2000 yılı 29 Şubat’ında yaşadığımız çok acı kaza ile İskender’i kaybetmemizin ardından, ailesi ve onu seven dostlarının yaşamak zorunda kaldığı olaylar, Türk Basın Tarihi’nde, ahlaksızlığın ne seviyelere kadar gidebileceğinin utanç verici bir anısı olarak bir daha unutulmamak üzere hafızalarda yerini aldı.
Ağrı Dağı’nda hiç beklemediğimiz anda bir kaza yaşadık ve sevgili dostumuz İskender Iğdır’ı kaybettik. Bu acı olay Türk dağcılık camiasını, AKUT ailesini ve AKUT’a büyük bir sempati ve ilgiyle yaklaşan Türk Milleti’ni gerçekten çok üzmüştü. Ancak en acısı, bu olayı bir fırsat olarak değerlendirip; “tam sırasıdır, bu olayla Nasuh Mahruki’yi alaşağı ederiz” düşüncesiyle biraraya gelen uzun zamandır fırsat kolladıkları belli, kesinlikle birbirinden bağımsız olan ama ortak hedef konusunda biraraya gelme mekanizmasını hala anlayamadığım inanılmaz bir işbirliği yaşandı o günlerde.
O dönemin Hürriyet Gazetesi yazarı Fatih Altaylı, daha biz İskender’in cenazesini İstanbul’a getiremeden, daha olayın ne olduğu bile belli değilken; ilk bombayı patlattı. 3 Mart 2000 tarihinde olayın nasıl olduğu daha konuşulmamışken ve hiç kimse detayları bilmiyorken Fatih Altaylı’nın “Acemi işi bir kaza” başlıklı köşe yazısında, İskender’imizi daha toprağa bile veremeden, onun acısını henüz hiç hafifletememişken bu tür bir yorum yapması hepimizi derinden yaraladı. (52) Yazının içinde de; kuzey rotasında tırmanıyor olduğumuz, dağcılığın bir yengi ve yenilgi olayı olduğu, buz ayakkabısı gibi uydurma bir terim, benim ekip şefi olduğum, İskender’in üzerinde ne tür bir malzeme olduğunu bilmiyor olduğum ve birbirimize bağlı olmamızın gerektiği gibi, genelde dağcılık sporunu, özelde de bizim tırmanışımızı ancak kulaktan dolma ve uydurma bilgilerle bildiğini zanneden birisi tarafından yapılabilecek garip yorumlarla dolu bir yazı yayınladı. O kızgınlıkla benim de; 1. sınıf gazetenin 3. sınıf yazarı gibi bir ifadem oldu ve sonra da film koptu zaten. İş mahkemeleşmeye geldi ve tam 7 yıldır da hala sona ermedi.
O gün bana anlaması en zor gelen şeylerden biri de; Ertuğrul Özkök’ün, 6 Mart 2000 tarihinde Fatih Altaylı’nın “usta” dağcılığını ve dağcılık bilgisini ifade etmek üzere köşesinde ortaya attığı; “Gençliğinde O da, (Fatih Altaylı) aynı yerden (Ağrı Dağı’ndan) genç cesetler çıkarmıştı” iddiası olmuştu.” (53)
Vay Canına!
Benim bile bilmediğim ne cevherler varmış bizim dağcılık camiasında.
O günlerde ben de Hürriyet Gazetesi’nin Pazar ekinde yazıyordum. Ertuğrul Özkök’ün bu tutumu beni son derece rahatsız etmişti ve Pazar ekinin başındaki Neyyire Özkan’a bir süre yazmak istemediğimi söyledim. Değer verdiğim Neyyire hanımla ve Ertuğrul Özkök’le bir kaç telefon görüşmesi sonunda yazılarıma devam etmeye karar verdim. Bir süre sonra hatırlayacaksınız basında bir kriz süreci yaşandı ve bir çok gazeteci işten çıkarıldı, benim Hürriyet Gazetesi serüvenim de o süreçte sona erdi.
Kazayı takip eden içimizin kavrulduğu ilk günlerde, henüz o tarihten itibaren bize karşı muazzam bir kampanya başlatılacağını elbette ki öngörememiştik. Ama AKUT’un her zamanki hızlı refleksleriyle 3 Mart 2000 tarihinde, Fatih Altaylı’nın ilk yazısının yayınlandığı gün, yani kazayı yaşayanlar henüz İstanbul’a dönmemişken ve AKUT’un bütün lider kadrosu İskender için bölgedeyken, medyanın özensiz tutumu nedeniyle süreç daha da anlamsız ve AKUT’a zarar verici noktalara taşınmasın diye merkezde kalan arkadaşlarımız, AKUT Arama Kurtarma Derneği üyeleri imzasıyla hemen bir basın duyurusu yayınladılar.
Aşağıda bu basın duyurusunu okuyabilirsiniz;
AKUT Arama Kurtarma Derneği tarafından bildirilmiştir.
Kurucu üyemiz İskender İğdır’ın 29 Şubat 2000 tarihinde Ağrı Dağı’nda geçirdiği talihsiz kaza neticesinde hayatını kaybetmesi, bizleri olduğu gibi Atlas Dergisi, Boğaziçi Üniversitesi ve Kandilli Rasathanesi camialarını ve dostlarını derin bir üzüntüye boğmuştur.
İnsanların her daim yardımına koşan, başkalarına yardım ateşi ile tutuşan, sahip olduğu tüm bilgileri herkes ile paylaşmayı bilen, aldığı her işi mükemmel halde sonuçlandıran ve ekip çalışmalarında uyumu ve idareciliği ile örnek davranış sergileyen arkadışımız İskender’in elim bir kaza sonrasında aramızdan ayrılışını kabul etmemiz bizler için hayli güç olmaktadır.
Yaşadığımız bu duygusal anda, İskender’in deprem ve diğer felaketlerde kurtardığı insanlardan aldığımız faks ve telgraf mesajları, arkadaşımızın insanlık için yaptıklarının yalnızca küçük bir kesidini ifade edebilmekledir.
Görsel ve yazılı basın, internet ve diğer iletişim araçlarıyla Türkiye’mizin gündemine kazanın oluşu ile ilgili çeşitli yorumlar getirilmektedir. Yorumları yapan kişilerin konularında bilgili olmamaları durumunda, dağcılık ve doğa sporları ile uğraşan kişilerin fikirlerine başvurulduğu izlenmektedir. Bazı yorumlarda ise ekipte bulunan arkadaşların canlı yayınlarda verdikleri beyanatlardan alıntılar yapılmakta ve kazanın nedeni ile ilgili fikirler yürütülmektedir.
Unutulmaması gereken en önemli noktalardan biri, ekipte bulunan kişilerin fiziki yorgunluk ve duygu yoğunluğu içinde verdikleri beyanatların yorumlara kaynak olarak kullanılması durumunda gerçek dışı sonuçların meydana gelebilmesidir. Bunun sonucunda halkımıza eksik ve yanlış haber verilmektedir.
Bu durum, derneğimiz üyelerini üzdüğü kadar, Ağrı Dağı’na tırmanan ekibi, arama kurtarma ekiplerini, operasyonda görev alan Silahlı Kuvvetler personelini, AKUT’un felaketlerden kurtardığı insanları ve ailelerini, ve İskender’in aile efradını gereğinden çok daha fazla üzmektedir.
Kanımızca kaza ile ilgili yorumların objektif düşünebilen, konu ile ilgili engin tecrübesi olan kişilerin bulunduğu, tarafsız bir ortamda, kazaya uğrayan ekibin ve arama kurtarma çalışmalarında fedakarca çalışmış arkadaşların oluşturacağı bir grubun konu ile ilgili yaşadıklarını ve düşüncelerini aktarmalarının ardından yapılması, basın ahlakı ve etik kuralları açısından daha doğru olacaktır.
Derneğimiz üyelerinin aktif olarak birçok felakette özverili çalışmalarda bulundukları herkes tarafından bilinmekle beraber, bazı üyelerimizin şahsında ağır ithamlarda bulunulmaktadır. Her zaman derneğimizin çalışmalarında en ön saflarda tüm bilgi ve becerilerini kullanarak çalışmalar yapan arkadaşlarımız arasında, deprem felaketi esnasında yurtdışında tutuklandıkları ve demeğimiz üyesi olmadıkları gibi asılsız haberlere bile rastlanmaktadır. Bu tip ithamlar şahısları olduğu kadar derneğimiz üyelerini ziyadesi ile üzmüştür.
İçinde bulunulan durumun hassasiyeti göz önüne alınarak, değerlendirmelerin ve yorumların tarafsız ve gerçeklere dayandırılarak yapılmasının, ileride tedavi edilemeyecek yaraların açılmasını engelleyeceği düşüncesindeyiz.
Konu ile ilgili olarak hassas davranılmasını teminen gereğini bilgilerinize sunarız.
AKUT Arama Kurtarma Derneği üyeleri
Biz hala iyi niyetli düşündüğümüz için, ülkeye en zor zamanında bu kadar hizmet etmiş ve toplumun sevgisini, sempatisini kazanmış bir kurum, şimdi kendi zor zamanında medyadan yardım isterse, en azından tarafsız ve şeffaf olma konusunda destek alırız diye düşünmüştük.
Sonuçta biz bir kayıp verdik; ailemizde cenaze, içimizde büyük bir acı var. Oysa uzun zamandır beklenen bir fırsatmış bu kaza…
Tam bu süreçte işler öyle bir birbirine girdi ki, doğrusu bizim en zor çözdüğümüz sorunların başlangıcı oldu o günler. AKUT’ta uzun süredir devam eden; temelinde 1999 Marmara Depremleri sonrasında AKUT’un çok hızlı büyümesine ve değişimine ayak uyduramayan, kaliteli yeni kadroların girmesiyle süreçte geride kalan, AKUT’un deprem gibi popüler konuları bırakarak eski dağcılık günlerindeki gibi kalmasını savunan, dağ kazaları merkezli bir kurtarma ekibi olarak devam etmesini isteyen ve dernek içinde sürekli olarak eskiler ve yeniler ayırımı yapmaya çalışan küçük bir grubun fikir ayrılığına dayanan sorunlar açığa çıktı.
Yeni ve çalışkan gönüllülerin aramıza katılmasıyla, AKUT’ta eski yeni ayrımı yapmaya çalışan AKUT’un eski gönüllülerinin bir kısmıyla karşı karşıya geldim. Eskilik yenilik değil hizmettir, hizmetin kalitesidir bizde insanları dernek içinde güçlendiren. Kim sorumluluk üstlenir ve değerlerimize ve kurum kültürümüze bağlı olarak AKUT’a hizmet ederse, sahibi de olur. Kurduğumuz günden bugüne dek AKUT’u yönetirken bakış açım her zaman bu yönde oldu, ekip arkadaşlarımı da hep bu anlayışla belirlemeye gayret ettim. Ancak AKUT’un eski gönüllülerinin bir kısmı bundan hoşlanmadı.
Bu her fırsatta sorun çıkaran küçük grup, o kadar tadımızı kaçırmaya başladı ki, toplantılarımızı bile sağlıklı yapamaz hale geldik. Sonunda bir yere varamayacak olan ama canımızı iyice sıkan bu durumdan nihai olarak kurtulmak ve yönetimdeki yeniden yapılanma sürecimizde kurul üye sayılarıyla ilgili aldığımız kararları uygulayabilmek amacıyla başkanlığı bıraktığımı, yönetim kurulunu düşürdüğümüzü ve olağanüstü genel kurul istediğimi söyledim. Yani derneğin en üst yetkilisi iken ve en az bir yıl daha bu konuma hukuken sahip olacakken görevimi bırakıp, bu çok konuşan azınlığa demokratik bir seçim fırsatı daha verdim. Elbetteki bir teki bile seçimde bir yere varamadı.
17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’ndeki çalışmalarda bölgeye kendi kendine gelip aramıza katılmış yeni bir gönüllü, eskilerin dernek içinde sürdürmeye çalıştığı ve benim şiddetle karşı çıktığım anlayıştan rahatsızlığını bakın nasıl dile getirmişti o günlerde e-posta grubumuzda.
“Sevgili arkadaşlar,
Şu eski – yeni olayından artık fazlasıyla sıkılmaya başladım. Hiç kimsenin önceyi inkar etmek ve önceden bu derneğe emek verenlere karşı bir takıntısı yok, ama nedense insanların yeni üyeler hakkında bazı takıntıları var bu atılan her mail’de açıkça belli oluyor. Hep demokrasiden bahsediyorsunuz bu nasıl demokrasi anlamış değilim, galiba burada demokrasi insanların kendi işine geldiği gibi uygulanıyor. Sevgili arkadaşlar demokrasi, eski yeni ayrımı yapmak mı, yoksa burası asker ocağı mı da devrecilik yapmaya çalışıyorsunuz, yoksa çekmemiz gereken veya ödememiz gereken bir bedel mi var, yoksa burnumuzun sürtülmesi mi lazım.
Hadi gelin eski yeni ayrımı yapalım hangi eski üye depo taşımaya geliyor, hangi eski üye bize derneğin yapısını anlatıyor hangi eski üye derneğin şu en önemli günlerinde insanları birlik olmaya teşvik ediyor, hangi eski üye ya çocuklar siz yenisiniz sizin istekleriniz, bir isteğiniz var mı diye soruyor.
Ne kadar kötü bir ayrım değil mi arkadaşlar. Şahsım adına konuşuyorum AKUT’la varolmadım buranın vereceği kimliğe, tuluma, bilmem neye ihtiyacım yok. Beni tanıyan herkes bilir yaşantımın her döneminde insanlara yardım etmek için elimden geleni yaptım, istedim ki en azından yaşıtlarımla, ne bileyim doğru insanlarla organize olarak insanlara yardım edeyim, kabul ediyorum bu derneğe geç geldim, milletimizin genel huyudur başına bir şey gelmeden bazı şeylerin değerini bilmez.
Açık ve samimi söylüyorum arkadaşlar eğer bu olayların sebebi bizsek ve eğer her şey yoluna girecekse şahsım adına çekip gitmeye razıyım. bu gün AKUT olmazsa bilmemne KUT var gider onlarla çalışırım o da olmadı sivil savunma var, ama dedim ya en büyük isteğim devlet’den en ufak bir destek almadan halka umut ışığı olmuş bu derneğe hizmet vermek.
Lakin görüyorumki arkadaşlarımız ne kadar eğitim alsa da hala beyinlerine demokrasi kelimesinin tam anlamını yerleştirememişler. Sizden bir ricam var lütfen çıkın bir dahaki toplantıda biz sizi istemiyoruz deyin bizde bilelim, nedir bu ya her mail de yok biz eskiler şöyleydik böyleydik bizmi dedik insanlara istifa edin diye, biz mi derneği şu kötü duruma düşürdük.
Çıkın söyleyin sizi istemiyoruz diye biz de siz iyi olasınız diye çekip gideriz tabi problemler bitecekse. Kusura bakmayın biraz sinirlendim umarım anlayışla karşılarsınız.”
Bu saçmalıklardan nihai olarak kurtulabilmek amacıyla derneğin başkanı olarak Şubat ayı başında, 8 Mart 2000 tarihi için Olağanüstü Genel Kurul kararı aldırdım Yönetim Kurulu’na. Ancak hiç beklenmedik bir şekilde 29 Şubat 2000 tarihinde İskender’in çok acı kazası yaşanınca doğal olarak 8 Mart’ta Genel Kurul toplantımızı yapamadık ve 22 Mart’a erteledik. Nitekim 22 Mart 2000 tarihinde gerçekleşen Olağanüstü Genel Kurul toplantısında da ekibimle birlikte yine oyların %90’ından fazlasını alarak (98 üyenin 92 geçerli oyunun 87 tanesini ben almıştım) yeniden yönetime gelmemizin ardından, zaten beklenen kopma, ne yazık ki kaderin bir cilvesi olarak tam İskender’in kazasından sonra yaşandı.
22 Mart 2000 tarihinde yapılan Olağanüstü Genel Kurul’da yeniden yönetim görevini alınca bu çok konuşan azınlık taktik değiştirdi ve bir hafta sonra, 29 Mart 2000 tarihinde, ağır suçlamaların ve bir dolu iftiranın olduğu bir dilekçe ile AKUT’tan istifa ettiklerini açıkladılar. Ancak bunu öyle bir planla ve kurguyla yaptılar ki, tam o dönemde AKUT’un üzerine gitmek için fırsat kollayan bazı basın mensupları için harika bir malzeme oldu bu. İftira dolu istifa dilekçelerini sadece AKUT’a değil, dağcıların kullandığı ve medyanın ulaşabileceği ortamlara da yolladılar. Sonrasında ise sürece büyük bir şevkle medyanın fırsat kollayan bazı kanalları da girdi ve bize kendimizi savunma hakkımızın bile verilmediği sayısız yalanın söylendiği, suçlamanın yapıldığı bir hale dönüşüp süreç tamamen kontrolden çıktı.
Bu istifacıların görüşleri ve yorumlarına gazetelerde sayfalarca yer verildi de, bizim kendimizi savunma hakkımız bile doğru dürüst kullandırılmadı. O günlerdeki bazı gazetelerin başlıkları şu şekildeydi; “Sen de mi AKUT”, “AKUT’ta neler oluyor”, “AKUT rant pazarına döndü”, “Yolsuzluk iddiaları derneği sarstı”, “Nasuh Mahruki götürücülükle suçlandı”, “AKUT 4 şiddetinde sallandı”, “Nasuh eskisi gibi değil”, “AKUT’ta istifa depremi”, “Paraları cebe atıyorlar”, “Gözbebeği dernekte rant kavgası çıktı”, “Mahruki’ye ağır suçlama”, “AKUT’ta deprem”, “AKUT’ta artçı şok”, “AKUT’ta kötü kokular”, “AKUT komaya girdi” gibi bizi hem çok yaralayan hem de onurumuzu ciddi şekilde kıran başlıklar atıldı bir çok gazetede. Hem de hiç bir araştırma yapılmadan. Birileri bu fırsatı kolluyormuş uzun zamandır.
Bu kitabımla bütün bu hakaretleri sahiplerine geri iade ediyorum…
Bu zor günleri; o günlerde AKUT’un 2. Başkanı Demir Kardaş ve Genel Sekreteri Melih Fidan’ın güçlü ve kararlı liderlikleri sayesinde atlatabildik. Hem içeriyi bir arada tuttular, hem de dışarıya doğru mesajların açık olarak iletilmesini sağladılar ve hiçbir konuda taviz vermediler.
Bu haberleri gündeme taşıyan medya mensupları, istifa edenlerin üçünün de sürekli olarak AKUT’un kurucu kadrosunda olduğu haberini geçti, oysa web sayfamızdan dernek tüzüğüne baksalar, bu kişilerin kuruculardan olmadıklarını hemen görebilirlerdi. Ancak burada asıl anlaşılması gereken konu, Ağrı Dağı’ndaki kaza sonrasında Fatih Altaylı’nın konuya ilgisi nasıl İskender’in ardından olayın gerçek boyutunu ortaya çıkartmak değildiyse, bu kişilerin üzerinden yapılan haberlerin de, bir takım hatalar varsa düzeltilmesine önayak olup AKUT’a bir fayda sağlamak olmadığının aşikar olduğuydu.
AKUT gibi sürekli iyi işlerle anılan bir kurumda, bir yerden sonra iyi şeylerin bir haber değeri kalmıyormuş. Eğer AKUT’ta kötü bir şey olursa haber değeri vardır düşüncesi ile hareket edilerek, gözümüzün bebeği AKUT’umuza, gerçekte ise sizlere, yani Türk milletine ait olan AKUT’a ciddi bir zarar verildi.
Daha 6 ay öncesine kadar ülkenin en fedakar, en yürekli, en kahraman insanları olarak yere göğe sığdırılamayan AKUT gönüllüleri ve başta şahsım olmak üzere AKUT’un lider kadrosu bir anda yolsuzlukların, ahlaksızlıkların, paraları cebe indirmelerin, anti demokrarik uygulamaların sorumlusu olarak ilan edildi ve kendimizi savunma hakkımızın bile verilmediği acımasız bir yargısız infaz süreci yaşandı.
FATİH ALTAYLI İLE YAŞANAN SORUNLAR VE TEKE TEK PROGRAMI
Fatih Altaylı ilerleyen günlerde, AKUT ve Nasuh Mahruki hakkında zehir zemberek yazılarına 3 Nisan 2000 ve 5 Nisan 2000 tarihlerinde de devam etti. 3 Nisan tarihli, “AKUT’ta neler oluyor” başlıklı yazısında; “AKUT’un kurucularından ve üyelerinden bazıları istifa ettiler” diye başlıyor ve “Kuruluş gününden bu yana dernekte çalışan kurucular istifa ediyor. AKUT’u ele geçirenler ise kınıyor” diyordu. Arkasından da, “Başta İskender Iğdır, bir grubun pırıl pırıl bir girişim olarak başlattığı AKUT, biraz medyanın şişirmesi, biraz halkın yoğun ilgisi ve çokça da kimi AKUT üyelerinin bu ilgiyi kişisel ranta dönüştürme niyeti yüzünden yanlış yola saptı.” gibi hem yalan yanlış bilgiler veriyor, hem de altı boş iddiaları birer gerçeklikmiş gibi köşesinde kullanıyordu. (54)
Daha bu yazının üzerinden iki gün geçmeden, bu sefer 5 Nisan’da “Yoldaşlar it olur mu?” başlığıyla daha saldırgan bir yazı yazdı köşesinde. Sanırım çok tekrar edilirse belki daha inandırıcı olur diye düşünüldüğü için bu istifa eden 3 kişinin yine AKUT kurucuları olduğu ifadesi yazının merkezindeydi. Hatta nasıl böyle bir yargıya kapıldığını anlayamadığım bir şekilde; “Nasuh Mahruki için dün “it” bendim. Bugün ise AKUT’u birlikte kurduğu arkadaşları it olmuş.” gibi çok gereksiz ve kaba bir söylem kullanmıştı. Arkasından da şunları eklemişti; “Benim haftalar önce AKUT’la çeşitli isimleri özdeşleştirmeyin derken ne kadar haklı olduğum ortaya çıktı. Bakın güzelim girişim nasıl yerle bir oluyor. Toplumdaki oluşan sempati, AKUT kelimesini sihirli bir anahtara dönüştürünce, kişilik transformasyonu başlıyor. AKUT’a hediye edilen cipler bar kapılarına çekiliyor, ’Trophy’ düzenleyicileri ile pazarlıklar yürütülüyor. AKUT kişisel çıkarlar için kullanılan bir araç oluyor.” Ne anlama geldiği belli olmayan ama tam çamur at izi kalsın düşüncesiyle yapılmış bir dolu uydurma saptamanın yanısıra, AKUT’a hediye edilen ciplerin barlara çekilmesi, Trophy’cilerle pazarlıklar yürütülmesi – ne pazarlığıysa artık – gibi garip ifadeler de kullanmıştı. (55)
Artık tam bir sorun haline dönüşen bu olayı iyice pekiştirmek için, 18 Nisan 2000 tarihinde yayınlanacak olan “TEKE TEK” programında; “AKUT’ta son gelişmeler”, “AKUT tartışmasında son nokta konuluyor”, “AKUT’un içindeki depremden son gelişmeler” başlıklarıyla gazetelere de ilanlar vererek AKUT ve Nasuh Mahruki ile ilgili konulara son noktanın koyulacağını duyurdu. Bu ilanların içeriğini de sizle paylaşmak istiyorum. Bu kurucu üye yalanı yine elbette ki başköşedeydi ama bu kez dahası da vardı. Bakın ne iddialar vardı yayınlanacak program hakkında; “İstifa eden 3 kurucu üye ve usta dağcılar AKUT gerçeğini bu akşam Altaylı’ya anlatacaklar. İskender Iğdır ölüme mi terk edildi? AKUT nasıl bu hale geldi? Arama Kurtarma takımını dağılma noktasına getiren sebepler neler? Bu ifadeler henüz program yayınlanmadan bile izleyiciyi zaten belirli bir yönde şartlandırmaya yönelik seçilmişti. AKUT’un dağılma noktasına geldiği iddiası gibi, ama kazanın üzerinden 49 gün geçtikten sonra İskender Iğdır’ın ölüme mi terk edildiği sorusunu, hem de gazetelere ilanlar vererek sorabilmek bence çok özel bir ruh hali gerektirirdi. (56)
Program boyunca, ortak noktaları Nasuh Mahruki’ye karşı düşüncelere sahip olmak olan 7 kişi sayısız gerçek dışı beyanda bulundu ve Fatih Altaylı da gayet kurnazca bu iddiaları kışkırtarak 1 – 1.5 saat boyunca bana hep birlikte hakaret ettiler, akıl almaz şeylerle suçladılar ve küçük düşürdüler. Hiç tanımadığım insanları kurtarmak için bile oradan oraya koşturan beni; en sevdiğim dostlarımdan birini aramamakla, arama kurtarma çalışması yapmamakla suçladılar, hatta lafı cinayet gibi kaza noktasına bile getirdiler. Yayın akışı sırasında ekranın altından sürekli olarak programa telefonla katılmak isteyenler için telefon numaralarını geçirdiler ama defalarca denememize rağmen AKUT’tan arayanları canlı yayına bağlamadılar.
Bu programdan sonra Ayşe Arman bizi tarafsız bir gözle dinleyip, 24 Nisan tarihinde Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde AKUT’luların yorumlarına yer verdi. (57) Aşağıda bu yorumlardan bazılarını bulabilirsiniz.
AKUT Antalya Ekip Lideri Yılmaz Sevgül şunları söylüyor Ayşe Arman’a; “Önce Fatih Altaylı’ya programının adını hatırlatayım; ”Teke Tek” Nerede karşıt görüşler? Ben sadece 6 kere aradım. Her seferinde oyaladılar ve bağlamadılar. O zaman neden telefon numarası veriyorlar? Amaç boş kaleye gol atmak mı? Benim adım geçiyor. Allah aşkına bana cevap hakkı doğmuyor mu? Ben anlamadım bu işi.”, “… biz dün ne idiysek bugün de oyuz. 120 asil üyeden üçü istifa etti. Bu AKUT’un parçalandığı, bölündüğü anlamına gelmez. Bağlanabilseydim programa bunları anlatacaktım.”
AKUT ikinci başkanı Demir Kardaş da, Ayşe Arman’ın röportaj sırasında sorduğu; “Bütün bu rakamların çarpıtıldığını düşünüyorsanız, neden programa bağlanıp bunları söylemediniz?” sorusuna şu cevabı veriyor; “13 dakika hatta açık bekledim. Tolga diye biriyle konuştum. Bana dedi ki, ‘önümüzdeki programda bunları söyleyebilirsiniz.’ Ben de, ‘aynı insan kitlesine hitap edemeyeceğimi söyledim.’ Sonunda bağlanamayacağımı söylediler.”
AKUT Genel Sekreteri Melih Fidan da “Beni de bağlamadılar” diyor.
Kaza sonrasında İskender’in yanına Yılmaz Sevgül’le birlikte ilk ulaşan AKUT Ankara ekibinden Ertuğrul Melikoğlu da benzer sıkıntılarla karşılaşıyor telefonla bağlanmaya çalıştığında ve şunları anlatıyor; “Sarıldım telefona. Programı aradım. Geri arayacaklarını söylediler, aramadılar.”, “AKUT bir kişinin ya da bir kaç kişinin oluşturduğu bir şey değil ki. İskender’in kazasının AKUT’u karalama kampanyasında kullanılması beni çok rahatsız ediyor.”
Bu röportajın üzerine Fatih Altaylı kendi köşesinde bana 4. defa yer ayırarak, Ayşe Arman’ın 24 Nisan’da AKUT’lularla yaptığı röportajı da, hemen ertesi günü 25 Nisan’da yine kritik etmekten geri duramıyor ve “Sınıf kavgası değil bu” gibi garip bir başlık altında, benim yanımda 9 kişinin öldüğü gibi tamamen uydurma bir şey söylüyor ve şunları ekliyor; “Ayşe de çanak sorularla Mahruki’yi temize çıkarmaya çalışıyor”, “Nasuh bana 3. sınıf gazeteci ve 3. sınıf televizyoncu diyor. 1. Sınıf dağcının yanında şimdiye dek 9 kişi ölüyor. Depremzedelere yardıma yanında sevgilisiyle gidiyor. O yüzden 1. Sınıf oluyor herhalde. Mahruki beni bıraksın da vicdanı ile hesaplaşsın önce”
Vicdan ha, ben buna ne diyeyim ki artık. Herhalde bu ülkedeki vicdanı en rahat insanlardan biri benim. Kaçımıza 100’den fazla can kurtarmak, 700’den fazlasının kurtarılmasında da payı olmak nasip olmuştur bir ömürde…
Sonuç olarak bu konu zaten başlangıcında da AKUT’a bir fayda sağlama amacını gütmemişti, bitişinde de gütmedi.
Gelelim Teke Tek programında yapılanlara. Programda kendimi savunma hakkı verilmeden bana yöneltilen suçlamaları bir ibretlik belgesi olarak buradan sizlerle de paylaşmak istiyorum; Bırakın sebep olmayı, nasıl olduğunu bile görmediğim bir kazanın sorumluluğunu bana yüklemeye çalışarak İskender Iğdır’ın ölümünden sorumlu olmakla, kazadan sonra İskender’i aramayıp ölüme terk etmekle, bu olay sonrasında AKUT’tan istifa eden arkadaşlarımın arkasından “it ürür kervan yürür” diyerek birlikte yola çıktığım arkadaşlarıma değer vermemekle, (konuyla hiç ilgisi olmayan bu sözü çok başka bir konu için ve başka bir zamanda söylemiştim) kaza ile ilgili gerçekleri gizlemekle, Türk halkının gönül verdiği bir oluşumu dağılma noktasına getirmekle, Ağrı Dağı’na tırmanan ekibin sorumluluğunu üstlenmemekle, bulguların İskender Iğdır düştüğünde ölmediğini gösterdiği halde arama yapmayarak ölüme sebebiyet vermekle, (bu vicdansızlığa ve ahlaksızlığa söyleyecek söz bulamıyorum) olayın kapanması için ekipte bulunanlara fikir empoze etmekle, sponsor bulamayacağım için hatalı olduğumu kabul etmemekle, hatamı gizlemekle, yaptıklarım ile hatalı olmaktan çıkıp suçlu olmakla, AKUT’la ilgisi olmayan bir kazaya ilişkin açıklamayı, AKUT’ta yaparak kendimi aklamakla, (kazayı yaşayanlar da, kazaya kurban giden de, arama kurtarma çalışmasını yapanlar da AKUT’luyken – Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eşsiz desteğini burada anmamız gerekir – konu nasıl AKUT’la ilgili olmuyor bunu hiçbir zaman anlayamadım – otel salonu mu kiralayacaktık bu toplantı için) kurtarma çalışmalarını şova dönüştürmekle, dağcılık etiğine – sporcu ahlakına yakışmayan davranışlar sergilemekle, ben merkezci davranmakla, Düzce Depremi’ne kurtarma çalışması için giden helikopterden arama kurtarmacı bir şahsı indirip yerine kız arkadaşımı bindirmekle, (buna ne diyeceğimi bilemiyorum – yalan söylemenin de bir ölçüsü – mantığı olur) AKUT’tan uzaklaştırılmamı gerektiren kişisel yanlışlar yapmakla, AKUT’u bir gelir aracı, bir rant olarak kullanmakla, halktan alınan paraları lüks otellerde harcamakla, (iftira atıp açıklama yapmamak ne kadar kolay bir şey değil mi – hele karşınızdaki kendini savunamıyorsa) bilgiyi tekelleştirmekle, AKUT’u kişisel amaçlarla kullanmakla, kişisel rant elde etmekle, vs, vs.
Nasıl bir “Teke Tek” programıysa bu. Bir tarafta boş bir kale, öbür tarafta da karşılarında kimsenin olmamasının rahatlığıyla ve sürekli altyazıda ilan edilmesine rağmen telefonla da kimsenin bağlanamayacağının garantisiyle atıp tutan 7 kişi, bir de Fatih Altaylı.
İyi maç doğrusu!
Şu anda en çok merak ettiğim şey; bu ahlaksız oyunun bir parçası olan ve/veya alet olanların bugün veya ileride yaşları ve dünya görüşleri olgunlaştığında vicdanlarıyla nasıl bir hesaplaşma yaşayacaklarıdır…
Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğuna inancım önemli ölçüde yara almış olsa da, hukukun kendisine olan inancım nedeniyle yedi yıldır sabırla ve kararlılıkla hukuk mücadelesi veriyorum. Bu süre içerisinde tahmin edebileceğiniz gibi, AKUT’u ve beni ilgilendiren, kamuoyuna duyurmak istediğimiz haberlerin paylaşılmasının da kapalı kapılar ardında her fırsatta engellendiğini bilmem söylememe gerek var mı? Hiç sordunuz mu kendinize; “bu AKUT ne yapıyor, bu Nasuh Mahruki nerelerde, neden artık medyada pek görünmüyorlar” diye. Elinizi vicdanınıza koyup bir sorun kendinize; nerede ise 24 saat en seviyesiz ve kalitesiz programların yayınlandığı, herşeyin magazin ve televole anlayışıyla yorumlandığı, topluma hiçbir faydası olmayan insanların ve yaptıklarının rol model olarak sunulduğu bir televizyonculuk anlayışının hakim olduğu bu ortamda, acaba gönüllülük ve karşılıksız yardım ilkeleriyle 700’den fazla can kurtaran AKUT’un yaptıkları kamuoyu ile hak ettiği kadar paylaşılıyor mu diye.
İskender’in kazası, Türkiye’de ilk kez bir dağ kazasının bu kadar uzun süre gündemde tutulduğu bir olay olarak basın tarihinde yerini aldı. Bu ülke bugüne dek 40’tan fazla dağcısını dağ kazalarında kaybetti. Bunlardan hiçbiri bu gazeteciler veya televizyoncular tarafından anmak için bile konu edilmedi. Ülkemiz iki Dağcılık Federasyonu başkanını dağ kazalarında kaybetti ve ikisi de en fazla 2-3 gün gündemde kaldı da, İskender’in kazası babacığı da bu acıya dayanamayıp aramızdan ayrılıncaya dek gündemde tutuldu.
Bir baba düşünün ki; ne yapacağını bilemez halde evlat acısı ile yanarken, dört bir yandan evladının kazasının bütün sorumlusunun evladıyla kader birliği yapmış Nasuh Mahruki olduğu düşüncesi ile her gün karşılaşmak zorunda bırakılsın. Yusuf amca, İskender’in babacığı; bütün acılarına rağmen defalarca AKUT’u ve bizi korumak için açıklamalar yapmak zorunda kaldı, (58) hatta bir basın duyurusu bile yayınladı.
Aşağıda bu basın duyurusunu okuyabilirsiniz;
Sevgili oğlumuz, kardeşimiz, biricik İskenderimizi 29.02.2000 tarihinde, Ağrı dağında meydana gelen acı bir kazada kaybettik.
İskender çok iyi bir dağcı, tecrübeli bir doğa adamıydı. 12 yıllık aktif dağcılık hayatında kendisini çok iyi yetiştirmiş, bu sporu en iyi şekilde ve çok severek yapmıştır. Zirve dönüşü sırasında olan bu olay tamamen şanssız bir kazadır. İskender’imizin başına geldiği gibi, diğer arkadaşlarının da başına gelip, hepsini kaybedebilirdik.
Olayda herhangi bir ihmal, kasıt veya kötü niyet olduğunu düşünmüyoruz. Çünkü biliyoruz ki, onlar İskender’in çok uzun yıllardan beri birlikte olduğu, güvendiği, en az İskender kadar tecrübeli can dostlarıydı. Eğer kaza sırasında yapabilecekleri birşey olsaydı, aynen İskender’in onlar için yapacağı gibi, kendi canlarını tereddütsüz tehlikeye atıp, onu kurtarırlardı.
Kaza sırasında arama kurtarma çalışmalarına katılan tüm ekiplere, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Devletimize, ailemizin bu çok zor döneminde yardımlarından dolayı teşekkür ederiz.
Ailesi olarak acımız sonsuzdur. Bu acılı günlerimizde basında çıkan bir takım haberlerden fazlasıyla etkilenmekteyiz ve acımız daha fazla artmaktadır. Bu olayların daha fazla büyütülmeden sonlandırılmasını rica ediyoruz.
İskender’in Babası
Yusuf Iğdır
İçine attığı dayanılmaz acıya rağmen, oğlunun arkadaşlarını korumaya çalışan, ancak medyamızın ve ne yazık ki dağcılığımızın ahlaki değerlerini yitirerek gözü hiçbir şeyi görmez olmuş bir kısım mensuplarının, İskender’in kazasını 6 – 7 hafta boyunca gündemde tutma çabaları sonucunda, Yusuf amca bu acıya daha fazla dayanamadı ve 52 gün sonra biricik oğlunun yanına gitti. (59)
Allah bu yiğit oğula da, yiğit babaya da rahmet eylesin. İstemeden de olsa sebep olduğumuz acılar için umarım ruhları bizi affeder…
Hayatımın en üzüntü verici süreçlerinden biri olan bu dönemi sizlerin desteğiyle atlatabildim. Bu süreçte sizlerden gelen ve bana muazzam bir direnme gücü veren destek mesajlarınızın bir kısmını da, kitabımın bu bölümünde sizlerle paylaşmak istiyorum.
Her birine çok teşekkür ederim; onlarsız yapamayabilirdim…
Öncelikle çok değerli arkadaşınız İskender Iğdır’ın elim bir kaza sonucu yitirilmesinden duyduğum üzütüyü ifade etmek isterim. Hayatını insana ve doğaya adamış böyle kişilerin zamansız kaybı beni her zaman derinden yaralamıştır. Şahsınızda tüm AKUT camiasına başsağlığı dilerim. Ümit ediyorum bu yitirilmişliğin ardından nice İskender’ler doğar. Ülkemizin böyle insanlara her zaman ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Ulusal basından takip edebildiğim kadarıyla görüyorum ki, İskender sağlam karakterini, vakur kişilik sergileyen babasından ve ailesinden almış, siz yakın dostlarıyla birlikte de perçinlemiş ve zenginleştirmiş.
Bazı özdeyişler vardır ki insanı etkiler. Beni de etkileyen bir özdeyişi aktarmak istiyorum; “hayatımız, yaptığımız tercihlerin toplamıdır.” Sizlerin ve İskender’in tercihleri, yani yaşam felsefesi herkesçe malum. Bu tercih, bu yaşam tarzı çok sevdiği doğanın onu koynuna almasıyla son buldu. Huzur icinde yatsın.
Sizlere eleştiri getirenlere bugüne kadar gösterdiğiniz sağlam davranış biçimiyle gerekli cevabı verdiniz zaten. Bazıları sizlerin medya önüne çıkmanızdan ve onurlu davranışlarınızdan rahatsız oluyor galiba.
———
Sevgili Nasuh,
Başın sağolsun çok üzüldüm. Unutma ki bu ülkede herkes yaptığın şeyleri takdir ediyor ve sonuna kadar yanındalar…
Bu güne dek yaptığın ve yapmaktan yılmayacağın tüm iyilikler için binlerce teşekkürler.
Ne olur doğru bildiğin yoldan şaşma…
Sana ve AKUT’a ve İskender’i tüm sevenlere bas sağlığı dilerim.
———
Tüm Türkiye gibi ben de acınızı paylaşıyorum. İskender Iğdır’ın ailesine ve sizlere sabır diliyorum. Basında çıkan terbiyesizliklerin sizi üzmesine lütfen izin vermeyin.
———
O ŞİMDİ AKUT CENNET TEMSİLCİSİ…
Öncelikle geçirdiğiniz kazadan dolayı ve genç bir arkadaşınızı kaybetmenin acısı için size ve tüm arkadaşlarınıza baş sağlığı dilerim. Eminim ki sevenleriniz ve bizler herzaman sizlerin yanınızda ve arkanızda yer alacağız. İskender de bu tırmanışa çıkarken başına gelebilecek her türlü tehlikeyi göze alarak bu yolculuğa çıkmıştır. Ancak sevgili ve saygıdeğer gazateci birkaç arkadaşın size yönelik tenkit ve saldırısını tek kelimeyle kınıyoruz. Çünkü her insanın bu tür yolculuklara ve tehlikeli spora başlarken her türlü kaza ve tehlikeyi göze alarak böyle bir harekete kalkışacak öz güveni ve hür iradesi vardır.
Böyle bir kazanın olmasını kimse istemezdi, kimse kimsenin canına mal olacak bir harekette bulunmak istemezdi ama oldu ve yaşandı. Üzücü bir durum ama İskender Türk dağcıları ve AKUT üyesi şehidi olarak hiçbir zaman kalplerimizden silinmeyecektir. Beni üzen aynı gazetede çalıştığınız bir arkadaşınız sizi tenkit etmesi ama eminim halkın sağduyusu böyle karalamaları dikkate bile almayacaktır.
———
Sizin ve tüm arkadaşlarınızın acısını paylaşıyor ve sabır diliyoruz. Ve lütfen, bazı kendini bilmez, ne dediğini bilmez, kompleksli kişilerin sizi üzmesine izin vermeyin.
———
Duygularım yoğun ve biçare. Gül yüzlü İskender’in acısını paylaşmak istemek gibi bir hakkım var mı acaba. Siz aynı güzellikteki iki insanın paylaşımlarını ne bilebilirim, ne de yaşayabilirim. Tek bilebildiğim samimiyetimdir. Bazen, kısacık zaman dilimlerinde kocaman bir hayatı paylaşırız. Bir ömre bedel.
Ne mutlu size.
———
Ben çok üzgünüm ama tabii benim hissettiklerim seninkilerin yanında hiçbirşeydir. Sana başın sağolsun demekten başka bişey diyemiyorum. başın sağolsun… Sana sabır diliyorum, hem de sürekli… Kendini bilmez terbiyesizlerin ne söylediğine aldırmadığını umuyorum.
———
Dünkü basın toplantısında gereken cevabı çok iyi verdiniz umarım anlaşılmıştır dedim ama anlaşılmamış ki akşam Savaş Ay’ın programında bir özür gelmedi. Herhalde sayın Altaylı bilgi topluyor. Ben kendisine bunu yakıştıramadım, eminim diğer okuyucuları da benimle aynı fikirdedir. Neyse daha fazla canınızı sıkmak istemiyorum.
———–
Ben 17 yaşında İzmit’li bir depremzedeyim.
Size olan sevgim deprem sırasında inanılmaz büyüdü. Depremden sonra bir dergide İskender abiyle ilgili bi röportaj okumuş. AKUT içinde isimce tanıdığım birkaç insandan biri olmuştu. Bilmiyorum neden ama o röportaj annemi ve beni çok etkilemiş, ona çok ısınmış ve AKUT dendiğinde benim aklıma sizden sonra gelen ikinci isim olmuştu. Bu arada sizlere “abi” diye hitap ediyorum umarım sakıncası yoktur çünkü sizleri kendime çok yakın görüyorum.
Geçen hafta eve geldiğimde annem ağlayarak bana İskender abinin öldüğünü söyledi. Annem kendini tutamıyor, ağlamaya devam ediyordu. Bende ağladım, ağladım çünkü iyilere bu kadar ihtiyacımız varken bir iyi insanın daha aramızdan ayrılmasına üzüldüm. Sonra bin kat daha üzüldüm çünkü sizin gibi iyi insanları sırf gündemde kalabilmek için nasıl yıpratmaya çalıştıklarını gördüm. Sizler bunları haketmiyorsunuz, hem de hiç.
Özellikle, Nasuh abi sana karşı bazılarının tavrı var galiba bu kadar iyi olmanı kıskanıyolar. Deprem zamanı bile senle ilgili bi sürü saçma salak haber çıktı. Yok efendim dinin neymiş… Biliyor musun Nasuh abi, istersen ateist ol, bu hiçbirimizin umrunda değil, biz seni yaptığın işlerle sevdik. İşte onlar bunu anlamıyorlar. 0-6 yaş grubu bile böyle haberden sıkılır.
Dün saat üçe kadar annemle A Takımını izledik. Tek kelimeyle sinir olduk. Şiddeti sevmem ama Fatih Altaylı’nın ağzını burnunu kırmak istedim hem de öyle bi istedim ki… Ölü bi insana saygısı olmadığı için, senin gibi iyi bir insana kendi pisliğini, çamurunu atmaya kalkıştığı için…. Bu ülkenin medyasının böyle bir huyu var iyi insanları korumak yerine karalamaya çalışmak gibi. Sonra da bütün insanlar bir fırsatını bulduğunda yurtdışına gidip orda yaşamaya başlıyor.
Sizin ve AKUT’un yıpranmayacağını biliyorum, buna inanıyorum. Sizin arkanızdan gelecek, sizin izinizi takip edecek bir çok genç var, ama o tarz insanların arkasından gelecek milyonlar olmayacak… Belkide bütün bunları sizlerin başarılarınızı kıskandıklarından yapıyorlardır…
İnşallah ben de bu sene üniversiteyi kazanırsam ileride dağcılık kursları alıp, bu sporla uğraşmak ve bir gün AKUT’un üyesi olmak istiyorum; depremde kaybettiğim insanlar için bişey yapamamıştım, ilerde başka insanlar için birşey yapıp bunun acısını hafifletmek istiyorum, başka insanlara faydam olsun istiyorum…
Tekrar hepinizin, hepimizin başı sağolsun, yaşadıkça İskender abiyi
unutmayacağım.
———-
Ben bir opera şarkıcısıyım ve Rize yaylalarına yaptığım bir trekking gezisi dışında, dağcılıkla ilgili en ufak bir bilgi sahibi değilim. Bu nedenle size yazılı ve sözlü basında yapılan eleştirileri teknik olarak değerlendirme şansım yok. Ancak yüreğimin gözüyle baktığım zaman bile, yapılan tüm eleştirileri çok zamansız, mesnetsiz ve acımasız buluyorum, hele bugün Hürriyet Gazetesi’ndeki yazınızı okuduktan, ne kadar büyük bir üzüntü ve yıkım yaşadığınızı gördükten sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Benim söyleyeceklerim sizin için ne değiştirir bilemiyorum, ama “tahammüden” arkadaşınızın ölümüne seyirci kaldığınıza, yetersiz bir ekip başı olduğunuza, veya neredeyse para ile satın aldığınız dağcılık birikimi ve başarılarınızla ilgili söylenenlere inanmak akıl dışı!
Sizin sansasyondan uzak samimiyetiniz, idealizminiz ve alçakgönüllülüğünüz bize basın yoluyla yeterince yansıdı ve söylenenler bunu değiştirmeye yeterli değil.
Size en çok destek olunması gerekirken, böyle acımasızca köstek olunması sizi incitmesin lütfen. Bizim, sizin ve arkadaşlarınızın varlığı ile duyduğumuz gurur, huzur ve yapacaklarınıza olan inancımız, belki böyle bir zamanda duymaya ihtiyacınız olan şeylerdir diye yazıyorum.
———
İlk önce sevgili kardeşimiz İSKENDER IĞDIR’ın kaybından dolayı size ve AKUT ailesine taziyelerimi bildiririm. Bazı köşe yazarları İSKENDER IĞDIR’ın kaybını size yükleme gayreti içine düştüler. Ne sizin basın açıklamasını, ne de 05-03-2000 tarihindeki yazınızı beklemeden karalama kampanyasına dönüştürdüler. Profesyonel davranışlarınız ve hiçbir polemiğe girmemeniz güzel bir davranıştı.
———-
Her pazar gibi bugün de sabah çayımı almış içiyordum. Bir yandan da gazetelere göz gezdiriyordum, işte o sırada yazınızı gördüm. Bu hafta belki yazmazsınız diye düşünmüstüm çünkü oldukça yorgun olmalıydınız, hem fiziken hem ruhen. Ama yazınızı görünce çok sevindim ve okudum, okurken gözlerim yaşlarla doldu. İnanıyorum ki benim gibi birçok insanın bu yazıyı okurken gözleri yaşarmıştır. Bütün olanları büyük bir yüreklilikle anlatmışsınız daha sizden ne isteyebilirlerki. Dün akşam istemeyerek de olsa A Takımını izledim, umarım o programla bu olaya bir nokta koymuşlardır. Sizleri artık rahat bıraksınlar, sizleri üzerken bizleri de üzüyorlar. Hepimiz üzülüyoruz ve hepimiz sizin arkanızdayız. Sadece gençler değil, anneler babalar da…
Yazınızın sonunda dediğiniz gibi, artık arkanızda hem bir meleğiniz hem de bizler varız.
———-
Bu memlekette iş yapan insanları üzmeye, küstürmeye ve kırmaya bahane arıyoruz maalesef. Çamur at izi kalsın politikası genlerimize işlemiş. Nerede dürüst, yaptığı işi doğru düzgün yapan, sevilen, saygı gören, takdir edilen insan ya da kurum varsa ilk fırsatta yok etmeye, adını kirletmeye, saygınlığını zedelemeye can atıyoruz. Ama lütfen hiç olmazsa Nasuh Mahruki için bunu yapmayalım. Allah’tan gelen bir kaza sonucu yaşanan facianın sorumluluğunu O’na yıkıp da bu idealist insanı küstürmeyelim. Çünkü toplum olarak böyle insanlara ihtiyacımız var. Her zaman….
Bu kez atılan çamur atanın ellerine yapışsın!
———
Arkadaşınızın ölümüne gerçekten çok üzüldük. Böyle üzücü bir olayda dahi kötü niyetli insanlar çıkabiliyor. Siz onlara aldırmayın, kendinize iyi bakın çünkü siz önemli bir insansınız, hayat devam ediyor…
———-
Birkaç gün önce yaşadığınız kazadan dolayı size ve arkadaşlarınıza geçmiş olsun diyoruz ve kaybettiğiniz çok değerli arkadaşınız için size ve AKUT’a başsağlığı diliyoruz. Ayrıca kaza hakkında yapılan yorumların haksız olduğuna inanıyoruz. Sakın moralinizi bozmayın ve kendinize inancınızı kaybetmeyin. Türkiye’nin size ve arkadaşlarınıza gerçekten ihtiyacı var.
———
Çok güçlü ve çok geniş bir yüreği var AKUT’un. İskender de bu yüreğin bir parçasıydı. Bilmiyorum bir yerlerde bizleri ve sizleri izliyor olduğuna inanıyorum. Herkesin onun gidişi ardından çok üzgün olduğunu da ve onu yattığı yerde rahatsız etmeye çalışan bir grup zamansız, bilgisiz ve küstah insanın haddinden gelineceğine de inanıyorum. Kendim için söylüyorum, hiç tanımadığım insan için gözyaşı döküyorum. Hiç bir psikolojik rahatsızlığım yok ama bu kadar yoğun hissediyorum garip bir şekilde acısını. Yüreğim inancım hep sizin yanınızda ve sivri dilim de hep size cephe almaya çalışan kendini bilmez üç beş çapulcu karşısında olacak. Keşke sizler yani AKUT için ve İskender için gerçek anlamda bir şey yapabilseydim. Sevgi, umut mücadele hep kanatlarınızda olsun ve canlı olan, yaşam olan her yerin, herşeyin üzerine kanatlarınızdan süzülsün…
———-
AKUT olarak sizlerin son zamanlarda Türkiye’de faaliyet gösteren en düzgün ve disiplinli kurum olduğunuza inanıyorum. Başınıza gelen bu üzücü olayın tamamen bir şanssızlık olduğunu düşünüyorum. Size gösterilen haksız ve yersiz eleştirilerin hiçbirine katılmıyor ve desteğe ihtiyaç duyduğunuz bu zor günlerinizde yanınızda olduğumuzu bilmenizi istiyorum. Yaptığınız doğru ve insanlık yararına olan tüm işlerinize bundan sonra daha da sarılmanızı diliyorum. Tekrar başınız sağolsun, acınızı paylaşıyoruz.
———
Birlikte birçok şey paylaşmış olduğun, değer verdiğin, inandığın ve gelecekte bir dolu projeyi yine birlikte gerçekleştirmeyi umut ettiğin bir dostunu, İskender’i kaybetmenin acısını senin kadar derinden olmasa da hissediyoruz.
Hayatını, insanlara yardıma adamış birini, saçma sapan eleştirilerle hedef tahtası haline getirenlerin üstesinden yine sen ve senin gibiler gelecektir. Dürüstlüğünden hiçbir zaman en ufak bir şüphe duymadığımız Nasuh Mahruki’nin, kendine ve İskender’in adına yakışacak bir şekilde, yine tüm yüreği ve benliğiyle amacının peşinden koşmaya devam edeceğine inanıyoruz. Bu inancı paylaşanların vereceği güçle yolunun açık olmasını diliyoruz.
———
Gerek basında yer alan dağcılık sporu ile ilgili başarılarınızı, ve gerekse (ve ozellikle) başkanı olduğunuz AKUT’un hem Türkiye’deki hem de yurt dışındaki başarılı kurtarma çalışmalarını hayranlıkla takip eden sıradan bir vatandaşım.
Son günlerde kaza ile ilgili bazı TV kanallarında çıkan şahsınıza yönelik saldırıları kınadığımı bildirmek istiyorum. Dağcılık sporunun “D”si hakkında dahi doğru dürüst fikir sahibi olmadıkları konuşmalarından bile anlaşılan bazı insanların ve bu insanların medyatik ya da gündemde olma kaygılarına alet olan yayıncıların rating uğruna sizi ve sizin şahsınızda AKUT derneğini yıpratmalarına izin vermeyeceginizi biliyorum.
Deprem felaketinde kurtardığınız hayatlarla gönlünde taht kurduğunuz Türk halkının bir ferdi olarak, bu konudaki düşüncelerimi ve manevi desteğimi aktarmayı sizlere karşı bir borç ve sorumluluk olarak hissettim.
———
Siz bu ülkenin yetiştirdiği en değerli insanlardan birisiniz. Eline geçen ilk fırsatta medyatik olmaya çalışıp size sataşanlar da bu ülkenin siyasetçi özentisi yüz karalarıdır. Bizler ve bizim gibi milyonlarca insan sizi tanıyor, inanıyor, güveniyor. Siz bu ülkenin gururusunuz. Sizi yıpratmalarına izin vermeyin.
———
Yüzlerce insanın yarasını sarmak adına günlerce açlığa, yorgunluğa ve korkuya direnmiş olan sizler yaşamınızın anlamını çoktan çözüp varoluşunuzu çoktan gerçekleştirdiniz, tıpkı İskender Iğdır gibi…
Masalarının başında oturup duvarlarında asılı olan takvimlerindeki Ağrı’yı seyredip kolayca ‘ben olsaydım…’ senaryoları yazan bir kaç kişi emin olun ki sadece kendi kıskançlıklarının ve kötücül yüreklerinin sözcüsüdür. Dünyadaki her insanın akrabası, her ailenin bireyi oldunuz siz. O alçakca ithamları yazanlar değil sizler bu dünya halkının yüreğindesiniz… Ne söylerlerse söylesinler biz acınıza saygı duymaya, sizlere hayranlık, gıpta ve sevgi duymaya devam edeceğiz… İskender de sizler de şanslısınız aslında, çünkü görevinizi fazlası ile yaptınız. Yozlaşan, kötüleşen dünya ve insana bakıp umutsuzlaşanlar için sevgi, umut ve yaşam sevinci oldunuz…
Bir Kızılderili inanışına göre bir insan kendine yapılan iyiliğin karşılığını 10 insana iyilik yaparak ödemeliymiş…
Bizlerden alacaklısınız…
———-
Yaptıkları Türk ve Dünya kamuoyunun önünde olan ekibinizin ve yine yaptığınız tırmanışlar ile kendinizi fazlası ile ispat etmiş bu konuda ne kadar profesyonel birisi olduğunuzu topluma kabul ettirmiş birisi olarak, sizin bu elim kaza ile yıpratılmak istenmesi belki bu kaza kadar bizleri üzmüştür. Özellikle suçlamalar – ki hiçbir dayanağı yoktur, bizleri ziyadesi ile kedere bürüdü.
———
Nasuh Bey, Ben dağlara ve doğaya aşık biriyim, dağcılık konusunda amatör sayılırım ama bu amatörlüğüm ile bile o Fatih Altaylı denilen seviyesiz kişinin ileri sürdüğü iddialara gülemiyorum bile. Bir insan bu kadar cahil olamaz, bilmediği konularda bu kadar dik kafalı olup, biliyor havalarına girip tereciye tere satamaz. Bu şahıs bilinç altına yerleşmiş olan komplekslerini, toplumda sizin gibi başarıları ile ön plana çıkmış insanları hedef alarak, egolarını tatmin yoluna gitmektedir. Bu insan her zaman bardağın boş tarafını görecek kadar iticidir. İnsanların başarısını çekemez, antipopülarizm bu insan için bir yaşam biçimidir. Her zaman her şeye saldırmak yaklaşımını bir hayat felsefesi olarak benimsemiştir. Bu şekildeki bir karakteri hiçbir doğa dostunda göremezsiniz, dolayısıyla insani olmayan bir davranıştır. Özellikle insanların acısına saygısızlık, özellikle zamanlama konusunda yapılan böyle bir hata, hatayı yapanın kişiliği konusunda yeteri kadar bilgi verir, örfünü ve geleneklerini bile hiçe sayarak yapılmış böyle hatalar toplum tarafından affedilmez.
Eğer bir gazetecinin anlatacak bir fikri yok ise ve yine o gazetecinin uzmanlaştığı bir alan yoksa, malzeme sıkıntısı çekecektir ve onun için en kötüsü gündemde kalamayacaktır. İşte böyle bir insan olan Altaylı en kolayını seçerek insanları suçlayarak, saldırarak kendisine malzeme çıkarıyor, malumunuz ki reklamın iyisi kötüsü olmaz.
———-
Nasuh Bey, Lütfen bu insanı muhatap alıp cevap verme nezaketini göstermeyiniz, çünkü ekmeğine yağ sürüyorsunuz, sizin ve sizlerin seviyenizde birisi değil ve nezaketten yoksun birisi. Programları seyrettim ve çok üzüldüm. Sizler gerekli açıklamaları lütfen genel olarak basın açıklaması şeklinde yapmaya devam ediniz (-ki yapıyorsunuz), toplumu aydınlatmanın en iyi yolunun bu olduğuna inanıyorum.
Bu tür olumsuz olayların üst üste gelmesinin sizleri yıldırmayacağını biliyorum. Şunu unutmayınız ki toplumdaki sağduyulu insanlar sizin ile beraber, her ne kadar sesleri, diğerleri kadar çıkmasa da.
———
Bu insanları anlamak çok zor. Neden hep bir suçlu aramak zorundadırlar ve neden insanda vicdan azabı yaratmak için bu kadar çaba sarfederler? Sizin asla bu tip suçlamalarla karşı karşıya kalmamanız gerekiyordu. Bir gün insanlar tekrar size ihtiyaç duyduğunda ve siz yine orada olduğunuzda, o zaman bu insanlar tarafından “O bir melek” diye adlandırılmaya hazır olun. Bu insanları anlamak o zaman çok daha güç olacak.
———-
Televizyon ve gazetelerin, Fatih Altaylı’nın, size yönelttiği haksız ve yanlış eleştirileri büyük bir üzüntü ve isyanla izliyorum. Tüm bunların altında derin bir kendine yetmezlik ve dolayısıyla haset yattığını düşünüyorum. Umarım siz de böyle düsünüp bu yersiz kelimelerin sizleri yaralamasına müsaade etmezsiniz. Çalışmalarınız bizler için bir umut ve bir harekete geçme duygusu oluşturdu.
O günlerde yine bir AKUT gönüllüsü, özellikle benimle kişisel sorunu olan bazı dağcıların, bir takım medya mensuplarıyla işbirliği yaparak bu kazayı haftalar boyu bir malzeme olarak kullanmasından ve sonuçlarından o kadar etkilenmiş olmalı ki, Yusuf amcanın cenazesinden sonra o anın duygu yoğunluğuyla, aşağıdaki düşündürücü yazıyı yolladı AKUT’un e-posta grubuna;
“Bu gün bir cenaze namazına gittim, bir ailenin dramına şahit oldum ve bir kez daha insan olduğumdan utandım. Siz hiç evlat acısı, baba acısı, eş acısı nedir bilirmisiniz, hiç bu acıyı tattınız mı? İçi evlat acısıyla yanan bir babaya, daha oğlunun ölümünün birinci gününden kırkıncı gününe kadar acısı unutturulmamak için ne yapılması gerekirse yapıldı. Ve bu yaşlı insanın kalbi bu acıya dayanamadı oğlunun yanına gitti. Ya o anne; daha oğlunun acısı içindeyken hayat arkadaşını kaybetti. Umarım yaptığınızı beğenmişsinizdir. Bu olayı buraya getiren tüm insanlar umarım daha başka can almak gibi bir isteğiniz yoktur. Hiç düşündünüz mü o anne bu acılara nasıl dayanacak, nasıl sabırlı olacak ama nafile, bu sizi bağlamazki, sizi ilgilendirmezki. Sizin için kişisel çıkarlar önde gelir…
Günlerce tartıştınız yok o hatasını kabul etsin yok, bu özür dilesin, yok öyleydi, yok böyleydi. Ne oldu arkadaşlar heryerde tartıştınız hatta medyada bile, İskender’i geri getirebildiniz mi? Bununla da kalmayıp yanına babasını da gönderdiniz.
Dağcılık camiası özür bekliyor deyip ortalığı kine nefrete bulayan arkadaşlar İNSANLIK ALEMİ ŞİMDİ SİZDEN ÖZÜR BEKLİYOR. Varsa yüreğiniz çıkıp özür dileyin. Ama bu sanal erkeklik aleminde değil tüm insanlığın huzurunda özür dileyin, dileyin ki görelim ne kadar erdemlisiniz.
Yapmayacaktınız arkadaşlar bir babayı yıkmayacaktınız, olmadı dağcı arkadaşlar, hiç ama hiç olmadı. İçinde olmadığınız, yaşamadığınız bir olay hakkında yorumlar yaptınız. Ben dağcı değilim hep mail’lerinizi takip ettim, hep ekip anlayışı, hep dağcılık etiği dediniz. Eğer buysa etiğiniz değer anlayışınız, hınç, kin nefretse ben insanlığımdan utanırım. Eğer bu etikse, günlerce bu olayı medyada tartışarak birilerinin özür dilemesini beklediniz hatası olsa da olmasa da. Her seferinde insanları medyatik olmakla suçladınız ama siz yaptıklarınızla reyting kurbanı oldunuz daha fazla medyatik oldunuz. Ve bir babanın acısını hergün kamçıladınız. Bravo bu etik dediğiniz şeye bir insanın hayatını söndürdü bir aileyi yasa boğdu.
Hep gıpta ederdim sizlere bir gün ben de bu işi öğrenip dağlara çıkmalıyım diye ama artık anladım ki aranızdan bazıları dağcı diye kendini ayrıcalıklı görüp insanlardan üstün görüyor, dağcılık camiası özür bekliyor deyip kendilerini elit bir tabaka olarak lanse ettiler, sizin kimseden üstün yanınız yok. Eğer varsa bir hata tüm insanlık özür bekler.
Ve her seferinde bu ekip işi diyen arkadaşlar; O zaman sağda solda yorum yapacağınıza arkadaşınızın ailesinin acısını hafifletmesine yardımcı olmalıydınız. Olmadı beyler hiç ama hiç olmadı yakışmadı size, yakışmadı etiğinize.
Ve son sözüm de Sanal Erkeklik Aleminin En Baba Yiğidine; Biz kimseyi savunmuyoruz, biz AKUT’a yapılan eleştirilere cevap veriyoruz. Bir mailinde; AKUT birilerini savunmaya devam ederse daha çook başına şeyler gelir diyorsun. Neler gelecek yiğidim anlat da bilelim, bizim işimiz insanlığa hizmet. İçimizde kin, nefret, haset yok. Biz öğrenciyiz biz işçiyiz, biz doktoruz, biz sekreteriz, biz avukatız, biz işvereniz, aramızda her türden insan var, biz halkız arkadaşım. Bizde ideoloji yok, bizim içimizde insan sevgisi var. Uzaktan ahkam kesmeyin, bizim kapımız herkese açık, zahmet edip gelip çalışmalarımızı takip edin ama gerçek alemde sanal erkeklik aleminde değil. Yok onu da yapamıyorsanız GÖLGE ETMEYIN başka bir şey istemeyiz.
OLMADI BEYLER HİÇ AMA HİÇ OLMADI.”
Yukarıdaki iletide bahsedilen dağcılar; İskender’in cenazesine ilk ulaşan dağcı Yılmaz Sevgül’e telefonlar ederek; “bu adamın arkasında durma artık, bırak bu sefer bitireceğiz onu” diyenlerdir. Olayın nasıl olduğu, cenazenin nasıl bulunduğuyla bile ilgilenmeden ellerine geçen fırsatı kullanmaya çalışan ve bu tür yalanlardan medet uman, kafalarını Nasuh Mahruki ile bozmuş bu ahlaksız dağcıların karşısında tek başına kalan Yılmaz’ın, sağduyulu ve dirayetli duruşunun büyük payı vardır bu süreci atlatabilmemizde.
İskender’i kişisel hırslarına malzeme yapabilmek için acılı bir babanın feryadına kulaklarını tıkayacak kadar insanlıklarından çıkmış olanlar, Yusuf amcayı kahreden evlat acısını bile, sükunetle kendi içinde yaşamasına izin vermediler, ta ki son nefesini üzüntü içerisinde verene kadar. Umarım hiçkimse; bir babanın yaşayabileceği bu en büyük acıyı Yusuf amcaya bunu yaşatanlar dahil, benzer bir tecrübe yaşamak zorunda kalmaz…
Son beş yılda, Ağrı Dağı’nda kritik hatalar sonucunda Sertaç (TÜMERDEM) ve Türkiye’nin yetiştirdiği en deneyimli dağcılardan ikisi, Uğur (ULUOCAK) Kırgızistan’da ve AKUT’un en güçlü takım liderlerinden Kürşat (AVCI) Demirkazık dağında, Aladağlar’da bir çığda da 4 üniversite öğrecisi, geçtiğimiz yaz ise iki İtalyan dağcı Ağrı Dağı’nda ve yine bu yıl 2 üniversite öğrencisi Demirkazık Dağı’nda hayatını kaybetti. İskender’in kazasında dağcılık uzmanı kesilen bu sözümona gazeteciler, olayın sorgulanmasını geçtim de köşelerinde veya programlarında, bu dağcılara rahmet dileyip, ailelerine başsağlığı mesajı bile geçmediler…
Bu ve benzeri süreçler ileride Türkiye’de hukukun, hele basın sektöründe ne kadar yavaş ve sorunlu işlediğinin ve medyanın nasıl kontrolsüz ve tehlikeli bir güç olduğunun kanıtı olarak, gelecekte basın tarihi ile ilgilenenlere çarpıcı örnekler teşkil edecek.