Eğitim Atölyesi

Nasuh Mahruki denildiğinde insanlarımızın pek çoğu sizi ve başarılarınızı yakından biliyor. Benim merak ettiğim ve söyleşiye başlarken sormayı arzu ettiğim ilk konu çocukluğunuzda bedensel zekanızın bu kadar gelişmiş olmasına ilişkin işaretler var mıydı? Zira Kar Leoparı unvanını alan bir kişinin bedensel zekasının üst düzeyde gelişmiş olmasından bahsedebiliriz diye düşünüyorum.

Benim her zaman çok atılgan bir karakterim olmuştu. 5 yaşındayken bile çok atak ve hareketliydim. Tabi bu durumun benim kişiliğimle alakası olduğu gibi, bedenimin de bu ataklığı kaldırabilmesiyle de ilgisi olduğunu düşünüyorum. İlkokulda 4 sene yüzdüm. O bana çok büyük avantaj sağladı. Arkadaşlarım yaz tatilinde misket oynarken ben her gün sabahın köründe kalkıp, yüzme ihtisas kulübüne gidip bütün gün orada antrenman yapardım. O yüzden fizik olarak da hem kendime güvenirdim, hem de 8-9 yaşında bir çocuğa göre fiziksel olarak daha dirençli bir bedensel yapım vardı. Riske girmeye müsait kişiliğim de bu atılganlıkla birleşince hep hareketli bir çocuk oldum.

Ailenizde tarihte önemli yeri olan kişiler var. Soy ağacınızda bedensel zeka anlamında sporda üst düzey başarıları olan bildiğiniz birileri var mı?

Aynı yaşta olduğumuz bir kuzenim var, kendi yaş grubunda senelerce hem bireysel hem de takım olarak Türkiye kürek şampiyonuydu. Çok başarılı bir kürekçiydi. Belki aile geçmişimde sportif becerisi yüksek bu tarz insanlar vardır ama o zamanlar her şey bu kadar kayıt altında olmadığından bilemiyoruz.

Beyin beden ilişkisi çok önemli. Ben Milli Tenisçimiz Sn. İpek Şenoğlu ile Bedensel Zekayı analiz ederken kendisi ile gözlemlediği önemli bir bilgiyi paylaşmıştık. Dünyada teniste başarılı olan kişilerin sakatlıkları esnasında hayal kurduklarından ve tenis oynayıp başardıklarını düşündüklerinden bahsetmişti. Bu düşünsel faaliyetin iyileştikten sonra tenise adaptasyon süresini çok kısalttığını belirtmişlerdi. Aynı konuyu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yüksel Tenekecioğlu ile paylaştığımda o da aynı yaklaşımın pozitif sonuçlarını bilimsel platformda doğrulamıştı. Bence beyin beden ilişkisinin en önemli olduğu uğraşlardan birisi dağcılık olsa gerek diye düşünüyorum. Sizin bu konudaki gözleminiz nedir? Beyin bedene ve performansına nasıl hükmediyor?

Ben bu dediğiniz konuya başka bir yerden de bakmak isterim. NLP diye öğretilen yaklaşım aslında buna çok benzer bir şey. Zihninizi bir şekilde programlıyorsunuz ve gelecekte gerçekleşmesini istediğiniz bir hayalin imajinasyonunu beyninizde canlandırarak onun gerçek planda oluşması için zihinsel bir hazırlık yapıyorsunuz. Hatta son zamanlarda çok da gündeme gelen quantum ile ilgili yaklaşımlarda tam buna değiniyor. Beynimizde hayal ettiğimiz imajın bir süre sonra gerçekleşeceği düşüncesi. Albert Einstein’in bu yönde şöyle bir sözü var; “Hayal gücü her şeydir; hayal gücü hayatın gelmekte olan heyecanlarının ön izlemesidir”.Biraz önce tenisçilerde verdiğiniz örnekte olduğu gibi iyileştiğinizi veya başarılı olduğunuzu veya hedefinize ulaştığınızı hayal ettiğiniz ve zihninizi bu imgeye yönlendirdiğiniz zaman, bu yaklaşımın bu süreyi hızlandırdığına dair örnekler çok. 2000’li yıllarda son dönemlerde bu konu ile ilgili inanılmaz bir patlama var. “What The Bleep Do We Know” – “NE BİLİYORUZ Kİ” veya “The Secret” – “SIR”  adlı filmler tam bunu anlatıyor zaten ve son süreçte çok popüler hale geldiler. Bu düşünceye göre; dışarıda bizim zihnimizden bağımsız bir dünya yoktur. Biz dışarıdaki dünyayı düşüncelerimizle şekillendiririz. Filmlerin özü bu.

Dolayısıyla ben bu dediğinize inanıyorum ve kendi profesyonel spor yaşamım boyunca hep bunu uyguladım. Örneğin K2 çok ciddi bir hedefti benim için. Aynı zamanda korktuğum bir hedefti. Pek çok etabında çok tehlikeli ve zorlu tırmanış süreçleri içeren ve zirvesine ulaşmayı başaran her 3 dağcı için 1 dağcının öldüğü bir tırmanış. O günler için zirvesine çıkanların da % 13,5’i ölmüştü. ( 164 dağcının 22’si) . 2000 yılında benim gittiğim zamanki istatistik böyleydi, bu istatistik bugün dağcıların lehine daha iyi bir seviyede.  Bunlar tabi çok ürkütücü rakamlar. Bu tehlikeli süreç içerisinde K2 ile kendi aramdaki ilişkiyi daha kuvvetli kurabilmek ve o tırmanışı başarılı bir şekilde atlatabilmek için bu türlü yöntemleri bende kullandım. Hep hayalimde onu başardığımı düşünüp, canlandırıp o başarının bana getireceği mutluluğu, tatmini, gururu, güveni hissetmeye çalıştım. Hatta K2’de 1986 yılında yaşanan bir trajedide 6 dağcı birden hayatını kaybediyor ve onlar anısına bir belgesel ve kitap yapılıyor. Bu filmin jenerik müziği gerçekten iyi hazırlanmış ve etkileyici bir müzikti ve ben her gün en az bir defa konsantre olarak bu müziği evimde yalnız başına yüksek volümde dinleyerek psikolojik hazırlığımı yapmaya çalıştım. Bu tür şeyleri daha önceden de yapmıştım zaten ve çok etkili olduğuna inanıyorum.

Fiziksel potansiyelimiz üzerinde düşüncesinin büyük etkisi var.

Var, odaklandığınız zaman günlük normal işlerinizi yaparken bile beyninizin bir kısmı sürekli o iş ile ilgili hale geliyor. Sizin ruhunuza sürekli o konu ile ilgili beslemeyi yapıyor. Dolayısıyla siz aslında o konudan uzaklaşmış görünseniz dahi beyninizin, varlığınızın bir kısmı hep o hedefle ilişkili bir hayat sürüyor. Kopmuyorsunuz ondan. Bu tür bir içten, istekli ve kararlı odaklanma aynı zamanda sizin güncel davranışlarınızda da değişime yol açıyor, örneğin daha fazla ve iyi antrenman yapabilecek fiziksel gücü, dayanıklılığı ve isteği de bulmanızı beraberinde getiriyor. Düşünceleriniz, davranışlarınız oluyor ve sonucu da her ikisi birlikte etkilemiş oluyor.

Düşünsel ve fiziksel anlamda üst düzey performans gerçekleştiren kişilerin hayatında Tinsel Zeka çok büyük motivasyon kaynağı. Ben Tinsel Zekayı Sn. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ile analiz etmiştim. Tinsel Zeka aslında din ile karıştırılıyor. Bu zeka boyutu insanın yaratılış enerjisini yaratandan en üst düzeyde alması ve onunla somut ürünler ortaya koyabilmesi arayışı aslında. Sizin geçmişte bir hatıranız var bunu internet sitenizde de paylaşıyorsunuz. İlk yüksek irtifa tırmanışınız olan Khan Tengri dağının zirvesine vardığınızda 24 yaşındasınız ve içtiğiniz çayın bir kısmını eski savaşçıların geleneklerinden gelen bir yaklaşım ile bardağın ağzınızın değmediği, yani kirletmediği bölümünden dağın eteklerine dökmek suretiyle Tanrıya armağan ediyorsunuz. Bu bir Tinsel boyut. Aslında siz bir yerde Tanrının dünyada yarattığı en yüksek tepelere tırmanıyorsunuz. Bu performansınızın ve başarınızın desteklenmesinde Tinsel Zekanızdan nasıl destek alıyorsunuz?

Tabi dağcılık ve yüksek tepeler dediğimizde insanların aklına hemen Tanrıyla orada daha iyi bir ilişki kurulabilir mi diye geliyor. Ben aslında Tanrının dağda veya herhangi bir başka yerde, bir ibadethane de bile buradan daha fazla olduğunu, ya da başka bir yerde daha az olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla Tanrı ile etkileşimi yüksek tepeler ile sınırlandırmak Tanrının yüceliğini kısıtlamaya kalkmak oluyor aslında. Ama hakikaten sizin belirttiğiniz açıdan dağ ortamı, o doğal güzellik, olağanüstü büyük ölçekteki kütleler, sizin o büyük kütlelerde kendinizi çok küçük hissetmeniz ve hayranlık içerisinde o bütün içinde kendinizi algılamanız, Tanrının – bir yaratıcının varlığını Tinsel Zeka anlamında daha kolay algılayabilme imkanını sağlıyor olabilir. Benim gibi birisi için artık o boyutun muhafazası ve gelişmesi için dağlara gitmeye gerek yok. Zaten evrenin yaratılışını idrak etmeye başladığınızda değerlendirmeleriniz coğrafi özelliklerle sınırlanamaz hale geliyor.

Dağlarda ve tırmanışta, günlük hayatta olup biten pek çok saçma sapan düşünce ve olayla karşılaşmayacağınız için hedefinizle daha doğrudan bir bağlantı oluşturabiliyorsunuz. Bu sizi daha çok motive ediyor, kendi iç duygu ve düşüncelerinize daha kolay dönmenizi sağlıyor. Sonuçta dünyanın bütün vakti size ait. Düşünebiliyor musunuz 2 aylık bir ekspedisyondasınız  ve kafanızda bir tek sağlıklı bir şekilde bu tırmanışı tamamlamak ve o dağın zirvesine ulaşmak var. O düşüncenin dışındaki hayatınızla ilgili her şey erteleniyor veya o süreçiçin önemsiz bir hal alıyor. Bütün odaklanmanız ve yaptıklarınız bu fiziksel tırmanış eyleminin etrafında toplanıyor; kampta yaşıyor, yiyor, içiyor, antrenman yapıp uyuyorsunuz ama düşünceleriniz hep bu odaklanma etrafında geçiyor. Sonuçta kocaman bir zamanınız var. Normal şartlarda asla sahip olamayacağınız kadar bir zaman lüksünüz var.

Benim dağcılığı sevmeme sebep olan unsurlardan önemli bir tanesi de bu aslında. Kendime çok vakit ayırmama fırsat veriyor. Zordur, tehlikelidir, zahmetlidir ama öte yandan da sizi kendinizle baş başa bırakır. Diğer dış uyaranlardan sizi tamamen kopartır, uzak tutar. Çünkü yaşadığınız şehirden çıkıp kimsenin size erişemeyeceği bir yerlere gidersiniz. Bunların sayesinde gerçekten kendi iç dünyanıza dönüp kendinizi dinleyip, o dışarıdaki güzellikleri daha kolay algılayıp, onlarla aranızda daha kolay bir düşünsel bağ kurup gerçekten bir takım düşünceler geliştirebiliyorsunuz. Buna bazıları dediğiniz gibi Tinsel Zeka anlamında Tanrıya daha yakın olmak da diyebilir.

Yalnızlık kelimesini en iyi tanımlayacak olan kişilerden birisinin de siz olduğunuzu düşünüyorum. Sizin çok sayıda solo tırmanışlarınız var. İnsan kalabalıkta da yalnız kalabilir ama sizin yalnız kaldığınız o dağ ortamındaki yerler, düşünsel ve bedensel anlamda çok özel.  Yalnızlığın Nasuh Mahruki’deki tanımı nedir?

Çocukluğumdan itibaren kendimle çok barışık bir yapıya sahip oldum. En önemli şeylerden biri olarak, insanın kendine saygı duyması gerektiğini düşünüyorum, Kendime saygımı yitirtecek her şeyden büyük bir dikkatle uzak durduğum için, kendimle her zaman dengeli ve huzurlu bir ilişki kurdum. Dolayısıyla yalnız kalmaktan hiç şikayet etmem. Hatta birçok durumda tercih de edebilirim. Etrafımda gereksiz bir kuru kalabalık olacağına ve enerjimi boş yere tüketeceğine, kendi düşüncelerimle, kendi başıma kalayımı daha çok tercih edebilirim.

Ama tabii ki de beni çok mutlu eden, bir şeyler paylaşmaktan keyif aldığım insanlar, arkadaşlarım da var. Şu konuşma bile benim için çok özel bir fırsat. Bunlar haricinde boş muhabbetler ve çok değer verdiğim zamanı gereksiz şeylerle doldurmayı tercih etmedim hiçbir zaman. O zaman ona harcayacağım anlamsız vakti, tüketeceğim zamanı kendi kendime geçirmeyi tercih ederim. Kitap okuyarak, hoşuma giden bir müziği dinleyerek, yazmaya çalışarak, ya da fotoğraflara bakarak, yeni projeler üzerinde kafa yorarak zamanımı değerlendirmeyi tercih ederim.

Aslında birçok insanın yalnızlıktan korkmasının, çekinmesinin sebebi yalnızlıklarını dolduramamalarından ve kendi başlarına kalmaktan korkmalarından kaynaklanıyor. Kendi içlerinde o yalnızlığı pozitif bir şekilde kullanıp, hayatlarına katamamalarından kaynaklanıyor. İnsanlar sürekli yaşamlarını yapay ve boyalı bir şeylerle doldurmak istiyorlar. Hiçbir şey yapamasalar, kendileri gibi arkadaşlarıyla bir araya gelip onlarla olmak istiyorlar. Ne konuştukları da önemli değil. Yalnız kalmaktan korktukları için, yalnız kaldıkları zaman onun içini dolduracak zihinsel ve duygusal yoğunlukları olmadığı için yalnız kalmak istemiyorlar. Benim hiçbir zaman böyle bir derdim olmadı. Ben çocukken de kendi kendime kalmaktan çok memnundum.

Aslında sizin içsel zeka boyutunuz da gelişmiş. İçsel zekası gelişmiş insanlarda arada bir yalnız kalmak vazgeçilemez bir ihtiyaçtır. İçsel zekası gelişmiş insanlar yalnızlıkla duygusal ve düşünsel anlamda gelişmeyi, kendini keşfetmeyi başardıklarından, yalnız kalmaktan tedirginlik duymazlar.

Evet, bende hiçbir zaman yalnız kalmanın tedirginliğini yaşamadım. Hatta birçok üstat da yalnızlığın dediğiniz gibi; kişinin kendisini geliştirmesi ve pek çok şey öğrenebilmesi için çok önemli bir fırsat olduğunu söyler. O yüzden insanların zaman zaman yalnız kalması, kendisine dönmesi lazım. Yalnız kalıp kendinize dönmek, duygu ve düşüncelerinizi disipline ediyor aslında. Ama bu fırsatı vermek lazım vücuda. İçinizde size özgü bir fırsat ve potansiyel var ama çoğumuz bunun ortaya çıkması için gerekli hamleleri yapmaktan çekiniyoruz. Daha doğrusu ortaya çıkması için atılacak birkaç adım var. O adımlardan korktuğumuz için cesaret edemiyoruz. Oysaki mesela üçüncü adıma kadar sabretseler ondan sonrası çok keyifli olacak.

İnsanların öne çıkan zeka boyutlarındaki performansını destekleyen pek çok yan uğraşlar oluyor. Örneğin ben Sn. Uğur Dündar ile mesleki başarısını Sosyal İletişim Zekası boyutunda analiz ederken, bana yüzmenin başarısında önemli bir yeri olduğundan bahsetmişti. Yüzerken düşündüğünü anlatmıştı. Sizin buna benzer başarınızı desteklediğini düşündüğünüz yan uğraşlarını var mı?

Ben bütün hayatımı zaten bunun üzerine kurdum. Benim bütün uğraşlarım beni besler ve destekler. Profesyonel dağcıyım sonuçta ve gerçekten tırmanıştan, dağda olmaktan çok müthiş keyif alıyorum. Tabi ki bu süreçte kendimi dinleme fırsatım da çok oluyor. Uğur Dündar’ın yüzmede yaptığını ben uzun yürüyüş ve tırmanışlarda yaşadığımı söyleyebilirim.

İyi bir okuyucu olduğunuzu söyleyebilir miyiz?

Mecburen iyi yazmak istiyorsanız okumanız lazım. Bu dünyada sadece bir tek hayat yaşayabilirsiniz; kendi hayatınızı. Hayatın eşsiz çeşitliliği ve zenginliğine tam olarak doyabilmek için tek bir fırsatınız var ve geçen anı geriye çevirmek de mümkün değil. O zaman başka hayat deneyimlerini okuyarak, onları yaşayan insanların bir ömür boyu içinde elde ettikleri deneyimin bir suretini onların yazdıklarını okuyarak kendi yaşam deneyiminize katabiliyorsunuz.

Sitenizde bahsettiğiniz birçok örnekten de anlaşılıyor ki, siz adeta bir yerde tırmanışlarınızda ölümle oyun oynuyorsunuz. Her an çok yakın ama bir o kadar da uzak. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Var olan riski beyninizde düşüncelerinizle nasıl saf dışı bırakıyorsunuz?

Aslında şöyle bakmak lazım. Dağcılık sporu her şeyden önce tehlikeli ve riskli bir spor. Bu sporla uğraşan herkesin başına bir şey gelebileceği, yaralanıp ölebileceği gibi düşünceleri aklında tutması lazım. Hele Everest, K2 gibi dağlarda iş iyice karışık. İstatistiklere de baktığınızda bazı durumlarda çok korkutucu rakamlar çıkabiliyor. Dolayısıyla siz baştan böyle zor bir hedefe girdiyseniz, bu bilgilere göre hareket edebilecek zihinsel olgunluktaysanız, bunların hepsi sizin için olasılık dahilinde olan, potansiyel riskler. Sizin de akıllı ve spora hakim bir insan olarak bütün yaptığınız, bu potansiyel tehditleri, riskleri gerçekleşme aşamasına gelmeden onu hep bir olasılık halinde tutmaya çalışmak. Bunun da yöntemleri var, çok iyi antrenman yapacaksınız, kendinizi çok iyi tanıyacaksınız, çok iyi ekipman seçeceksiniz, mevsim seçimlerini doğru yapacaksınız.

Bir tırmanışta süreç içerisinde bir sürü değişken vardır. Bir karar verirsiniz ama o kadar çok şey değişir ki, hava değişir, kar değişir, rotanın durumu değişir, ekibinize bir şey olur, sizin duygularınızda veya fiziksel yapınızda bir şey olur. Bütün bu değişimleri çok süratli bir şekilde değerlendirip, yeni kararları hemen verip o değişen süreçlerin sizin kararınızla uyum içinde olmasını sağlamalısınız. Bu bir seferlik bir şey değil, sürekli yapılan – yaşanan bir şey. Bir kez karar verdiniz ondan sonra öyle devam edelim gibi bir şey  değil, her an her değişime uyum sağlayabilmek için sürekli yapılması gereken bir şey. Hayatın devinimine uyum sağlamak lazım, yoksa olaylar sizi alt eder. Olaylarla birlikte uyum içinde akmak lazım. Tabi tırmanışta böyle her dakika karar vermenize gerek olmaz ama 5-6 saatlik bir etapta bile önceden hazırlıklı olmadığınız bir fırtınanın bir yerlerden oluştuğunu görüyorsanız hemen ona göre onun hesabını yapmanız lazım. Özellikle bu türlü riskli sporlarda başarılı olmak için zekanızı ve sezgilerinizi de çok iyi kullanmanız gerekir. Bir diğer deyişle deneyim bu anlamda çok önemlidir. Sonuçta bu oyun değil ve çok tehlikeli bir hal alabilecek bir süreç. Küçük bir hatayla insanlar ölebiliyor bu alanda. Küçücük bir hatayla kendinizi bir daha çıkamayacağınız bir kuyuya da sokabiliyorsunuz.

Egitimatolyesi.net olarak müziğin ve seslerin insan hayatı üzerine etkilerini de araştırıyoruz. Tırmanışlarda gözlemlediğinize göre yükseklikle duyma potansiyeli arasında bir ilişki var mı? Zirvede duyma nasıl oluyor?

Zirvede duyulan en belirgin ses, sessizliğin içinde rüzgar sesidir. Rüzgar aslında soğutma faktöründen dolayı bizim açımızdan çok tehlikeli bir şey. Mesela -5 derece hava sıcaklığı saatte 90 km. hızla esen bir rüzgarda öldürücü olabilir. Ama -30 derece hava sıcaklığı 0 rüzgarda önemli bir sorun çıkarmaz. Yükseldikçe duyma yeteneği azalmıyor ama çevrenizdeki uyaranların çeşitliliği azaldığı ve doğala döndüğü için bence iç huzurunu da beraberinde getiriyor. İniş sırasında basınç arttığı için, kulak zarınız içeriye doğru basılır, bu da duymanın azalmasına neden olur, ama bunu ara ara burnunuzu tutup nefes vererek, yani sualtına inerken yaptığımız “valsalva” hareketi gibi dengeleriz ve duyma duygusu tekrar normale döner.  Aynen uçakta inerken duyma kapasitesinin azalması gibi. Dış basınçla iç basıncın farklılaşması kulağı rahatsız da ettiğinden dengelenmesi gerekir.

Bugüne kadar çok sayıda tırmanış gerçekleştirdiniz. Kar leoparı unvanını aldınız, Everest tepesine tırmandınız, yedi tepelere tırmandınız. Bu tırmanışlarda en çok zorlandığınız hangisiydi?

Öncelikle K2, Pobeda tırmanışı da 7000’lik dağlardan en zor olanıydı.

Hep merak ettiğim bir konu vardır. Tırmanışın sonrasında iniş nasıl oluyor. İniş te zor bir süreç midir?

Biz hep şunu söyleriz bir tırmanış asla zirvede bitmez diye. Zirvede hala size zarar verebilecek ortamın en üstündesiniz ve hedefinize varmış dahi olsanız hala tehlikeli bölgenin içindesiniz. Bir de oradan aşağıya inmeniz lazım. O yüzden hep ana kampa dönünceye dek dağcı mutlaka konsantrasyonunu en üst düzeyde tutmaya çalışmak zorundadır. Yüksek irtifa dağcılığında kazaların % 40’ı zirve günü ve iniş sırasında olur. Çıkış tabii ki daha zor, çünkü yerçekimine karşı bir iş yapıyorsunuz. Ama tırmanış sırasında, o tırmanış için önceden biriktirdiğiniz enerjinin büyük kısmını tüketiyorsunuz. Geri dönüş sırasında yorgun bir bedenle iniş yaptığınız için tehlikeli. Yoksa iniş daha zor olduğu için değil.

Profesyonel dağcılığa başlamanın bir yaşı var mı?

Dağcılık diğer pek çok spor dalına göre farklı özellikleri olan bir spor. Özellikle yüksek irtifa dağcılığı uzun süreli stresle başa çıkabilmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla dünyadaki en iyi yüksek irtifa dağcıları hep 30 yaşının üzerindedir. Benim en büyük şansım erken yaşta 24 yaşında yüksek irtifa dağcılığına başlamam oldu. 26 yaşında “Kar Leoparı” unvanını aldım, 27 yaşında da Everest’e çıktım. Yüksek irtifada hem psikolojik hem de fiziksel zorluklarla başa çıkabilmeniz lazım. Genç bireyler, bütün ataklıklarına ve süratlerine rağmen, uzun süre aynı ortamda kalmak onlarda ayrıca bir baskı yaratıyor ve genelde bunu kolay yapamıyorlar. Gençler daha dinamik bir fiziksel performans gösterebilirler ama bunu uzun döneme yayabilmek ayrı bir olgunluk, sabır ve kararlılık gerektiriyor. Yaş olgunluğuna sahip bireylerin uzun süreli streslerle daha kolay başa çıkabildiği gözlemlenmiş. Bir de 30 yaşına kadar kalp akciğer sistemi gelişimini sürdürmektedir.

Sn. Nasuh Mahruki’ye değerli görüş ve deneyimlerini bizlerle paylaştığı için egitimatolyesi.net Bilim-Sanat ve Eğitim portalı olarak çok teşekkür ederiz.