Dağın Yolu 2

Doğu bilgeliğinin felsefi ve dini gelenekleri çok açık ve net olan ve pek çok yerde kullanılabilen bir kavram üretmiş; Patika -yol-. Bu “patika” bir takım ahlaki değerlere göre kurulan belirli bir yaşam biçimini ve diet, meditasyon, nefes alma teknikleri, savaş sanatları gibi günlük hayatın çeşitli alanlarına uyarlanan bir takım teknik uygulamaların oluşturduğu bir sistemdir.

Bu “patika”`nın kurallarına uygun yaşamak kişiyi daha üst düzeyde bir erdem anlayışına ulaştırır, yada kararlı keşişlerde ve yogilerde olduğu gibi insanoğlunun kendi iç dünyasına ve çevresindeki dünyaya derinlemesine ulaşmasını sağlar.

Bu düşünceden hareket eden, Polonyalıların son 20 yıla damgasını vurmuş dağcılarından Voytek Kurtyka, dağcılığın sahip olduğu olağanüstü özelliklerden dolayı, insanın fiziksel ve ruhsal gelişmesini getirdiğini söylüyor ve buna “Dağın Yolu” adını veriyor. Bu yol, insanı günlük hayatın küçük, anlamsız, değersiz çatışmalarından temizliyor, arındırıyor.

Son 10-12 yıldır, bu yolu ben de kendime oldukça yakın buluyorum. “Dağın Yolu” sayesinde belki de başka türlü hiçbir zaman öğrenemeyeceğim, (yada çok daha zor öğrenebileceğim) çok şey öğrendim. Bunu daha ne kadar sürdüreceğimi kestiremiyorum ancak dağlardan öğreneceğim şeyler olduğu sürece tırmanmaya devam edeceğim.

Gerçekte bu insanları, -bizleri- dağlara tırmandıran, oradan oraya savuran şey, derin bir yaşama arzusudur; dolu dolu, soluk soluğa, özgürce, sonuna kadar yoğun, tutkulu ve güçlü bir yaşama arzusu.

Nietzsche’nin dediği gibi belki de; “Yaşamdaki en üretken tecrübeleri bilmenin ve en derin zevkleri tatmanın sırrı tehlikeli yaşamaktır”

Elbette ki, dağlara tırmanmanın salt amacı riske girmek, tehlike duygusunu yaşamak olarak nitelendirilemez, burada hedef yaşam tecrübesini derinleştirmek ve zenginleştirmektir de, aynı şekilde yalnızca adrenalini yükseltmek, yada spor yapmış olmak ta değildir, kişinin kendi içine ve çevresine farklı açılardan bakabilmesidir.

Bence dağcılık, insanların, doğayı, yaşamı ve kendilerini tanımak için ve kendi fiziksel ve psikolojik sınırlarını öğrenmek ve geliştirmek için doğada, yükseklere doğru yaptıkları yolculukların oluşturduğu son derece asil bir spor dalı.

Zorlu bir tırmanışın tamamlanması ile dağcı kendi içinde de bir şeylerin tamamlandığını hisseder, bir tırmanış sonuna kadar yaşadığını hissetmektir de. Dağcılığa başladığım ilk dönemlerde dağcılığa daha ziyade sportif ağırlıklı olarak bakıyordum, o dönemlerde dağcılık benim için genelde çok zevk aldığım fiziksel ve ruhsal bir mücadeleydi. Ancak artık dağlara ve tırmanmaya bütün fiziksel ve ruhsal zorluklarının, çekiciliğinin yanı sıra sosyal, kültürel ve felsefi bir yolculuk olarak bakıyorum. Artık dağlara, dünyayı, yaşamı, değişik kültürleri, insanları ve kendimi daha iyi tanımak için de tırmanıyorum. Yoksa iş çıktığım zirveler hanesine bir çizik daha atmaktan öteye gitmezdi. Dağlara tırmanmanın amacı, çıkılan zirvelerin kümülatif değerini arttırmak değil, yaşamın içine girebilmek ve tadını çıkarmaya çalışmaktır…

Dağcılar merak, hayal gücü ve fantazi duyguları gelişmiş insanlardır. zor koşullardaki cesaretleri, baskı ve yoğun stres altındaki zerafetleri, ruhsal cömertlikleri ve gittikçe sertleşen koşullara rağmen gösterdikleri sabır onları sıradan insanlardan farklı kılar. Onlarda korkar ama kontrol etmeyi bilirler, onlarda isterler ama sabretmeyi bilirler ve ağır ağır acele ederler.

Sonuç olarak, elbette dağcılığın içinde tehlike ve korku var, bunlar olmasa zirveye ulaşıldığında duyulan tatmin duygusu, başarmış olma duygusu eksik kalır. Tehlike ve korku bir uyarıcı gibidir, dağcı korkusunu, heyecanını kontrol eder ve bu stresin getirdiği adrenalini, aşırı uyarılmaya izin vermeden olumlu yönde kullanıp dikkatini, gücünü ve sınırlarını arttırır ve bu motivasyonla, normal şartlarda aşamayacağı engellerin üstesinden gelir.

İşte bu yüzdendir, bu insanların fiziksel, duygusal, entelektüel ve ruhsal canlılığı, aktifliği, gücü, çekiciliği…

Dağcılık son yüzyıl içinde oldukça hızlı bir gelişme gösterdi, 1920`lerin – 1930`ların dağcılarının teknikleri ve malzemeleri ile bugünküler arasında büyük farklılıklar var. Bu yüzyılın başlarında Alplerdeki, hatta Himalayalardaki dağları sahip oldukları oldukça kısıtlı bilgi ve malzemelerle zorlayan kararlı dağcıların hikayeleri ve göze aldıkları şeyler, bugün bizlerde saygı ve hayranlık uyandırıyor. Eminim benzer şeyleri 30 yıl sonrasının dağcıları da bizler için söyleyecekler.

Dağcılıktaki malzemelerin ve tekniklerin gelişmesine paralel olarak, dağcıların, dağcılıktan bekledikleri de değişiyor; 1924`te George L. Mallory, Everest`e çıkmayı istemesinin sebebini “because it is there” – ”çünkü o orada” ile açıkladığında, zirveye ulaşmak amaçtı.

1970`lerde Chris Bonington, Doug Scott, Dougal Houston ve diğerleri daha zorlu duvarları, yüzleri zorlamaya başladığında amaç rota oldu.

Yüksek dağların en zor rotalarının, oksijensiz, solo, hatta kış tırmanışları`nın bittiği günümüzde ise rekor tırmanışlar amaç haline geldi.

Yine de hala dağcılıkta yapacak çok şey var, çünkü hala bazı insanlar özgür bir ruh ve bu dünyaya karşı büyük bir açlıkla doğuyor.

Dağcılık tarihinde, ne yazık ki, bencil – düşüncesiz, hırslarının esiri olan insanların da hikayeleri vardır;

Sonuç olarak bu güçlü, cesur, kararlı ve fedakar, ender de olsa bazen korkak, bencil ve zayıf insanların hikayeleri artık herkesin ilgisini çekiyor. Yalnızca dağcılar değil, sokaktaki insan da bu maceraları merakla dinliyor. Çünkü bunlar insanın hikayesi, oyuncuları da, hayal güçleri geniş, fantazileri kuvvetli, merak duygusu gelişmiş kendi limitleriyle uğraşmaktan korkmayan insanlar.

Lütfen, ara sıra onlara şans dilemeyi ihmal etmeyin.