Ermeni Soykırım İddialarını Neden Çözemiyoruz

Herşeyden önce kişisel ve ulusal onuruna en üst düzeyde bağlı bir Türk genci olarak, en az 30 yıldır bütün dünyada planlı ve örgütlü bir şekilde yayılan Ermeni Soykırımı yalanlarına karşı, zamanında görevini yapmayan veya eksik yapanlara karşı içimde gerçekten ciddi bir kızgınlık olduğunu ifade etmek isterim. Her zaman gurur duyduğum atalarımın, insanlık suçu olarak tanımlanan soykırım uygulayıcıları olduğu duygusu ile yaşamak zorunda kaldığım psikolojik baskı unsurundan dolayı beni en çok rahatsız eden, hatta utandıran konu, ellerindeki bütün bilgi birikimi, bütçe, imkan, görev ve sorumluluğa rağmen bu meseleyi bunca zamandır çözemeyen kendi ülkemin insanıdır.

Yıllardır yaşamaktan, görmekten had safhada nefret ettiğim; bizim görev süremizde ortaya çıkmasın da ne olursa olsun düşüncesi ile iş yapma anlayışını bir türlü hazmedemiyorum. Belirli bir göreve, belirli bir süre için seçilen ya da atanan kişilerin, kendilerinden önceki sorumluların sorumsuz tutumu nedeni ile, çözülmek bir yana, kayda değer bir iyileştirme bile yapılamayan pek çok konuda, sadece görev süresini en az krizle atlatmak şeklinde bir yaklaşımla sürdüren toplumumuzdaki hakim zihniyeti anlayamıyorum. Kriz artık kaçınılmaz olarak yaklaştığını gösterdiğinde veya ortaya çıktığında, o dönemde konudan sorumlu kişi ve kurumların ellerinden geleni milletimize yaraşır bir direngenlikle, büyük bir gayret ve fedakarlıkla yaptığını görmek beni tatmin etmiyor. Bu sistemsizlik içerisinde, krizi yaşamak ve yönetmek zorunda kalanların, örneğin bugün bu ermeni meselesi konusunda olduğu gibi, şimdiki yetkililerin kahramanca ve fedakarca mücadele ediyor olduğunu görmek bile ne yazık ki beni rahatlatmıyor. Çünkü küresel mücadelenin kurallarını çok iyi bilen rakiplerine karşı, 70 milyonluk Türk Milletinin kollektif enerjisini kullanamadan, sadece kendi enerjileri ile, neredeyse bütün dünyaya karşı hiç bir şekilde denk olmayan bir mücadele vermek zorunda kalıyorlar.

Bu ülkenin uzun zamanın birikimi ile oluşmuş, gerçekten çözümü çok zor olan ciddi sorunları var. Bunu herkes kabul ediyor, ancak hiçbiri çözümsüz değil. Sadece çözecek kararlılıkta ve uzun dönem hesap yapabilecek ve uzun dönemli karar ve eylemleri süreç içerisinde takip edebilecek bir sisteme ihtiyacımız var. Yıllardır kısa dönemli ve günü kurtarmaya dönük kararlar ve eylemlerle hiçbir yere varamadığımızı, daha da kötüsü, sorunlarımızın katlanarak büyüdüğünü ve gelecek kuşaklara bir saatli bomba olarak teslim edildiğini bir millet olarak ne zaman anlayacağız gerçekten merak ediyorum.

Marmara Depremi, insani ölçeğimizle bizim anlayamayacağımız bir mekanizma ile 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanmıştı. Doğal olarak depremin zamanını bilemiyor ancak o ölçekte bir depremin bir gün yaşanabileceği olasılığını biliyorduk. Buna rağmen gerekli hazırlıkları yapmadığımız, önlemleri almadığımız, vatandaşımızı bilgilendirmediğimiz için, tarihini bilemediğimiz ancak gelebileceği olasılığını en azından ilgilileri tarafından bildiğimiz bir doğa olayı, bir kitlesel afete dönüştü ve ülkemize çok büyük zarar verdi. O gün Başbakan, bakan, genel müdür koltuğunda oturanlar da, ellerindeki imkanlar çerçevesinde herşeylerini ortaya koyup mücadele ettiler. Ancak ne yazık ki, hepinizin bildiği gibi çok ağır can ve mal kayıplarını engelleyemediler. Çünkü bu kayıpları engellemek için daha önceden hazırlıklı olmak, önlemleri almış olmak gerekirdi.

Aynı mekanizma bugün Ermeni Soykırımı iddialarında da işliyor. Biz bu meseleyi Lozan’da çözmüştük; bunun böyle olmadığının sayısız kanıtı mevcut; asılsız soykırım iddialarının hiçbir dayanağı yoktur diyerek işin içinden çıktığımızı sanmak en basit ifadeyle başını kuma gömmekten başka bir şey değildir. Ermeni Soykırım iddiaları bugünün meselesi değildir, elbette ki AKP ve CHP’nin kişisel sorunu da değildir, sadece 90. yıl onlara denk geldiği için, süreci onlar yaşamaktadır.

Küresel dengeler farklı olsaydı, bu konu 80. veya 70. yılda da karşımıza çıkartılmış olabilirdi, veya bu dönemi sessiz geçirip 100. yılı da bekleyebilirdi. Burada anlaşılması gereken asıl konu, rakibin elinde istediği zaman kullanabileceği bu tür bir silah varken, gerekli önlemleri almayıp zamanı belirleme inisiyatifini ona bırakmış olmanın acizliğidir. Mustafa Kemal, 1919 yılında daha kurtuluş savaşı yıllarında, Cumhuriyet kurulmadan önce bile bu konu hakkında bizi uyarmıştır; “Ermeni Sorunu, Ermeni ulusunun gerçek çıkarlarından çok, dünya kapitalistlerinin (emperyalistlerinin) ekonomik ve politik çıkarlarına göre çözümlenmek istenmiştir.”

ALİ NASUH MAHRUKİ
www.nasuhmahruki.com
[email protected]