Doğal Afetler ve STK’lar
Son yıllarda pek çok kaynakta sıklıkla, sivil toplum kuruluşlarının 21. yüzyılın belirleyici faktörlerinden biri olacağı dile getiriliyor. Gerçekten de sivil toplum kuruluşlarının önemi ve bu yöndeki beklentiler giderek arttı ve kapasitesi, gücü daha doğru anlaşılmaya başlandı.
Demokratikleşme ve paralelinde gelişen sivilleşme ile birlikte eğitimle ve kültürel zenginleşmeyle insanlar kendi haklarını, hiç tanımadığı diğer insanların haklarını, hatta bu dünyayı paylaştığımız diğer canlı türlerinin varolma haklarını koruma konusunda bir vizyona ve bilince erişiyorlar. Bu konuda sivil toplum kuruluşlarına, sivil inisiyatifin toplum içindeki örgütlü dinamiklerine büyük görev ve sorumluluk düşüyor.
20. yüzyılın sonlarına doğru insanlar, her şeyi devletin resmi örgütlü unsurlarından beklemekten vazgeçerek, kendi olanaklarıyla ve kendi inisiyatifleriyle, kendi kaynaklarını koordine ederek bunları toplumun yararına yönlendirerek çok ciddi bir katma değer yaratabileceğini, sivil toplum örgütlerinin yaptırımının ne kadar büyük olabileceğini görmeye başladılar.
Sivil toplum hareketlerini en basit ifadeyle; ‘aktif vatandaşlık’ kavramı içinde değerlendirip, tanımını da; başkalarına saygı gösteren, sorun çözmede girişimci ve yenilikçi olan, eyleme dönük araçlar yaratabilen, kendi iç enerjisi ile harekete geçebilen ve toplumun daha az şanslı kesimleri için toplumsal destek sağlamak üzere kendilerini düzenleyebilen örgütlü insan toplulukları olarak yapabiliriz.
Sivil toplum kuruluşlarının görevi seçtikleri misyon çerçevesinde öncelikle toparlayıcı, zarar azaltıcı ve geliştirici olmak bir diğer deyişle, pro aktif çalışmalar yapmaktır. Ayrıca kamu yararını ilgilendiren konularda çeşitli sebeplerle yaşanabilecek gecikmeleri ve eksiklikleri tamamlayan ve ihtiyaç halinde devletin resmi kurumlarına destek olarak devreye girecek etkin bir güç olmaktır. Örnek verecek olursak, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın amacı, Milli Eğitim Bakanlığı’na alternatif olmak değil destek olmaktır, veya TURMEPA’nın gerçekleştirdiği Türkiye çapındaki deniz temizliği çalışması, Ulaştırma veya Çevre Bakanlığı’nın işini elinden almak amaçlı değil, sivil bir inisiyatifle varolduğu bu topraklara gönüllü bir katkıda bulunma çabasıdır. Aynı yaklaşım, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Sokak Çocukları Derneği, Özürlüler Vakfı ve benzeri yüzlerce sivil toplum kuruluşu için de geçerlidir. Bir diğer örnek olarak AKUT Arama Kurtarma Derneği’nin de sorumluluğu aynı şekilde kendisine seçtiği gönüllü görevde, acil durumlarda ve doğal afetlerde, bu görevin asıl sahibi olan Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’ne ve diğer ilgili kurumlara destek olmaktır.
Sivil toplum örgütleri çeşitli sebeplerle devletin ulaşamadığı, yetemediği, geciktiği durumlarda tamamlayıcı ve son derece dinamik ve hızlı hareket edebilen yapılarıyla ufuk açıcı bir vizyonla hareket ederler.
Kamu ve özel sektör ancak 3. Sektör adı verilen sivil toplum kuruluşlarıyla beraber çalışırsa dengeli ve sağlıklı bir demokrasiden bahsedebiliriz. Çünkü doğru işleyen bir demokraside, seçimle göreve gelen hükümet ve meclis, atanmış bürokratlarla birlikte ülke kaynaklarını, ulusal menfaatler doğrultusunda yönlendirme ve kullanma yetkisini doğru ve etkin bir biçimde kullanır. Bu kaynakları koordine etmek hükümetlerin asli görevidir. Ancak çağımızdaki hızlı ve dinamik değişimlere zamanında ayak uydurabilmek, iyi niyet olsa dahi devletin kurumsal ve büyük ancak hantal gücüyle her zaman mümkün olmayabilir. Bu noktada, devletin resmi kurumlarının tamamlayıcısı rolünü gönüllü olarak üstlenen sivil toplum örgütleri devreye girer ki, gözden kaçan aradaki boşlukları tamamlayan, ekonomik ve sosyal kayıpları en aza indiren bir rol ve sorumluluk üstlenirler. Aynı zamanda devlet kurumlarına anayasa çerçevesinde verilen görevlerin, hukuk sınırları içerisinde kalmak koşuluyla takipçisi olarak sivil bir denetim mekanizması görevini üstlenirler.
Sivil toplum kuruluşları, kendini geliştirmeye çok açık olmaları ve hızlı ve dinamik hareket kabiliyetlerinden dolayı, ülke gelişiminde büyük görevler üstlenebilecek konumdadır. Nitekim içinde bulunduğumuz dönemde çok etkin ve başarılı çalışmalar yapan pek çok sivil toplum kuruluşumuz da mevcuttur. Bizim yapmamız gereken sivil toplum kuruluşlarımızın sayısını ve etkinliğini artırmak ve vatandaşları kendi gelecekleri ile ilgili daha etkin, daha aktif bireyler olmaları konusunda desteklemek olmalıdır. Çünkü gelişmiş bir sivil toplum hem yurttaşını bireyleştirir hem de toplumsallaştırır, hem haklarını öğretir hem de yükümlülüklerini hatırlatır.
Ortak yaşama arzusu içinde bulunan çağdaş toplumlarda vatandaşlık sorumluluğunun içinde, kendisinden daha az şanslı bireyler için mücadele etmek ve çalışmak çok saygıdeğer ve toplum içinde kabul gören bir etkinliktir. Toplumlar, yurttaşları arasında bu anlayışı eğitim, öğretim, doğru rol modeller ve ödüllendirme – destekleme çalışmalarıyla güçlendirmeli ve vatandaş olma bilinci ve sorumluluğunu her ortamda harekete geçirmelidir.
Burada en önemli mesaj olarak unutmamalıyız ki, örgütlü toplum güçlü toplumdur.
Sivil toplum kuruluşlarının doğal afetlerde aktif olarak kullanılmasının tarihi aslında yüzlerce yıl geriye, geçmiş deneyimlere dayanıyor. Osmanlı İmparatorluğu zamanında, evlerin çoğu ahşap olan İstanbul’un karşı karşıya kalabileceği en büyük tehlikelerden biri büyük yangınlardı ve bu tehdite karşı mahallelerde delikanlılar kendi içlerinde örgütlenerek tulumbacılar teşkilatlarını kurmuşlardı.
Aynı şekilde Japonya’da da yine geçmişi yüzyılları aşan mahalli itfaiye gönüllülülerinin olduğu biliniyor.
Doğal afetlerde toplumun yapabilecekleri zannedildiğinden çok daha fazla. Geçmiş acı deneyimler bunu pek çok kez göstermiş.
ABD’de CERT – Community Emergency Response Team, bizde ise TAMT olarak tanımlanan program, afetlere hazırlık süreçlerinde komşular, akraba ve işyerindeki arkadaşlar arasındaki dayanışma ve gönüllülük kavramlarından yola çıkarak geliştirilmiş “Toplum tabanlı afetlere hazırlık” modelidir ve çok verimlidir.
Dünyanın deprem konusunda en riskli coğrafyasında yaşayan Japonların birçok felaketin ardından toparlanmayı becerebilmeleri, Japon halkının afetlere karşı duyarlılığı ve direncinden kaynaklanır. Yaşanan felaketler karşısında başının çaresine bakmak zorunda kalan ve toplumsal dayanışma ve gönüllülük mantığı ile hareket edebilmeyi öğrenen Japon halkının nesiller boyu geliştirdiği ve koruduğu bu yetenekleri Amerikalılar tarafından fark edilince çok ciddiye alınır.
1985 yılında Kobe’ye giden Los Angeles itfaiyesi bölgeye ulaştığında tanık olduğu ilk şey birbiriyle sıkı sıkıya kenetlenmiş homojen bir toplumdur. Özellikle sağlam komşuluk ilişkileri bu ulusun afetler karşısında sigortası gibidir. Mahalle ölçeğinde komşular yangın söndürme, hafif arama kurtarma, ilk yardım ve kitlesel tahliye konusunda eğitimlidir.
Yine 1985 yılında Eylül ayında Meksico City’de büyük bir deprem yaşanır. On bin kişinin öldüğü otuz binden fazla insanın yaralandığı deprem sonrasında oldukça fazla sayıda insanın gönüllü olarak arama kurtarma çalışmalarına katılmış olması dikkat çekicidir. Mexico City depreminin ardından gelen ilk on beş gün boyunca sürdürülen kurtarma çalışmalarında 800 kişi gönüllülerin yardımı ile sağ olarak kurtulurken ne yazık ki bazı gönüllüler bu çalışmalar sırasında yaşamını yitirecektir.
Japonya’dakinden farklı olarak bu eğitimsiz ve deneyimsiz gönüllülerin gelen artçı şoklar ile yaşamlarını yitirmeleri karşısında uzmanlar iki önemli gerçeğin farkına varırlar; büyük kentlerde afetler sonrasında gönüllü kurtarma çalışmalarının engellenemeyen gücü ve aynı zamanda disiplinsiz gönüllüğünün sebep olabileceği ölüm ve yaralanmalar.
Japonya ve Meksika deneyimleriyle ülkelerine dönen Los Angeles itfaiyecilerinin yeni hedefi, afetlerde gönüllüğün gücünden yararlanmak amacıyla Japonya’daki gibi güçlü bir alt yapı oluşturarak gerekli standartların geliştirilmesi olur.
Bu noktada en önemli konu, Japonya’da olduğu gibi büyük şehirlerde, sosyal sorumluluğun ve bilincin artırılarak afetlere hazırlık süreçlerine toplumsal katkının güçlendirilebilmesi ve sürekliliğidir. İşte bu konu da bütün bu deneyimlere dayanılarak hazırlanan ve toplum içinde yaygınlaştırılan TAMT – Toplum Afet Müdahale Takımı eğitimleri ile çözülür.
1985 yılında yaşanan Meksika Depremi sonrasında, Amerika’da Los Angeles İtfaiyesi tarafından oluşturulan ve FEMA tarafından ulusal seviyeye yükseltilip geliştirilen ve afet süreçlerinde halkın yapabileceği çalışmaları örgütleyerek acil durumlarda etkin olarak sisteme dahil edilmelerini sağlayan TAMT kursları, son dönemlerde giderek daha fazla kabul görmeye başlayan bir model.
Bunun en önemli sebebi de kitlesel afetlerin yıkıcı gücü karşısında bazı durumlarda ilk 72 saat çevreden hiçbir yardımın ulaşamaması halinde, bölgede yaşayan yerel halkın kendi kendine inisiyatif kullanıp müdahale ederek en kritik olan ilk günlerde çok önemli işler başarabilmeleridir. Buna göre ilk 72 saat için toplumun kendi başının çaresine bakmak zorunda kalması halinde, ağır kurtarmada uzman ekipler bölgeye ulaşıncaya dek, yurttaşların en azından hafif kurtarma konularında bir takım eğitime ve donanıma sahip olmaları halinde çok verimli oldukları hemen tüm kitlesel afetlerde gözlemlenebiliyor.
Bu eğitimi ilk olarak 1999 Gölcük Depremi’nden sonra Amerika’ya eğitim için yolladığımız 3 eğitmenimiz aracılığıyla Türkiye’ye biz getirmiştik. Bu eğitimin daha kısa bir versiyonu olan TAG – Toplum Afet Gönüllüleri kurslarını ise Boğaziçi Üniversitesi’yle birlikte kısaltarak Türkiye’ye uyumlamıştık. Bizden sonra başka kurumlar da aynı eğitimleri Amerika’dan alarak bu sürece dahil oldular.
Doğal afetlerin etkilerinin azaltılması ve koruma bilincinin yükseltilmesi yönünde genç nesillerin önemini bütün dünya kavramış durumda. Yetişkinler bu anlamda bazen kaderci davranıp bir direnç gösterse de, okullarda aldıkları eğitimlerle birlikte genç neslin ufku genişliyor ve ebeveynlerini de öğrenmeye ve değişmeye yönlendirebiliyorlar.
Burada akılda kalacak en önemli veri, topumsal dayanışma duygusu yüksek toplumların, doğru bilgi, eğitim ve bilinçlendirmeyle birlikte doğal afetler gibi son derece tehlikeli ve yıkıcı süreçlerde bile en az zararla bu afetlerle başa çıkabilecekleri gerçeğidir.
Son olarak AKUT olarak yaptığımız çalışmalardan da bir kesit sunmak istiyorum sizlere. Bugüne dek (Ağustos 2008) yurt içi ve yurt dışı olmak üzere toplam 478 arama ve kurtarma görevine katılmış ve 733 insanın hayatının kurtarılmasında aktif olarak görev almış durumdayız. Türkiye’nin her yerinde verdiğimiz binlerce seminerde yüzbinlerce vatandaşımıza ulaşarak afet öncesi, sırası ve sonrasında doğru davranış biçimlerini anlattık ve Türk toplumunun afete dayanıklı bir topluma dönüşmesi için toplum bilinçlendirme çalışmaları yaptık ve yapıyoruz. Yine bu amaçla bu günlerde, TVV ile birlikte hazırladığımız gezici deprem eğitimi projesi ile, özel donanımlı bir tırla 130 günlük bir Türkiye turuna çıkarak internet, yazılı ve görsel medya, seminerler, tiyatro gösterisi, eğitim filmleri ve 1 milyon adet olarak bastırdığımız eğitim kitapçığı ile birlikte çok kapsamlı bir deprem bilinçlendirme çalışması yapıyoruz.
Bir yandan da 18 bölgede konuşlanmış ekiplerimizle, hemen her türlü acil durum ve afette doğrudan müdahale ederek can kayıplarının en aza indirilmesine katkıda bulunmaya çalışıyoruz.
Bu anlamda yurttaşlık bilinci, sosyal sorumluluk duygusu, ülke ve insan sevgisi gibi temel değerlerden yola çıkarak, eğitimli, bilinçli ve donanımlı gönüllülerimizle ülkemize ve insanımıza karşılıksız ve gönüllü hizmetlerimizi artırarak sürdürüyoruz.
AKUT ve dünyadaki diğer örneklerin rahatlıkla Afrika’daki devletler ve milletler için de benzeri şekilde kullanılabileceğini düşünüyorum. Burada önemli olan yerel riskleri ve ihtiyaçları doğru tesbit etmek, bunlara göre çocukları da kapsayacak şekilde sürekli ve düzenli eğitimlerle toplum bilinçlendirme çalışmaları yapmak ve sivil inisiyatifle toplumun içinde örgütlü dinamikler oluşturarak ilgili devlet kurumlarıyla eşgüdümlü çalışmalar yapmak olduğunu söyleyebilirim.