İstanbul Müftülüğü
Nasuh Mahruki yolculuğa/yolculuğuna nasıl başladı?
Nasuh Mahruki: Çocukluğumdan itibaren doğayla, hayvanlarla aram hep çok iyi oldu. Oturduğumuz bahçeli bu evi büyükbabam yaptırmış. Burada o kadar çok hayvan besledim ki; köpek, kaplumbağa, tavşan, keklik, tavuk, kertenkele, beyaz fare, hamster, akvaryumda balıklar gibi pek çok hayvan. Üniversitede doğa sporları ile tanışma fırsatım oldu.
Doğaya ilgim zaten vardı, bir de buna sportif bir açılım katma şansım oldu. Bu sırada 20 yaşındaydım ve Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesinde okuyordum. Dağcılığın akabinde mağaracılık, yamaç paraşütü ve aletli dalış gibi sporlara da başladım. O dönemde bunlardan büyük keyif aldım. Zaten doğada yapılan sporlar insanı gerçekten çok heyecanlandırıyor ve bambaşka duygular yaşatıyor. Doğanın eşsiz güzelliğinin içinde bir faaliyet yapıyorsunuz. Bedeniniz ve aklınızla orada olmaktan keyif duyuyorsunuz. Hemde bütün bunları
Tırmanışlar veya yolculuklarınızda sık sık yalnız kalma fırsatınız oluyor. İnsanlardan uzak kalmanın ve tabiata yakın olmanın hissettirdikleri nelerdir? Uzak kaldığınızda kent yaşamını özler misiniz?
Nasuh Mahruki: Öncelikle dağcılık ve doğa sporları genelde birer takım sporudur. Ekip arkadaşları ile birlikte hareket edilir. Türkiye’den yıllarca tek giden biri olarak -ilk yıllarda ilk ve tek giden ben olduğum için- İngiliz, Rus gibi başka yabancı ülkelerin dağcıları ile tırmandım. Doğa sporları yalnız yaptığım bir spor değil. Birkaç tane solo tırmanış yaptım; bu dağcılığın içinde bir seçenektir. Yapılabilir ama doğa sporlarının takım sporu olduğunu bilmek gerekir. Sorunun ikinci bölümüne gelirsek; yani “araziye çıkıldığında şehri özlemek yada şehirde iken doğayı özlemek” açısından bakıldığında, her ikisini de aslında iyi planlamak lazım. Sadece şehirde bir hayat kurgulayıp, sadece şehrin sundukları ile bir yaşam sürdürmek açıkçası beni mutu etmez. Bunun yanında sadece doğanın sundukları ile bir yaşam da beni mutlu etmez. Önemli olan o ikisi arasındaki dengeyi kurabilmek. Şehirde şehrin sunduğu; rahatlık, konfor, güvenlik gibi keyif verici unsurlardan ve imkanlarla faydalanmak gerekir. Ancak, doğaya çıkınca da hakikaten onun gerektirdiği ve size verecekleri neyse onları doyasıya yaşayabilmek için iyi bir sporcu disiplini ile hareket etmek gerekir. Bu iki durumu birbirine karıştırmadan, birbirine geçişi sıkıntıya sokmadan, doğada gerçek bir profesyonel gibi hareket etmek, doğanın içinde olmanın gerekliliklerini yerine getirmek, süreci iyi analiz edip, doğru karar vermek gerekir. Bunun yanında şehirde de şehrin sunduğu imkanlardan faydalanmak gerekir.
Siz söyledikleriniz ile soracağım sorunun cevabını da vermiş oldunuz ama, ben yine kısaca sormak istiyorum. Sosyal hayat ile doğada yaşamak birbirinin alternatifi olmalı mıdır?
Nasuh Mahruki: Eğer birini diğerinin üzerine çıkartırsanız hata yaparsınız. Çünkü her ikisi de insana keyif veren, insanı mutlu kılan, insanın yaşam kalitesini yükselten pek çok artılara sahip. Dolayısı ile bu iki hayatın artılarını ve çeşitliliğini bir arada toplamaya çalışmak bence en doğrusu. Sadece bir tanesini esas kabul ederseniz tek boyutlu bir insan olursunuz. Yani çok iyi bir dağcı olabilirsiniz, ama tek boyutlu sadece dağcı olabilmişsinizdir. Bu bence iyi bir seçenek olmaz. Çünkü hayatın pek çok seçenekleri, dinamikleri ve güzellikleri var. Yapılabilecek, keyif alınabilecek farklı pek çok yönleri var. Bu yüzden mümkün olduğu kadar açık vizyonla hareket etmek en doğrusu olacaktır. Belki anı yaşamak olarak ifade edilebilir. İnsanın içinde bulunduğu ortamı en iyi şekilde değerlendirmesi en doğrusu olacaktır.
Hepimiz doğaya özlem duyarız ama çoğumuzda bu özlem olarak kalır. Bunu gerçeğe dönüştüren güç nedir?
Nasuh Mahruki: Bence en temel konu kişinin kendisini tanıması. Yeteneklerini, yapabileceklerini iyi analiz etmesi ve kendisini mutlu edecek yönleri öğrenip o yönde hedefler seçmesi ilk adımı oluşturacaktır. Dağcılık da nereden bakarsanız bakın tehlikeli ve riskli bir spordur. Bir çok insana göre zor ve tehlikelidir. Ama sonuçta hepimiz için değil belki; ama bazılarımız için çok uygun ve elverişli bir spor. Benim yaratılışımda, fizyolojimde, psikolojimde olan bir insan için doğa sporları gerçekten çok ideal sporlar. Kendimi çok iyi geliştirebileceğim ve üst düzey şeyler üretebileceğim faaliyetler. Bu anlamda bence kişinin doğruyu seçmesi en önemli konu. Herkesin doğa sporlarından keyif alması beklenemez, çünkü herkes bu süreçlerden zevk almaz. Ama o süreçlerden keyif alabileceğini düşünen, kendisini iyi ifade edebileceğini ve mutlu olacağını düşünen kimselere de sunabileceği müthiş açılımları var. Bu anlamda kişinin kendini tanıyıp ne istediğini bilmesi önem kazanıyor. Benim en büyük avantajım, üniversitede doğa sporları ile yoğun olarak uğraştığım dönemde, kendimi tanıma fırsatını bulmuş olmamdır. Hem akademik eğitimi bir taraftan sürdürüp hem de bu doğa sporları ile uğraşıp, Nasuh Mahruki’nin nasıl biri olduğunu önemli ölçüde çözümlemiş biri idim. Hedeflerimi net olarak koyup onun peşinden gitme imkanım oldu.
Bir yazınızda diyorsunuz ki; “Görünen o ki, öğreneceğim yeni şeylerin sırası gelmiş, ve beni K2’de bekliyor”. Bir öğretmen olarak doğa size neler öğretti? Everest’in tepesi size neler hissettirdi?
Nasuh Mahruki: Doğa gerçekten eğer onu doğru algılayabilirseniz müthiş bir öğretmen. Size sistem içindeki yerinizi öğretiyor. Yani insan yaratılışı itibari ile kendini büyüklemeye, büyük göremeye çok meyyaldir. Ama o heybetli dağların, büyük coğrafi alanların ortasında aslında ne kadar küçük olduğunuzu görebiliyorsunuz. Ama onun ötesinde bir dağın zirvesine ulaştığınızda -mesela Everest’in zirvesine- aslında küçücük önemsiz bir insancık olmanıza rağmen kararlılıkla, disiplinle, hedefe odaklı hareket etmekle ve bir takım mücadeleler sonucunda dünyanın en yüksek noktasının tepesine kadar bile ulaşabildiğinizi görüyordunuz. Hakikaten bu size, aslında bir bakıma hiçbir şey, bir bakıma her şey olma duygusunu aynı anda yaşatabilen bir durum. Başka türlü kazanamayacağınız felsefi düşünsel açılımlar da var. İyi bir gözle bakıldığında doğanın iyi bir öğretmen olduğu söylenebilir. Çünkü zaten doğa milyonlarca yıl içerisinde kendine bir sistem kurmuş. Bu da olabilecek en ideal sistem ve denge. O sistemi ne kadar iyi gözlemleyebildiyseniz -gece oluyor, gündüz oluyor, gece yaşayan hayvanlar var gündüz yaşayan hayvanlar var vs.- bütün bunların oluşturduğu bir denge sisteminin var olduğunu görebiliyorsunuz. Aslında doğanın dengesine uyum sağlamayı, uyum sağladığınızda da, bir çok konuyu çözebildiğinizi gözlemleyebiliyorsunuz. Bir tırmanış yapmaya kara verdiniz, çok güzel, ama onu uygulama aşamasına geçtiğinizde, rüzgar, soğuk, yağış gibi doğanın kendi içinde bir takım özel durumlar ve değişkenler var. Akıllı insan o süreçleri iyi anlayıp o süreçlerle uyum sağlayabilen ve onların frekansında gidebilen sporculardır.
Felsefi açılımlardan bahsettiniz? Biraz bu konuyu açar mısınız?
Nasuh Mahruki: Bir defa kendi içinize dönebiliyorsunuz. Dağcılık ya da doğa sporlarının bir çoğu seyircisi olmayan sporlardır. Seyirciler önünde yapılan sporlarda, sporcuyu motive eden bir seyirci desteği var, takdiri var, alkışı var. Dolayısı ile sporcunun bu aktivitedeki motivasyonun önemli bir kısmı dışarıdan geliyor. Halbuki doğa sporlarında böyle bir destek yok. Bu Kişinin tamamen iç enerjisi ile ortaya çıkan bir şey. Oraya çıktığınızda ne ödül var, ne alkış var, ne takdir var. Bir tek siz varsınız, ekip arkadaşlarınız var ve dağlar var. Bu anlamada doğa sporları kişisel gelişim açısından içe dönük bir gelişimi ortaya çıkarır. Orda tamamen kendiniz ile baş başa kalıp, hedeflerinizi gerekçelerinizi sorgulayıp, bir takım sonuçlara ulaşıyorsunuz ve onun üzerine devam ediyorsunuz.
Kendinizi sorguluyorsunuz hayatı da sorguladığınız oluyor mu?
Nasuh Mahruki: Tabi tabi. Düşünceniz devamlı aktif halde. Çok kitap okuma fırsatınız oluyor. Hava bir bozuyor belki günlerce beklemek durumunda kalabiliyorsunuz. Veya uyum tırmanışları yapıyorsunuz ve bekliyorsunuz birkaç gün. Bazen günlerce sürebiliyor. Bu dönemler mahkumiyet gibi olsa da, kişi kendisine çok sakin, dengeli huzur dolu bir denge kurabiliyor. Bu süreçte içine dönüp kendisini dinliyor, kendisiyle hesaplaşıyor, düşünüyor. Mesela ben bir taraftan yazıyorum, günlük tutuyorum. İçinizdeki duyguları açığa çıkarmak için çok uygun bir ortam oluşuyor. Kişinin kendisi ile iletişim kurması için en uygun ortam. Çünkü uyaran yok, sizi rahatsız edecek yok, aklınızda başka bir düşünce yok. Bir tek siz varsınız. İçe doğru manevi bir yolculuk yapıyorsunuz. Zirve ne kadar zorsa ne kadar uzaksa başardığınızda o kadar manevi bir tatmin duygusu yaşıyorsunuz. Bütün zorlukları aşarak zirveye ulaşmak kişinin kendisine hakikaten büyük bir güven ve saygı duymasını sağlıyor.
Gerek klasik geleneklerde, gerekse erken modern dönemde tabiatın ilahi bir kitap oluşuna dair düşünceler, fikirler vardır. Siz tabiatı nasıl okuyorsunuz?
Nasuh Mahruki: Tabiata öncelikle çok derinden ve içten gelen bir sevgi ile yaklaştığımı ifade edebilirim. İyisiyle kötüsüyle, güzeli ile çirkini ile onun sunduğu her şey benim için kabul edilebilirdir. Doğa zaten kendi sistemi içerisinde devam eder. İnsanın yapması gereken bu sisteme ayak uydurabilecek aralıkları yakalayabilmektir. Elbette sizin iyi bir doğa sporcusu olmanız gerekir bunun yanında koşullarda buna elverişli olmalıdır. Siz süpermen olsanız da koşullar elvermediğinde tırmanamazsınız. Bu manada doğaya hep saygı duyarım, onu gözlemlemeye çalışıp, onun şartları ile yöntemleri ile hareket etmeye gayret ederim. Benim 20’e yakın arkadaşım çoğu gözümün önünde öldü. Sonuçta bunlar tehlikeyi de kendinde barındıran sporlar.
Hz. Peygamber Uhud Dağı’na selam verir ve “Bu Uhud Dağı, o bizi sever bizde onu severiz” buyurur. Tasavvufta doğa canlıdır. Halil Cibran da suyun canlı olduğunu ve içerken suyun da kendisini içtiğini söyler. Sizin yaklaşımınız nasıl, doğanın canlılığından kastedilen nedir?
Aslında tam dediğiniz gibi. Tasavvuf işin özetini en güzel şekilde veriyor. Bütün bu gördüğümüz her şeyin aynı özün parçaları olduğu ve o öze doğru yolculuk yaptığı söylenebilir. Son kitabımda konu ile ilgili şu ifadeler yer alıyor; “Eğer bu dünyada kutsal olan bir şey varsa, bence hayatın ta kendisi olmalı. Hatta bu hayatı illa bizim anladığımız bir yaşam formatı olarak sınırlandırmaya bile gerek yok. Dağların da, denizlerin de, yıldızların d,a uzayın da kendisine göre bir yaşam döngüsü olduğunu düşünüyorum. Bizim gibi nefes almasalar da, hareket etmeseler de, onların da kendilerine özgü çok farklı zaman ve mekân ölçeğinde, bizim algılama araçlarımızın ölçemeyeceği bir yavaşlıkta, titreşimde bir yaşam formları olduğuna inanıyorum. Bu yüzden de dünyadaki ve evrendeki her şeye saygı duyarak bakıyorum. Boyutu, rengi, tadı, temas ettiğimde verdiği his ne olursa olsun, sadece bu hali ile yaratılmış olması benim ona saygı duymama yetiyor.” Aslında tüm bu düşünceleri tasavvuf gerçekten çok iyi toparlıyor ve özetliyor.
Doğaya canlı bir iletişimle bakmak gerekir. Bu insanı çok daha pozitif, çok daha olumlu bakan bir kişi haline getiriyor. Mesela ben evimi çok severim, motorumu da çok severim. Motor seyahatimde her gün motosikletimle konuşuyordum. Motosiklet metalik bir alet, ama aramızda bir ilişki bir bağ kuruluyor ki, benim ona onun bana ihtiyacı var. Ona iyi bakman gerektiğini düşünüyorum.
Şehirler, ülkeler insanların tasavvurlarıyla oluşturulan mekanlardır. Doğaya yolculuğunuzda nasıl bir mimar, nasıl bir tasarım görüyorsunuz?
Nasuh Mahruki: Ben zaten doğada gördüğüm her şeyi güzel olarak görürüm. Onu sorgulamam. Ormanlar, dağ, taş, deniz, ırmaklar yaratılmış olan her şeye ilk baktığımda güzelliği görürüm. Kuralları çerçevesinde işleyen bir sistemi var. Zaten esas ana nokta o kuralları anlamak. Bu döngü devam edip gider. Ve o döngü içerisinde hali hazırdaki gidiş, asli halleri en ideal durumları diye düşünüyorum. İnsan doğada olan şeyleri bir yandan gözlemleyip hayatına tatbik ederken, ona kendinden bir takım şeyler ilave ediyor. Burada önemli olan doğayı, doğanın gözleri ile görebilmek. Anlamak için bu lazım olsa gerek. Biz hep bakış açımızı eğitimimizle, zihnimizle, zihinsel şartlanmışlığımızla, deneyimlerimizle, kültürümüzle görüp bize göre bir tablo çiziyoruz. Onu bize göreden ziyade, olduğu gibi görmeye çalışmak lazım. Zaten olduğu gibisi olabilecek en güzel hali.
Uğradığınız ülkeler ve şehirlerdeki insan izlenimlerinizden söz eder misiniz biraz? Farklı kültürlerin yaşama bakışları nasıl?
Nasuh Mahruki: Doğu kültürlerinin doğa ile ilişkileri batı kültürlerine göre farklı. Daha saygılı ve kendini onun bir parçası olarak algılayan bir yaklaşımla hareket ediyor. Batı kültürleri kendisini ve doğayı ayrı konumlandırıyor ve doğayı onunla hep arasında bir rekabet alanı geliştirme mücadelesi olarak algılıyor. Özellikle doğu kültürlerinin doğya bize göre daha yakın durdukları söylenebilir. Böyle bir konumda o bütüne karşı çok farklı ve saygıyla yaklaşıyorsunuz. Eğer kendi dışınızda bir algılama ile bakarsanız, ondan bir takım şeyleri kendinize yontabileceğiniz tek taraflı bir faydalanma aracı olarak görürsünüz. Genelde benim yolculuk ve tırmanış yaptığım yerler doğu, ve doğayla daha uyum içinde yaşayan halklar ve kültürler.
Doğal afetlerde ilk müdahil olan biri olarak, bunda insanın payı ne kadar sizce? (Kur’ân-ı Kerîm’de “İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı” der.)
Nasuh Mahruki: Doğal dediğimiz zaman, doğanın işleyen sistemi içerisindeki bir süreç diyebiliriz. O hadisenin zamanını, ne şekilde hangi şiddette olabileceğini öngöremeyebiliriz. Ama en azından tahmin eder, akıl yürütebiliriz. Yani bir yerde hangi gün çok şiddetli yağmur yağacağını bilemeyebilirsiniz, ama dere yatağını kapatıp oraya yerleşim kurduysanız, o dere yatağının yine yağışın sularını toplayıp sele yol açacağını akıl olarak öngörebilmeniz gerekir.
Ne zaman, nerede, ne şiddette bir deprem olacağını kesin olarak kestiremezsiniz, ancak o bölgede depreme dayanıklı binalar inşa etmezseniz, ilk depremde o binalar yıkılır. Dolayısı ile burada insanın sorumluluğu çok yüksek. Doğanın insana bir kötülük yapma gibi bir düşüncesi yok. Tamamen bir denge içerisinde akıp gidiyor. İnsanın da aslında yapması gereken doğanın yapısı içerisindeki değerleri iyi öğrenip, o yapı ile uyumlu bir hayat kurmaya çalışmak olmalı. Ancak uzun soluklu düşünememekten ya da günü kurtarmaktan, daha da kötüsü rant ve belli karlar peşinde koşturmaktan, doğanın bu dengesindeki uyumu korumak yerine insan bunu bozuyor. Belli bazı ülkeler bunun farkındalar, yani belki doğaya bakış açıları doğunun bakış açısıyla değil, ama evlerini daha sağlam yaparak doğaya uyum sağlıyorlar. Biz doğu batı arasında bir geçiş kültürü olarak kendimizi doğaya saygılı olduğunu iddia ederiz. Ancak bunun tam olarak uyguluyor muyuz? Depreme dayanıklı evler yapma konusunda bile bu uyumdan söz etmek mümkün değil.
Yolculuklarınızda unutmadıklarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Nasuh Mahruki: Ben zaten altı tane kitap yazdım bunları paylaşmak, aktarmak için. Ancak şunu söyleyebilirim seyahat insana önünde çok farklı kapılar açıyor. Biz Türkiye’de doğduk, Türkiye’de yaşadık. Bildiğimiz kültür, gördüğümüz eğitim belli. Kendi ülkenizden dışarıya çıktığınızda,bambaşka coğrafyalarda, bambaşka halkların, bambaşka kültürler kurduğuna şahit oluyorsunuz. Bunda en önemli şey bence coğrafya, sadece yaşamda değil inanış ve diğer konularda öyle. İzlanda’da yaşayan birinin nerden haberi olacak İslâmiyet’ten, Hinduizm’den. Anası babası eşi dostu ne öğretti ise onu biliyor. İnsanı doğduğu coğrafya her şeyi ile şekillendiriyor. İnsanların fikirlerini özgür kılabilmeleri için seyahat ve farklı kültür coğrafyalarının görmek çok önemli. Seyahat kişinin doğduğu yaşadığı kültürün ona sunduğu doğruların biraz ötesine çıkabilmesini, biraz üst perdeden bakabilmesini sağlıyor. Başka bakış açıları kazanmayı sağlıyor. Bundan sonra yine seçimini özgürce yapmaya olanak veriyor. Değerlendirmeler dar bir çerçeveyi geçebiliyor. Belki yine kendi kültürünüzü tercih edebilirsiniz. Ancak yine de bu bilinçli bir tercih olacaktır. Tek doğru olmayacağı sonucuna varabiliyorsunuz. Kendinizi ve karşınızdakini de olduğu gibi kabulleniyorsunuz. Karşınızdakini değiştirmeye kalkmıyorsunuz.
Nasuh Bey vakit ayırdınız bizimle paylaştıklarınızdan dolayı teşekkür ediyoruz.
Nasuh Mahruki: Ben teşekkür ederim.