GISBIR

“AKUT, yüzde yüz gönüllük esasına bağlı”

AKUT Yönetim Kurulu Başkan Nasuh Mahruki: “Dağcılık ve doğa sporlarında meydana gelen kazalar ile doğal afetlerde gönüllü olarak müdahale edip, can kaybını en aza indirmeyi hedefleyerek arama ve kurtarma çalışmalarına başladık.”

İş sağlığı ve güvenliği alanının en temel nosyonu olan ‘insan hayatını korumak’ ilkesini yaşam felsefesi haline getirmiş bir kişi Nasuh Mahruki. Mahruki’yle, yaşam görüşü, yönetim kurulu başkanı olduğu AKUT’un kuruluş amacı ve faaliyetleri ile iş sağlığı ve güvenliği alanına yönelik konularda görüşlerini aldık.

AKUT’u  kurma fikri nasıl oluştu?

1994 yılı sonlarında Bolkar Dağları’nda geçirdikleri kaza sonucu kaybolan iki dağcı genci bulabilmek için başlatılan arama ve kurtarma çalışmaları sonuçsuz kaldığında, bu konuda örgütlenmeye ve birlikte hareket etmeye ihtiyaç olduğunu fark ettik.

Esas çıkış noktamız şuydu: Türkiye nüfusu genc bir ülke ve artık daha fazla gencin de doğa sporlarına ilgi gösterdiği bir sürece giriyorduk, bu elbette ki daha fazla başarı demek olduğu kadar, daha fazla olası kaza da demekti. Bir diğer önemli saptamamız ise, dağ ve doğa ortamında dağcıların kaza geçirmesi durumunda, ancak diğer dağcıların yardım edebileceği düşüncesi doğrultusunda, daha farklı bir disiplin ve hazırlık gerektiren arama ve kurtarma alanında örgütlenmeye karar verdik. 1995 yılında örgütlenme ve öğrenme sürecini yaşarken, Türkiye’nin doğal afetlere çok açık bir ülke olduğunu fark ettik ve 1996 yılındaki resmi kuruluşumuz öncesinde AKUT’un görev alanını geniş tutmaya karar verdik.  Dağcılık ve doğa sporlarında meydana gelen kazalar ile doğal afetlerde ve büyük kazalarda gönüllü olarak müdahale edip, can kaybını en aza indirmeyi hedefleyerek arama ve kurtarma çalışmalarına başladık.

Dağcılık sporunun  farklı iç dinamikleri vardır. Dağcıların takım çalışmasını çok iyi bilmeleri, riskli ve tehlikeli bir spor dalı olması dolayısıyla, kritik süreçlerde karar verme becerilerinin gelişmişliği, risk yönetimini bilmeleri, aralarından liderlik vasıfları kuvvetli olanların doğal olarak çıkması ve süreçleri ve bunlara bağlı riskleri parçalara ayırarak analiz etme yeteneklerinin bulunması nedeniyle, 1996 yılında, 73 yıllık Cumhuriyet Tarihi’mizin ilk sivil arama ve kurtarma örgütünü dağcıların kurmaları tesadüf değil. AKUT’un başarısının en büyük sırrı kurucu kadronun dağcılardan oluşması ve bugüne dek de bu anlayışın dernek içinde devam ettirilmesidir.

AKUT’un kuruluş aşamasından ve bugünkü yapısından söz eder misiniz?

Ben 1994 yılında ‘Kar Leoparı’ ünvanını aldım, 1995 yılında Everest Tepesi’ne çıkan ilk Türk ve dünyadaki ilk Müslüman ünvanını aldım. Bu başarılarla birlikte, dağcılık sporu da ülkemizde daha popüler hale gelmeye başlayınca ve 1994 Kasımında 2 üniversiteli dağcıyı bir dağ kazasında kaybedince, arama ve kurtarma konusunda örgütlenme kararı aldık. 1995 yılı kuruluş çalışmalarıyla geçti. Bu dönemde girdiğimiz araştırma sürecinde Türkiye’nin doğal afetlere çok açık olduğunu fark ederek, Türkiye’nin belirli bölgelerinde her yıl düzenli olarak seller olduğunu, heyelan oluştuğunu, orman yangınları çıktığını ve coğrafi olarak yüzde 92’sinin, nüfusununsa yüzde 98’inin deprem kuşağında yaşadığını farkettik. Bunun üzerine, örgütlü gücümüzü depremden seline, büyük kazalardan orman yangınına, bir dağcının kaybolmasından bir turistin rafting sporunda başına bir iş gelmesine kadar çalışma alanımızı çok geniş tuttuk. O geniş alanı destekleyecek insan kaynağına da sahiptik. En büyük avantajımız; doğa sporu kökeninden geldiğimiz için fiziksel ve psikolojik hazırlığımızın çok üst düzeyde olmasıydı. Buna karşın, arama ve kurtarma başka bir disiplin gerektirdiğinden dolayı, deneyimlerimizi arama ve kurtarma nosyonuyla birleştirmek gerekiyordu. Biz de bunu gerçekleştirdik. 1999 depreminde en hızlı ve örgütlü şekilde hareket eden kurumlar arasında olmamız, projemizin ve hazırlıklarımızın ne kadar doğru olduğunu gösterdi.

Kamuoyu bizi, 17 Ağustos 1999 Depremi’nde tanıdı. Oysa 17 Ağustos Depremi bizim katıldığımız 34. arama kurtarma göreviydi. Bugün itibarıyla, AKUT 352 arama kurtarma görevine katılan, yüzde yüz gönüllük esasına bağlı çalışan, her yaş ve meslekten on bölgede on ekiple örgütlenmiş toplam 650 kişilik kadrosuyla faaliyet gösteren kamu yararına çalışan bir STK. Bu süreç içerisinde de 745 insanın hayatının kurtarılmasını veya içinde bulunduğu zor yerden alınıp normal yaşam koşullarına nakledilmesini sağladık.

İş sağlığı ve güvenliği konusundaki, yaklaşımlarınız ve düşünceleriniz nelerdir?

İş sağlığı ve güvenliği alanında ‘insanı temel alan, insandan daha kıymetli bir varlık’ olamayacağı ilkesiyle hareket ediyoruz. Toplumsal hayatımızdaki ekonomik döngünün geliştirilmesi ve güçlenmesi, daha ileri düzeye  ulaştırılması için en önemli unsurun yetişmiş, iş bilen, çalışkan, kendine güvenen ve kendini güvende hisseden insan kaynağı olduğuna inanıyoruz.

Dolayısıyla insan kaynağına gerçekten çok farklı bir yaklaşımla ulaşmak gerekiyor. Bu  nedenle hangi seviyede olursa olsun personelin  eğitimine, sağlığına ve güvenliğine özel önem vermek, özel hayatındaki konularını, eşi, evliliği ve çocukları gibi konulardaki ihtiyaç ve beklentilerini dahi anlamak ve ona gore planlama yapmak gerektiğine inanıyoruz. Bu tür insanı merkeze alan bir yaklaşım, personelin sağlıklı, güvenli ve rahat bir şekilde bütün gücünü ve üretkenliğini işine aktarabilmesini sağlar. Bu da sonuçta kurumun kazanmasını getirir. Gemi inşa sanayinin bu açıdan son dönemdeki yaklaşımlarını çok olumlu buluyorum. Yalnız, iş sağlığı ve güvenliği alanına yönelik getirilen yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi çok önemli. İş sağlığı ve güvenliği konusu, doğru bir yol. Çağdaş standartlarda insanı merkeze koyan, insanı kazanmaya, eğitmeye  ve geliştirmeye, onun gelişen kapasitesiyle hem bireyin kendi kişisel gelişiminin güçlendiren hem de kurumların da kazanmasını hedefleyen bir yapı. Bu nedenle bu kavramların işçi ve işverenler tarafından tam olarak anlaşılıp, öğrenilmesi ve hayata yansıtılması çok önemli. Kurum çalışmalarında ekonomik ve sosyal katma değeri düzenli olarak artırabilmek, sistem içerisinde düzenli bir iyileştirme ve geliştirmenin sağlanması durumunda gerçek yerini bulabilir.

İş sağlığı ve güvenliği alanına yönelik faaliyetleriniz hakkında açıklama yapar mısınız?

İş sağlığı ve güvenliğine yönelik yasal düzenlemeler gerçekleştirildiğinde, derneğimiz  içinde konuyla ilgili kendini geliştirmek isteyen, bu konudaki deneyimlerini ve bilgi birikimini eğitim programlarından aldıkları sertifikalarla pekiştiren arkadaşlarımız aracılığıyla Acil Durum Yönetimi konularında eğitim denetleme ve danışmanlık hizmetleri de vermeye başladık. Bu alana yönelik kendi ekibimizi oluşturarak, İlk Yardım konusunda Sağlık Bakanlığı onaylı sertikalar vermeye başladık. İran’da Bam Depremi sonrasında, yeniden yapılandırılan Acil Durum Yönetim Sistemi’ni yenileme görevini üstlenen Hollandalı firma ile çalışmaları birlikte yürüttük. İş sağlığı ve güvenliği konusunda birçok firma ve kuruluşla, özelikkle tekstil ve çimento sektörlerinde büyük kurumlarla ortak çalışmalar yürütüyoruz.  Ayrıca, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Projesi’nde, herhangi bir acil durumda boru hattı boyunca mühendislerin görev yerlerine sağlıklı bir şekilde ulaşmaları konusunda iki yıldır faaliyet gösteriyoruz.

Yaşam biçiminiz ve felsefi görüşünüzden söz eder misiniz?

Sonuçta bir insanım. Dünyaya geldim, bir hayat sürdürüp buradan ayrılacağım. Bütün çabam mümkün olduğu kadar kendimi geliştirip, kişisel gelişim sürecimi en verimli şekilde tamamlayıp ondan sonra bu dünyadan ayrılmak. Bunu yapabilmek için de, kendi yeteneklerim çerçevesinde birçok faaliyete katıldım. Motosikletle Katmandu’ya gidip geldim, yelkenli tekneyle Mısır başta olmak üzere, Ege ve Akdeniz’de birçok yere gittim, dünyanın en zor ve tehlikeli dağlarına tırmandım. Bu şekilde, kendi kişisel gelişimi en üst düzeye taşımak için uğraştım.  Şiir ve edebiyat alanında okudum, ve yazdım. Bu çalışmalarım kişisel  gelişimim içindi. Ama bir süre sonra,  yaşadığınız topluma karşı da sorumluluklarınız olduğunun farkına varıyorsunuz. Topluma karşı sorumluluğumuzu gerçekleştirme yönündeki çalışmalarımız aslında daha büyük bir kişisel gelişim safhasını oluşturuyor. Bunun üzerine, benim gibi düşünen arkadaşlarımla birlikte, AKUT’u oluşturduk. Aslında, bir kaç yıl içinde ne kadar da önemli bir iş yaptığımızı gördük. AKUT, bugün Türkiye’de ciddi bir rol model oldu. Bizden sonra, birçok yapı kuruldu. Sivil Toplum Örgütü’nün ne olduğunu, 1999 depreminden sonra, Türk halkı daha iyi anladı. Sivil inisiyatif gelişti Türkiye’de. Dolayısıyla, yaşamımda bireysel ve toplumsal sorumluluklarımı birbiriyle çatıştırmadan uyumlu bir şekilde yerine getirmeye çalışıyorum.