinden birinin hayatını kaybettiği ve zirvesine ulaşmayı başaran her 8 dağcıdan da birinin geriye dönemediği, objektif tehlikeleri çok yüksek bir dağ. Zaten dünyanın en zor ve tehlikeli dağlarının da başında kabul edilir.

 

Beğendiğiniz kitap ya da yazar?

Çok var. Hermann Hesse, Nikos Kazancakis, Jerzy Kosiski, Richard Bach, Amin Maalouf

 

En beğendiğiniz film?

Çok var.

 

Sizi ne üzer?

Haksızlıklar.

 

Sizi ne mutlu eder?

Yolunda giden her şey.

 

En büyük pişmanlığınız?

Pişmanlıklarına odaklanan biri değilim, geçmişe değil geleceğe odaklı yaşarım. Ama büyük pişmanlıklarım yoktur, ufak tefekleri de dert etmemeyi öğrendim.

 

Yaşamınız boyunca edindiğiniz 3 dost ismi sayabilir misiniz?

Benim dostum diyebileceğim çok insan var Allaha şükür ama isim verip kimseyi alındırmak istemem. Hepsi benim için özeldir ve değerlidir. (Gülüyor)