Lhotse (8516 m. Dünyanın 4. yüksek dağı) – 1998

Karnali nehrinde çok keyifli ve hoş geçen 11 günlük rafting ekspedisyonunun ardından tekrar Kathmandu’ya döndük. Burada 4-5 gün boyunca tırmanışı birlikte yapacağımız ekiple son dakika alışverişlerimizi ve eksiklerimizi halledip, gerekli hazırlıkları bitirdik.

Kathmandu sokaklarında ve birbirinden güzel cafelerinde, her zamanki gibi yine eski dostlara rastladım; 7 yıldır uçağıyla dünyayı gezen Tom (Claytor), Amerikalıların tanınmış dağcısı Andy (Lapkass), Everest’e aynı gün tırmandığımız Graham (Ratcliffe).

 

Kathmandu’dan İstanbul’a, internet kanalıyla rafting’den pek çok dijital fotoğraf transferi yaptım. Karma Donanım’ın sağladığı küçük bilgisayarım sayesinde Türkiye’ye güncel olarak hem döküman hem fotoğraf yollayarak, konuyla ilgilenenleri Superonline’ın hazırladığı sayfalarda sürekli bilgilendirdik. İlk kez kullandığım ve tırmanış boyunca da uydu telefonu desteğiyle kullanacağım bu teknolojiden doğrusu çok hoşnut kaldım. Böylece bu expedisyonun sponsoru olan Demirdöküm’e de düzenli olarak bilgi geçebileceğim.

 

Böylece bütün hazırlıkları bitirip 25 Mart sabahı erkenden havaalanına gittik ve Asian Airlines’ın Rus yapımı MI 17 helikopteri ile Lukla’ya doğru yola çıktık. Bir saat kadar yavaş yavaş yükselen arazi yapısının üzerinden, zaman zaman bembeyaz dağların arasından uçarak 2850 metredeki Lukla’nın küçük havaalanına indik. İlk iş bütün malzemelerimizi taşınmaya uygun şekilde ayırdık. Bu malzemelerin bir kısmı yaklarla, bir kısmı da taşıyıcılarla Ana Kampa kadar taşınacak.

 

Uzun zamandır yapmak istediğim bu yürüyüşe sonunda başlıyor olduğumuz için son derece keyifliyim. İlk gün TocToc adlı küçük bir köye kadar yürüdük. Dudh Kosi nehrinin üzerindeki büyük asma köprüler, yemyeşil ağaçlar, kuş sesleri, Budist manastırlar, rota boyunca serpiştirilmiş değişik boylardaki Stupa’lar, yük taşıyan yaklar, daracık patikaların yanına kurulmuş küçük dağ evleri, gün boyunca çok hoş görüntüleriyle, burasının neden dünyanın en popüler trekking rotalarından biri olduğunu anlatıyor.

 

Everest’i ve Lhotse’yi deneyecek iki grup dağcı bu yürüyüşü birlikte yapıyoruz. Akşam, önceden sözleştiğimiz TocToc’taki dağevinde buluşup hep birlikte yemek yedikten sonra günün yorgunluğuyla uyku tulumlarımıza çekildik. Ertesi gün, Solu Khumbu bölgesinin en büyük yerleşim birimi olan 3450 metredeki Namche Bazaar’a yürüdük.

 

“Büyük karanlık orman” anlamına gelen Nakmuche yada Nakuche kelimesinden türeyen Namche (Namchi), ne yazık ki adını bugün haketmiyorsa da yirmi kadar dağeviyle ve pek çok modern imkanıyla yürüyüşçüler için oldukça populer bir yer. Nitekim biz de aklimatizasyonumuzu daha sağlıklı yapabilmek için burada iki gece kalıyoruz. Bugün pazar yeri adıyla anılması, 1965 yılında başlayıp bugüne dek süregelen marketinden kaynaklanıyor. Turistlerin en çok ilgisini çeken aktivitelerden biri olan bu cumartesi marketi gerçekten de çok hoş ve ilginç bir konu. Burada satılan bütün ürünler civar köylerden buraya dek ya yakların yada taşıyıcıların sırtında getiriliyor, dolayısıyla fiyatlar Kathmandu’dakinden daha pahalı. Namche’den ayrılacağımız günün tesadüfen cumartesi olması sayesinde bu marketi de gezme şansına sahip olduğum için doğrusu çok keyiflenmiştim. Daracık yokuşları, rengarenk dükkanları, çok güzel café ve restaurantları, ilginç tipleri, ile Namche çok hoş bir yer.

 

Bu arada Himalayan Kingdoms ile Everest’i ikinci kez deneyen Sundeep Dillon’la tanıştım. Eğer Everest’e bu yıl çıkarsa, benim tamamladığım yaştan bir ay daha genç olarak Yedi Zirveleri tamamlayan dünyanın en genç dağcısı olacak. Kaldıkları dağevinde onu bulup, bol bol şans dileyip, kendine dikkat etmesini söyledim. (Sundeep, Everest’e çıkmayı başardı ve bebnim Amerikalı dağcı David Keaton’dan bir yıl geriye çekerek aldığım Yedi Zirveleri tamamlayan en genç dağcı ünvanını benden aldı. Bugün son rekor 23 yaşa inmiş durumda.)

 

Herkes kendi temposuna ve keyfine göre bu yürüyüşü yapıyor. Aşağı yukarı bir hafta kadar sonra Ana Kampta buluşmak üzere sözleştik, o güne dek Patika boyunca istediğimiz yerlerde mola verip dinlenerek, konaklayarak yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Bu sabah Namche’de biraz fazla oyalandım, bir de üstüne üstlük öğleden sonra kar yağışı başladı. Ben de bu geceyi Khumjung’da geçirmeye karar verdim. Burası 3790 metre yükseklikte son derece güzel bir köy. Hele bembeyaz bir kar örtüsünün altında, köy merkezindeki büyük stupalar, meydanda dolaşan yaklar, oyun oynayan çocuklar, küçük şirin köyevleri, ortamı muhteşem yapıyor. Bir de buradaki meşhur börekçide hayatımda yediğim en güzel elmalı çöreklerden birini de bulunca keyfime diyecek yoktu doğrusu.

 

Sabah kahvaltıdan sonra ilk iş, Khumjung Gompa’yı (manastır) ziyarete gittim. Gompa’daki yaşlı rahibe manastırın içini gezdirip, bir kasanın içinde saklı tutulan ve bir Yeti’ye ait olduğu iddia edilen kafa derisini gösterdi. Bu çok hoş bir tecrübe doğrusu, yıllardır hep duyduğum, okuduğum, fotoğraflarını gördüğüm bir şeyi kendi gözlerimle görmek, başka bir şey…

 

Kar yağışı bütün gün devam etti. Kyangjuma ve Sanasa üzerinden ilerleyerek Phunki’ye vardım. Burası Imja Khola nehrinin kenarında 3250 metre yüksekliğiyle, Namche’nin kuzeyindeki en alçak yerleşim yeri. Burada bir yemek molası verdikten sonra, nehir üzerindeki köprüyü geçtim ve Thyangboche’ye çıkan dik ve uzun tepeyi tırmanmaya başladım. Yemyeşil bir ormanın içinden yükselen son derece keyifli patikayı takip ederek tepenin sonuna vardım. Tepenin üstünde bulunan, içi Budhist figürlerle süslenmiş “kani” adı verilen ark şeklindeki girişten geçtim. Bu kani’nin işlevi kutsal bölgeye girmeden önce, buraya gelenleri kötü ruhlardan arındırmak. Böylece, bölge halkı için kültürel ve dinsel açıdan, bu son derece önemli manastıra geldim. Kantaiga ve Thamserku dağlarının eteklerinde, muhteşem bir manzaraya sahip bir konumda 1920 yılında kurulmuş olan bu manastır, depremlerden ve yangınlardan ne yazık ki çok zarar görmüş. Himalayan Trust ve varlıklı Şerpa’ların desteğiyle bugünkü haline getirilmiş.

 

Manastırın içini gezerken ve rahiplerin akşam Pujha’larını izlerken aklıma hep Sıkkım’a motosikletle yaptığım yolculuk ve bu yolculuk sırasında gördüğüm Budist manastırlar geldi. Duvarlardaki rengarenk resimler, kutsal metinler, dev heykeller, dua bayrakları ve rahipleriyle Thyangboche, tam bir yaşayan manastır.

 

Geceyi buraya 20 dakika mesafedeki Debuche’de geçirmek için yoluma devam ettim ve buradaki çok hoş dağevine yerleştim. Bu arada kar yağışı da hiç durmadan devam etti.

 

Ertesi sabah bu dağevinin sevimli sahibesi ile vedalaşıp derin bir karla örtülü patikada ilerlemeye devam ettim. Kadın, yola çıkmadan bana içecek bir çay daha ikram edip, “Dar patikada yaklarla karşılaşırsan vadi tarafına değil de yamaç tarafına çıkıp yol ver” diye uyarıda bulundu. Gerçekten de çok akıllıca bir uyarı, çünkü yaklar, yanlarına bağlanmış yüklerle incecik patikanın yanında yol vermeye çalışan yürüyüşçüye çarpıp yamaçtan aşağı düşürebilir.

 

Aslında bugün Dingboche’ye gidecektim ama derin kar yüzünden buraya ayrılan patikayı göremedim ve yakların açtığı izi takip ederek 4280 metre yüksekliğindeki Periche’ye geldim. Bu iki yer birbirine 45 dakika mesafede, hemen hemen aynı yükseklikte iki köy. Periche’de aynı zamanda Himalayan Rescue Association bünyesinde 1976 yılından beri trekking sezonlarında açık tutulan ve gönüllü doktorların çalıştığı küçük bir hastane de var. Periche’de yerleştiğim dağevi oldukça kalabalıktı doğrusu, akşam herkes sobanın başında ıslanan eşyalarını kurutmaya çalışırken bol bol sohbet ettik.

 

Gece 03:00 gibi müthiş bir fırtına çıktı ki neredeyse dağevinin tahta duvarlarının dayanıp dayanmayacağını bile düşünmeye başladık. Fırtına öğlen 12:00’ye dek azalmaksızın devam etti. Bugünkü programım sabahtan Lobuche’ye gitmekti ama fırtınadan dolayı vazgeçtim. Ancak öğlen azalınca toparlanıp başladım yürüyüşe. 4600 metredeki Tughla’da bir öğle yemeği molası verdikten sonra akşamüstüne doğru 4940 metre yüksekliğindeki Lobuche’ye vardım. Normalde bütün grup bugün burada olacaktı ancak bir tek Avustralyalı Alan (Silva) ve ben gelmişiz, Graham da bugün Ana Kampa gitmiş.

 

Ertesi sabah erkenden kalkıp Ana Kamptan önceki son dağevlerinin bulunduğu Gorak Shep’e doğru yürüyüşe başladık. Buzulların ve dağların arasında keyifli bir yürüyüşle üç küçük dağevinin bulunduğu, 5170 metre yüksekliğindeki Gorak Shep’e vardık. Öğle yemeğinin ardından Everest kütlesinin en güzel manzaralarından birinin göründüğü Kala Pattar’a bir yürüyüş yapıp bol bol fotoğraf çektim.

 

Şu anda beş grup Ana Kampını kurmuş durumda; Singapurlular, İran’lılar, Danimarkalı Michael, Bask İnyaki ve bizim grup. Diğer gruplar da yavaş yavaş geliyorlar. Bu arada iki gün önceki fırtına Ana Kamptaki bütün çadırları dağıtmış. Singapur grubu Kathmandu’dan yeni çadır istetmişler. Doğrusu bu kötü bir haber, çünkü son on yıldır Ana Kamp fırtına tarafından yerle bir edilmemişti, Şerpalar da yıllardır böyle bir hava görmediklerinden bahsediyor. Khumbu buzulu sabit hatlarla döşenmiş ancak henüz birinci kampı kuran yok. Doğrusu Ana Kampa erken gelmemiz çok iyi, daha uzun süre aklimatizasyon ve hazırlık imkanımız olacak ve gerekirse Mayıs başı ve sonu olmak üzere iki zirve denemesi yapabiliriz.

 

Akşamüstü çok komik bir şey oldu. Gorak Shep’te kaldığım dağevindeki, yak tezeğiyle yaktığımız sobanın başında yemeğimizi yerken 4-5 kişilik bir grup geldi. İçlerinden birini gözüm ısırır gibi ama yok canım ne alakası var diye geçiştirdim aklımdan. Bir süre sonra çocukla bir iki laf ettik ve inanılır gibi değil ama bundan 7 ay önce, Elif’le Kathmandu’ya yaptığımız motosiklet yolculuğu sırasında İran’ın Bam şehrinde tarihi Arg-e Bam’ı gezerken tanıştığımız Alman bisikletçi karşımdaki. Bütün gece sohbet edip bol bol güldük. Peter 11 aydır bisikletiyle geziyormuş, Münih’ten Kathmandu’ya dek 13500 kilometre yol yapmış. Karakurum Highway’den Kaşgar’a gitmiş, Tibet’i bisikletiyle gezmiş. İşin en komik tarafı da, bu yolculukta Türkiye dışında iki kez Türkiye’den birilerine rastlamış, ikisi de benim. Biri Elif’le birlikte İran’da, diğeri Himalayaların eteklerinde 5170 metre yüksekliğinde küçücük bir dağevinde. Çok hoş bir tesadüf doğrusu.

 

Böylece 2 Nisan sabahı kahvaltının ardından mükemmel havanın tadını çıkartarak biraz güneşte kitap okudum. Sonra da Alan’la birlikte Ana Kampa doğru yürüyüşe başladık. Bütün ekspedisyonların malzemeleri Ana Kampa taşınıyor olduğu için yoğun bir yak trafiği arasında ilerleyerek bundan sonraki 6-7 haftamızı geçireceğimiz kamp yerine vardık. Önce Cho Oyu’dan tanıdığım Singapur’luları ziyaret ettik, sonra biraz İnyaki ile laflayıp kendi kampımıza geldik. Gruptaki Şerpalarla tanıştıktan sonra en az 6 hafta evim olacak çadırı kurmak için uygun bir yer bulup 2 saat uğraşarak düzelttim, taşları temizledim ve çadırımı kurup iyice sabitledim. Kendimi çok iyi hissediyorum, İnşallah bu ekspedisyon da çok keyifli geçecek.

 

Bu arada ilginç bir adamla tanıştım; 61 yaşında İngilizce öğretmeni Raymond Bell, Amerika’daki Traveler’s Century Club’ın üyesi. Bu klübün kabul ettiği, özerk bir ülke, bölge yada ada olan toplam 308 ülkeden 248 tanesini gezmiş. Çok ilginç bir tip, bol bol sohbet ettik. Ona hem kendi hem de Prof. Dr. Orhan Kural’ın telefon numaralarını verdim. (Ray, dört ay sonra Orhan Kural’ın misafiri de oldu)

 

Ana Kampımız çok iyi kurulmuş doğrusu, hele yemek ve mutfak çadırları, bugüne kadar gördüklerimin en iyileri. Taşlarla bir bina gibi inşa edip üstünü branda ile kapatmışlar, içindeki oturma yerlerine de halı örtmüşler. Nitekim burayı yerle bir eden fırtınada da ayakta kalan tek çadır bunlar olmuş.

 

3 ve 4 Nisanı Ana Kampta dolaşarak ve arada da kitap okuyarak geçirdim. Yarım kova suyla yıkandım, daha doğrusu yıkanmaya çalıştım. Bu arada benim bilgisayarımda herkes e-mail’lerini yazdı, yarın yollamaya çalışacağız. Öğleden sonra İran expedisyonunun kampına gittim. Grubun bir kısmı gelmiş, aralarında 4 yıl önce Touchal ve Demavend dağına birlikte çıktığımız dağcılar da var.

 

5 Nisan sabahı kahvaltıdan sonra Pujha törenimizi yaptık. Son derece renkli ve güzel bir seremoni oldu. Pujha töreni için Pengboche manastırının laması geldi. Son 4 gündür manastırdaki 14 lama bizim için dua ediyormuş, bu gün, duaların son günü ve biz de Pujha törenimizle bunu noktaladık. İnşallah bu işin sonunda hepimiz sağ salim evimize döneceğiz. Seremoni sırasında, dağcılar arasında bir gelenek haline gelen malzemelerimizin kutsanması için, dağ ayakkabılarımızı, buz kazmalarımızı ve çeşitli malzemelerimizi, dua bayraklarının dikileceği taşların etrafına dizdik. Törenin sonunda da Şerpalar, hepimizin saçlarını, sakallarını, omuzlarını Tanrılara sunulan şeylerden biri olan tsampa’ya (arpa unu) buladı. İnanışa göre, bu şekilde Tanrılardan hepimizin bir gün, saçı sakalı beyazlamış yaşlı insanlar olabilmesini diliyoruz.

 

Bugün Singapurlular da Pujha törenlerini tekrarladılar, çünkü ilk yapılan törenlerinin üzerinden daha üç saat geçmeden bütün kampları fırtınada yerle bir olmuş ve dua bayraklarının dikili olduğu direk batıya doğru düşmüş. Kötü bir anlamı olan bu olay üzerine Pujha törenlerini yeniden yapmaya karar vermişler.

 

Akşam Elif’le konuştum ve herşeyin yolunda olduğunu haber verdim. Bir de bugün ünlü fotoğrafçı Galen Rowell ve eşiyle tanıştım.

 

Pujha törenini yaptığımız için artık Khumbu buzuluna girebiliriz. Geleneklere göre bu seremoni yapılmadan hiç bir dağcı tırmanışa başlamıyor. Yarın yukarı gidiyoruz.

 

Ertesi sabah saat 05:00’te kalktık ve hafif bir kahvaltının ardından Khumbu buzulunda tırmanışa başladık. Yıllardır fotoğraflarını gördüğüm ve hakkında pek çok şey okuduğum bu buzulda tırmanıyor olmanın heyecanı ve coşkusu gün boyu içimi kapladı. Khumbu buzulu 5 Şerpa tarafından 3 haftada hazır hale getirildi. Ekspedisyon boyunca da buzul doktoru adı verilen 2 Şerpanın tek işi bozulan yerleri onarmak ve buzulu her zaman geçilebilir konumda tutmak. Bu iş için alüminyum merdivenler, ipler, buz vidaları, buz kazıkları ve çeşitli emniyet sistemleri kullanılıyor. Bütün diğer gruplar da bu iş için söz konusu Şerpalara belli bir ücret ödüyor.

 

Khumbu buzulu, yaklaşık 1800 metre yatay mesafede 600 metre yükselen ve sürekli hareket halinde olan dev bir buzul sistemi. Buzul geçişi son derece ilginç ve zevkli ancak yer yer çok tehlikeli. Hatta Everest’in bu rotasının en tehlikeli yerinin, bugüne dek 19 dağcının hayatını kaybettiği Khumbu buzulu olduğu kabul ediliyor. Rota, güneşin sıcaklığıyla ve buzul hareketleriyle her an devrilecekmiş gibi duran dev serakların arasından ve görünmeyen yüzlerce buzul çatlağının üzerinden döne dolana ilerliyor. Zaman zaman dev buzul çatlaklarını geçmek için uç uca eklenmiş 2-3 alüminyum merdivenin üzerinden geçmek gerekiyor ki, bu oldukça garip bir duygu. Güzel, serin ama rüzgarsız bir havada 4 saatte buzulun en üst bölümüne kadar çıktık, ancak ne yazık ki bu son bölümde bir iki gün önce bir çökme olmuş ve bütün sistem değişmiş. Bunun üzerine burada oyalanmanın gereksiz olduğuna karar verip, taşıdığımız malzemeleri uygun bir yere bırakıp inişe başlıyoruz. Ana kampa yorgun ardım vardım bugün, her zamanki gibi ilk aklimatizasyon tırmanışımda yine canım çıktı.

 

Ertesi gün, dinlenme günü, Ana Kampta diğer grupları dolaşarak ve dağcılarla sohbet ederek geçirdim.

 

8 Nisan sabahı Andy ile birlikte yine saat 05:00’te kalkıp hafif bir kahvaltının ardından Khumbu’ya girdik. Bu sefer çok daha iyi ve hızlı bir tempoyla yükseldik ve malzemelerimizi bıraktığımız yere vardık ve son dik bölümü de geçip 6000 netredeki 1. Kampa vardık. Buzulun güvenliğinden sorumlu Şerpalar, çöküntü üzerine yeni bir rota açmışlar. Son kısmı son derece dik, hatta negatif 8-10 metrelik bir buz duvarından oluşan bu bölümde, önümdeki Şerpa bir şekilde ipte asılı kaldı. Sırtındaki çantanın ağırlığından dolayı negatif bölümü geçemedi. Diğer iple yanına çıkıp, kendi sekizlisiyle inmesine yardım ettim. Tehlikeli bir yerde takıldığı için biraz korkmuş, daha sonra yüksüz çıktı, çantasını da iple çektiler.

 

Çadırımızda öğle yemeğini yedikten sonra, Andy’le Batı buzulu (Western Cwm) üzerinde 1 saatlik bir yürüyüş yaptık. Ancak havanın kapatıyor olmasından dolayı fazla uzatmadık, nitekim çadıra vardıktan bir süre sonra kar yağışı başladı ve şiddetli bir rüzgar çıktı. Hele gece, rüzgar fırtınaya dönüştü, öyle ki zaman zaman içeri eğilen polleri, kırılmasın diye iterek düzeltmek zorunda kaldık.

 

Sabaha karşı rüzgar biraz sakinleşti ama yine de rahatsız edici boyutta. Bugün bizim grubun diğer elemanları buraya geliyor, onlara içecek birşeyler hazırladık ve geldikten sonra biraz laflayıp inişe geçtik. Khumbu bugün epey kalabalıktı, sabit hatlarda biraz beklemek zorunda kaldık.

 

10 ve 11 Nisanı dinlenerek geçirdim. Ana kamp son derece keyifli geçiyor, hele akşam tatlı olarak kek ve custard cream geldiğinde herkes pek bir mutlu oldu. Şerpalar da dinleniyor ve herkes bu boş vakitten istifade edip malzemelerini gözden geçiriyor. Bizim gruptan Scott, bir haftadır Dingboche’de, burkulan bileğininin düzelmesini bekliyordu. Sonunda plastik ayakkabı ile yürüyerek gelmiş. Sırt çantasını da bizim grubun Sirdar’ı Kami’nin yeğeni olan 12-13 yaşındaki bir kız getirmiş. Bu olay akşam epey dilimize dolandı, neredeyse 2 metrelik Scott’ın çantasını taşıyan kız hemen hemen çanta ile aynı boydaydı.

 

Akşamüstü İran’lıların kampına gittim, uzun uzun sohbet ettik. Bu, İran’lıların 20 yıl aradan sonraki 2. Everest ekspedisyonları, İnşallah bu kez zirveye ulaşacaklar. İçlerinde bir Azerbaycan’lı var; Abulfad, “Size Selam Getirmişem”i bir okudu ki Türkiye’ye gidip geldim. Bir de içlerinden Hamid, bana her nedense Recep’i (Çatak) hatırlattı, Allah rahmet eylesin. İran’lılar da iki gün sonra Pujha seremonilerini yapıp tırmanışa başlayacaklar.

 

12 Nisan günü tekrar 1. Kampa tırmandım. Ortalarda dolanan fırtına söylentilerinden dolayı malzeme taşımaya devam etmekle birlikte 2. Kampı henüz kurmuyoruz. İşin sonunda büyük bir fırtınada çadırları ve malzemeleri kaybetmek te var. Günün geri kalanını çadırda kitap okuyarak geçirdim.

 

Ertesi sabah hava oldukça rüzgarlıydı. Bugün 2. Kampa malzeme taşıyacak Şerpalar bu yüzden planı değiştirmişler. Batı buzulu üzerinde bir sürü buzul çatlağının arasından döne dolana ilerleyen rotayı takip ederek ilerledim. Sabah ilk yarım saat 5-6 Şerpa ile birlikte tırmandık ancak sonradan ikisi hariç diğerleri geri döndü. Böylece bugün, bizden önce tırmanışa başlayan 2 Şerpa ile birlikte toplam 4 Şerpa, Danimarkalı Michael ve ben 2. Kampa çıktık. Rüzgar bazen inanılmaz şiddetleniyordu, tek yapabildiğim arkamı dönüp dinene kadar beklemek oluyordu. Lhotse kendini ilk gösterdiğinde hayranlığım ve şaşkınlığım had safhaya ulaştı. Cam buzla ve sert karla kaplı 2000 metrelik Lhotse yüzü ve son kısmındaki dik kayalık son derece etkileyici ve güzel görünüyor. Rüzgarın arttığı dönemlerde dinlenme molaları vererek, sonunda 2. Kampın kurulduğu morene kadar geldim. Kamp yerinin neresi olduğunu bilmediğim için moren üzerinde gözüme kestirdiğim bir yere, taşların arasına taşıdığım malzemeleri bırakıp üzerlerini de iyice taşla örttüm. İnerken geniş buzul çatlakları üzerindeki merdiven geçişlerinde, rüzgarın vuruşları arasında bir boşluk yakalamak için, merdivenin başında pozisonumu alıp, emniyetimi takıp bir süre bekleyerek geçtim. Zaten dengesiz bir pozisyonda iken ani bir rüzgar merdivendeki dağcıyı rahatlıkla düşürebilir. 1. Kampta fazla oyalanmadan inişe devam ettim ve 13:40 gibi Ana Kampa vardım. Hemen bir kaç bardak çay içip, aşçımız Pasang’dan yiyecek bir şeyler rica ettim. O da bana harika bir peynirli omlet hazırladı. Bugünkü tırmanışta ve inerken kendimi çok iyi hissettim ve epey hızlı bir tempo tutturdum. Her geçen gün daha iyi oluyorum.

 

14 Nisanı Ana Kampta geçirdikten sonra 15’inde tekrar yukarı tırmanışa başladım. İlk iki kampa aklimatizasyonu tamamladığımız için Andy ile birlikte bugün 2 Kampa kadar çıktık. Hava rüzgarsız ve çok sıcaktı. Batı buzulu öyle bir güneş alıyor ve sıcak oluyor ki, çok iyi korunmak lazım. İleri Ana Kamp da dediğimiz 2 Kampta şu anda Andy, ben ve buradaki aşçımız olacak Ang var. Manzara inanılmaz güzel. Tam karşımızda 8516 metrelik Lhotse’nin batı yüzü, solumuzda Everest ve sağımızda Nuptse yükseliyor. Biraz dinlenip bir şeyler atıştırdıktan sonra çadır yerlerimiz için birer platform hazırlama işine başladık. Kürek olmadığı için pek kolay olmadı doğrusu. Çadırları kurduktan sonra günün geri kalanını dinlenerek ve Lhotse yüzündeki rotayı inceleyerek geçirdik. 3 Kamptaki terkedilmiş çadırlar buradan bile seçiliyor. Rotada çok az kar var, neredeyse cam buz bir duvar olarak yükseliyor. 4. Kamp zirvenin yaklaşık 700 metre altında kurulacak. Zirveye giden kayaların arasındaki kar kulvarı ise rotanın en problemli yeri. Yer yer ciddi teknik tırmanış içeriyor ve ne yazık ki güneş almıyor, dolayısıyla zirve günü çok soğuk olacak.

 

Ertesi günü genelde dinlenerek geçirdim. Bizim gruptaki İngiliz çocuklar da 2. Kampa geldi, hep birlikte onların çadır yerlerini hazırladık. Akşamüstü de yemek çadırımızı kurmak için hep birlikte geniş bir platform yaptık.

 

Gece, Everest’in güney-batı yüzünden, Nuptse’nin kuzey yüzeyinden

ve Batı buzulundan gelen taş düşme sesleri, küçük buzul çığları ve soğuyarak oturan buzulların seslerini dinleyerek uyudum.

 

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra 3. Kampa giden rotaya bir göz atmak için hep birlikte başladık tırmanışa. Batı buzulu, Lhotse’nin batı yüzüne kadar devam ediyor. Birleştiği yerde dev bir buzul yarığı var. Beşimiz birbirimize bağlanıp, rota üzerindeki sayısız buzul çatlağına karşı birbirimizi kollayarak dev buzul yarığına kadar yürüdük. Yaklaşık 2 saatte 6800 metreye kadar çıkıp geri döndük, zaten rota hazır olmadığı için daha fazla gitmemiz mümkün değildi. 3. Kamp ve rotanın daha ilerisinin nasıl açılacağı konusunda bütün gruplar biraraya gelip kimin ne kadar yardım edebileceğini konuşacaklar, sonra da bu plana göre herkes katkıda bulunacak ve rota hazırlanacak.

 

18 Nisanda mükemmel bir havaya gözlerimizi açtık. Dünkü kar yağışından dolayı her yer bembeyaz, Lhotse’nin kayalık zirvesi bile karlar altında. Rota bugün de epey kalabalık oldu, pek çok Şerpa kendi kamplarının yükünü getirip geri döndü. Öğleden sonra, dün hazırladığımız platformun üzerine yemek çadırını kurduk, içine de taşlardan çok güzel bir masa yaptık ve etrafına da yine taşlardan oturacak yerler hazırladık.

 

Ertesi sabah kahvaltının ardından Ana Kampa inişe başladık. Bu dört gün içinde Khumbu’nun üst kısımları epey bir değişikliğe uğramış. Dev serakların olduğu bir bölüm çökünce buzul doktorları daha dik olan yeni bir rota açmışlar. Zaten hiç hoşlanmadığım bu bölümü hızlı hızlı geçip ortalarına kadar indik, sonra da rahat bir tempoyla Ana Kampa vardık. Hemen üstümü başımı değiştirip, eşyalarımı kurutmak için serdim. Sıkı bir öğle yemeği yedikten sonra da kendime gelip, yapmam gereken diğer işlerle uğraşmaya başladım.

 

20 Nisandan 27 Nisana dek, Lhotse’deki partnerim olacak olan İlly (İlgvars Pauls) ile birlikte Ana Kampta kalmak zorunda kaldık. İlk 3-4 gün çok iyi geçti, biriken bütün işlerimi hallettim, sakallarımı düzelttim, yıkandım ve çamaşırlarımı yıkayıp yarım yamalak duruladım. Sonra bataryalarımın hepsini şarja ettim, e-mail’lerimi yoladım ve birikenleri aldım. Superonline’dan Funda (Cılga) ve bu ekspedisyonun sponsoru olan Demirdöküm’den Cem beyle (Yazıcı) telefonla konuştum. Bol bol kitap okudum, bütün kampları gezip arkadaşlarımla sohbet ettim. Gorak Shep’e bir antrenman yürüyüşü yaptım. Ancak bu bekleme işi gereksiz yere uzayınca biraz sıkılmaya başladım. Ekspedisyon liderimiz Henry, her nedense, İlly, Graham ve benim 7300 metredeki 3. Kampta aklimatizasyon için iki gece kalma isteğimize karşı çıktı ve bu yüzden bizi bekletiyor. Bu sorun neredeyse ciddi bir hale geliyordu ki son anda tatlıya bağlandı ve 27 Nisan sabahı İlly ile birlikte, 2. Kampta dinlenmek için ikinci bir gece daha kalmamak ön şartıyla, 3. Kampta iki gece kalmak üzere Ana Kamptan tırmanışa başladık.

 

İlk bir saat nedense biraz yorucu geçti sonra açıldım ve daha rahat ilerledim. Batı buzulu bugün inanılmaz sıcak oldu, Allahtan benim üzerimde 6 yıldır kullandığım beyaz Thermastat’larım var, onların sayesinde çok rahat ediyorum. Tam öğle yemeği saatinde 2. Kampa vardım ve yemekten sonrasını dinlenerek geçirdim.

 

28 Nisan sabahı saat 05:30’da kalkıp, kahvaltıdan sonra tırmanışa başladık. Yanımda epey bir malzeme taşıdığım için çantam oldukça ağır oldu. 5.5 saatlik yorucu bir tırmanışın ardından 3. Kampa vardık. Burada çadırlar iki grup halinde kurulmuş. Yukarıdakinden 50 metre kadar daha alçak olan eski çadırların yanına kurulmuş alt grup çadırların yanından geçip kendi çadırımıza vardık. Biraz dinlenip bir şeyler içtikten sonra, hemen yanımızdaki boşluğa bir çadır daha kurduk. Ancak bu işlem umduğumuzdan daha zor oldu, çünkü cam buz duvarı kırıp genişletmek çok zamanımızı aldı. Sonra da çadırı bu küçük boşluğa sığdırabilmek için epey bir uğraşmamız gerekti. Neyse sonunda hallettik ve günün geri kalanını dinlenerek geçirdik.

 

Gece çok neşeli olmadı doğrusu, hava iyiydi, sıcaktı da, bu yükseklikte insan iki günde 2000 metre irtifa kazanınca pek rahat edemiyor. Sabah hafif bir başağrısı ile uyanınca bir aspirin aldım, sonrada 06:00’da ocağı yakıp kar eritmeye başladım. Alan aşağı indi, İlly ve ben bir gece daha kalacağız. Dışarı çıkıp dünkü çadırla biraz daha uğraşmak zorunda kaldık. Saat 10:00’a doğru bizim Şerpalar geldi, hemen onlara yiyecek – içecek bir şeyler ikram ettik. Biraz dinlendikten sonra Sarı Bant’a doğru tırmanmaya başladılar, ben de kameralarımla peşlerine takıldım, İlly dinlenmek istedi. Gayet rahat bir tempoyla tırmanarak, zaten sabit hatla döşenme işi dün bitirilmiş olan Sarı Banta kadar geldik. Kipa, Ang Kami ve Lhakpa Dorje, biraz dinlendikten sonra rotanın gerisini hazırlama işine giriştiler. Ben de bol bol fotoğraf ve video çektim. Bu yıl ilk kez burası tırmanılıyor. Şerpalar bu işte son derece usta, geçen yıldan kalan ipleri kullanarak yeni hattı döşüyorlar ve eski ipleri de kesip atıyorlar. Sarı Bantın üzerindeki çekimlerimi bitirdikten sonra, havanın da artık bozuyor olduğunu görünce inişe başladım. Böylece bu aklimatizasyon tırmanışında tam istediğim gibi 7500 metreye dek çıkmış oldum ki, bu tırmanış için bence gayet yeterli. 15:00’te 3. Kampa vardım ve günün geri kalanını dinlenerek geçirdim.

 

Akşamüstüne doğru hava iyice bozdu ve kar yağışı ile birlikte şiddetli bir rüzgar da çıktı. İlly ile birlikte uyku tulumlarımızın içinde uyuklarken, fırtınanın gürültüsünün arasında dışarıdan gelen bir sesle uyandık. Ne oluyor, nedir, kimdir derken adamı içeri aldık. Amerikan gruplarından Sherman’dı gelen. Bize hemen durumu anlattı; Gruplarından bugün 8 kişi 2. Kamptan 3.Kampa doğru tırmanışa başlamış, ancak içlerinden biri Jim hala 3. Kampa varmamış. Ben saat 15:00’te 7500m.den dönerken bir kısmı daha yeni varıyordu 3. Kampa. Amma da yavaş adamlar diye içimden geçirmiştim. Saat 20:00’de biri hala gelmemiş. Bu durum dışarıdaki hava koşulları gözönünde bulundurulduğunda çok acil bir durumla karşı karşıya olduğumuz anlamına geliyor.

 

Sherman’a, onu en son nerede ve ne durumda gördüklerini soruyorum. 3.Kamptaki alt grup çadırların 100 metre altında, ne aşağı ne yukarı gidemez bir halde gördüklerini söylüyor. Bir yandan bu çok acil kurtarma operasyonu için giyinirken, diğer yandan da Sherman, kendi grubuyla ben de kendi Ana Kampımla telsizle durumu konuşuyoruz. Alan ve Graham telsizin başında, zaten Amerikalılara bizi uyandırmalarını onlar söylemiş. Hemen dışarı çıkıp, sabit hattı kontrol etmemiz gerekiyor. Onların grubundaki diğer 7 kişi bugün o kadar yorulmuşlar ki, hiçbirinin çıkıp yardıma gidecek hali yokmuş. İlly ile çok hızlı bir şekilde hazırlanıp giyiniyoruz ve emniyet kemerlerimizi takıyoruz ve binbir güçlükle, ellerimizi dondurma pahasına kramponlarımızı da takıp, hazır hale geliyoruz. Bu esnada 2. Kamptanda bir grup Şerpa, oksijen, çadır, ocak, yakıt ve içecekle bizi Lhotse duvarının dibinde karşılamak üzere yola çıkartılıyor. Jim’de eğer akciğer yada beyin ödemi başlamışsa onu ancak aşağı indirerek ve oksijen desteğiyle kurtarabiliriz.

 

Sırt çantama bir litre sıvı, iki grup için iki telsiz ve yedek kuru eldiven alıp, kafa lambalarımızın ışığında son derece hızlı bir şekilde sabit hattan inişe başlıyoruz. Alttaki çadırları geride bırakıp, sesimizi yutan fırtınanın içinde Jim’in adını bağırarak bir şeyler görmeye çalışıyoruz. Ancak tipi ve fırtına görüşü çok zorlaştırıyor. Şiddetli rüzgarı tam yüzümüze yiyoruz. Gore-tex’ler ve Onesport ayakkabılar vücudumuzu koruyor fakat yüzümüz savunmasız. Bir süre sonra İlly bana yaklaşıp yüzünü gösteriyor, yanağında lokal bir donma var ancak şu anda yapabileceğimiz bir şey yok. Yüzünü eliyle koruyarak inişe devam ediyor. 200 metre kadar indikten sonra Amerikalıların telsizini kullanıp onlara durumu haber veriyorum. Şu anda bütün gruplar bu frekansı kullanıyor ve durumu takip ediyor.

 

Üç olasılık var, ya hattan ayrılıp düştü – kayboldu ki bu durumda yapacak hiç bir şey yok, ya geri dönüp inmeye karar verdi ki bu durumda bütün hattı kontrol etmeliyiz, ya da biz inene kadar o kendini alt grup çadırlardan birine atmayı becerdi. Bu durumda bizim yapabileceğimiz bir şey yok, ancak çadırın içinde bile olsa, yardıma ihtiyacı olabilir. Telsizle 3. Kamptan birisini alt çadırlara yollayıp, çadırları kontrol ettirmeleri gerektiğini söylüyorum.

 

Biz hat üzerinden inişe devam ediyoruz. 300 metre indikten sonra artık sabit hat bile en az 20 cm sert karın altında duruyor. İpi kardan çıkartmam için önce arayıp bulmam ve zorlayarak çekmem gerekiyor. Belli ki buradan en az iki-üç saattir kimse geçmemiş. Tekrar telsizle durumu haber veriyorum. Buradan sonra artık Jim’i aramak ikinci plana düşüyor. Artık herkes bizim için endişe ediyor. Rezalet bir fırtınada, gece vakti, son derece tehlikeli olabilecek Lhotse yüzünü inmeye çalışıyoruz. Onlara iyi olduğumuzu ve tekrar 3. Kampa tırmanmaktansa 2. Kampa iniyor olduğumuzu söylüyorum. Bu arada ikimizinde kafa lambasının pili biterse, bu fırtınada bu inişi sağ salim yapmamız söz konusu bile değil. Bu yüzden ben kafa lambamı kapatıyorum ve arkamdan gelen İlly’nin ışığıyla idare ediyorum. Lhotse yüzünden inen tek ışık gördüklerinde merak etmemeleri için Ana Kamptakilere de bu durumu haber veriyorum.

 

Lhotse yüzünü inip nispeten düzleşen kısma vardığımızda aşağıda merakla bizi bekleyenlere tekrar telsizle durumumuzu anlatıyorum. Bu arada harika bir haber, Jim alt grup çadırlardan birine sığınmış ve iyi durumdaymış. Buna çok seviniyoruz ve rotanın geri kalanını iki lambamızı da kullanarak inmeye devam ediyoruz. Görüşü iyice zorlaştıran fırtınanın içinde, buzul çatlaklarını görmeye çalışarak ilerliyoruz. Emin olmadığım yerlerde durup, batonlarla zemini kontrol ediyorum. Bazen görüş o kadar azalıyor ki, sırtımızı dönüp fırtınanın bir an olsun azalmasını bekliyoruz. Bu şekilde ilerlemeye devam ederek 3. Kamptan ayrılmamızdan 1.5 saat sonra 2. Kampa varıyoruz. Yine telsizle geldiğimizi haber veriyoruz. Herkes bizi tebrik ediyor ve bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını soruyor. Gayet iyi durumdayız, İlly’nin yüzü de hafif kızarıklığın dışında iyi. Telsizleri açık olmadığı için durumdan kimsenin haberi olmadığı kendi kampımıza gidip, kimseyi uyandırmadan çadırlarımıza çekiliyoruz ve yorgun bir uykuya dalıyoruz.

 

Ertesi sabah bizi kampta görenler şaşırıyor, onlara kısaca dün geceki hikayeyi anlatıyoruz. Akşamki heyecanı yaşamadıkları için olay onları fazla etkilemiyor. Bizim gruptakiler 3. Kampa çıkarken, biz de Ana Kampa inişe başlıyoruz. Biz inerken Lhotse’nin zirvesini denemek için yukarı çıkan İnyaki’ye bol bol şans diliyorum. Ana Kampta beni hoş bir sürpriz bekliyor. Erkan adlı bir Türk genci de buraya gelmiş. Hemen oturup bol bol sohbet ediyoruz. Erkan, fazla geç kalmamak için buradan ayrıldıktan sonra da dün geceki olayın dedikodusunu yapıyoruz.

 

Bir kurtarma operasyonunda yapılmaması gereken ne kadar şey varsa hemen hemen hepsi yapılmış o gece. Graham tecrübesiyle organizasyonu eline almış ve operasyonu çok iyi idare etmiş ve her şeyi yerli yerine oturtmuş. Hatta o hava koşullarında çok tehlikeli olacağı gerekçesiyle tek uygun grup olduğu halde Şerpalarını 2. Kamptan bizi karşılamaya yollamak istemeyen ekspedisyonun liderine bir fırça çekmiş, ondan sonra o lider Şerpalarını yollamış. Bir de şaşırdığım ve biraz bozulduğum bir haber; Jim’in alt çadırlarda olduğunu ancak o telsizinin bataryalarını ısıtıp mesaj yollayınca anlamışlar. Yoksa benim onlardan istediğim gibi üst grup çadırlardaki 7 kişiden hiçbiri o gece aşağı inip ona bakmamış. Kendi partnerleri için 50 metre inmemişler, oysa bize o fırtınada bütün rotayı indirttiler. Bir sorun olduğunu uzun süredir bildikleri halde, yardım istemeyi gurur meselesi yapıp çok geçe bırakmışlar. Bunu da bize söyleyemedikleri için, 2 saat önceki bilgilerini bize en son durum diye söylerek bizi alelacele iplere yolladılar. Bu gecikmeden de bize bahsetmediler, biz de paldır küldür fırlaldık dışarıya. Çünkü bize anlatılanlardan anladığımız Jim’in sabit hat üzerinde ya donup kalmış olduğu yada son anlarını yaşıyor olduğuydu. Oysa Jim saat 19:00 gibi zaten çadıra girmiş. Ancak iyi olduğunu 2.5 saat sonra haber veriyor grubuna, bu arada da herkes meraklanıyor tabii.

 

Neyse Allahtan herkes iyi de sonuç iyi hiç değilse. Ancak ciddi bir durumda haberleşmenin ve doğru bilgilendirmenin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Bu arada bütün gün kampımıza gelen Amerikalılar ve diğer gruplardan dağcılar bize teşekkür edip tebrik ediyor. İlly ve benimle ilgili kendi web sayfalarında da bir teşekkür metni hazırlıyorlar ve bunu Ana Kampta da diğer ekspedisyonlara dağıtıyorlar.

 

Ertesi günü aslında aşağı inmek niyetim olduğu halde Ana Kampta geçirdim, çünkü evvelki gece 3. Kamptan apar topar ayrıldığımız için, kameralarım ve bir takım malzemelerim yukarıda kalmıştı. Aşağı inen dağcıların onları getirmesini bekliyorum. İnyaki 8000 metreye kadar çıkıp, derin kardan dolayı geri dönmek zorunda kalmış. Helal olsun, cesur bir denemede bulundu, kampına gidip onu tebrik ettim, biraz lafladık.

 

2 Mayıstan 7 Mayısa kadar olan sürede Namche Bazaar’a gidip geldim. Genelde çoğu dağcı aklimatizasyon için Pangboche yada Debuche’ye kadar iniyor. Namche biraz uzak ama, benim çok hoşuma gittiği için üşenmeden buraya kadar indim ve 3 gece geçirdim. Bir gece Thyangboche’de kalıp, bu çok hoş manastırın positif enerjisini yaşadım ve yine bir Pujha töreni izledim. Patikada yürürken, üç yıl önce Everest ekspedisyonundan tanıdığım Kanadalı Tim’e (Rippel) rastladım. O da buraya Pumori için gelmiş. İkimiz de ayrı yönlerde ilerlediğimiz için kısa sürede son 3 yılımızı birbirimize anlattık ve ya Lhotse’nin yada Everest’in ana kampında buluşup daha uzun sohbet etmek üzere sözleştik.

Namche’ye vardığımda ilk iş Namche Bakery’nin karışık pizzasından ve elmalı çöreğinden yedim, doğru dürüst bir banyo yaptım ve Elif’e telefon ettim. Buradaki dinlenme günlerimde de çok ilginç insanlarla tanıştım. Yukarı çıkışa başlayacağım gün son derece dinlenmiş ve keyifli bir şekilde buradan ayrıldım ve iki uzun gün sonunda tekrar Ana Kampa vardım.

 

Ana Kampta herkes hava raporlarını takip ediyor, hava durumu bizim umduğumuzdan çok daha kötü gidiyor. Everest kütlesinin üzerinden ayrılmayan jet stream bandı herkesi bekletiyor. 10 Mayıs gecesi ise uzun zamandır görmediğimiz şiddette bir fırtına 2. Kampı dağıttı. Pek çok grubun çadırları kırılmış ve yırtılmış. Ancak hava ertesi gün akşama kadar çok rüzgarlı olduğu için, kimse çıkıp bakamadı duruma.

 

12 Mayıs sabahı mükemmel bir hava ile uyandık. Heryer dünkü kar yağışından bembeyaz ama rüzgar ve bulut yok. Güçlü bir güneş her yeri ısıtıyor. Bugün yukarı çıkabilen Şerpalar çadırların pollerini çıkarıp çoğu çadırı yere yatırdı ve üzerini ağır taşlarla örttü. Havanın bir süre daha kötü gideceğini düşünüyoruz. Daha epey bir süre beklemek zorunda kalacağımızı göz önünde bulundurarak hem kondisyonum hem de aklimatizasyonum için bir kez daha 2. Kampa çıkmaya karar veriyorum.

Ertesi gün yine erken bir saatte kalkıp 2 Kampa tırmanışa başlıyorum ve rahat bir tempoyla buraya varıyorum. Ang’la birlikte öğle yemeği yedikten sonra, kameralarımı alıp üst grup çadırların durumuna bakmaya gidiyorum. Yukarıdaki kamp yeri sanki savaştan çıkmış gibi, çadırların çoğu yere yatırılmış ve bazılarında ciddi hasarlar var. Biz de yemek çadırımızı kaybetmişiz, üç çadırımızın da polleri kırılmış.

 

14 Mayıs sabahı erkenden kalkıp Ana Kampa indim. Havanın düzeleceğine dair gelen yeni hava raporlarından dolayı, bugün pek çok dağcı yukarıya, zirve tırmanışını denemek için gidiyordu. Rotada rastladığım dağcıların herbirine bol bol şans diledim.

 

Ertesi günü Ana Kampta son hazırlıklarla geçirdim. Lhotse grubu 17 ve 18’inde tırmanışı deneyecek. Bugün Andy, Brad, Kipa ve Ang Kami 3. Kampa çıktı, İlly ve ben de yarın çıkıyoruz. Lhotse’yi birer gün arayla zorlayacağız. Akşam Elif’e ve Funda’ya durumu anlatan bir mail yolladım. Aslında herkesi meraklandırmamak için zirveyi deneyeceğimiz günleri söylemeyi pek istemiyordum ama sonradan dostlarımdan ve sevdiklerimden gelecek positif enerjiye ihtiyacım olduğuna karar verip bu e-mail’i geç bir saatte yolladım.

 

16 Mayıs sabahı rahat bir saatte kalkıp, İlly ile birlikte kahvaltımızı yedikten sonra tırmanışa başladık. Keyifli bir tempoyla ilerleyerek 2. Kampa vardığımızda, hayretle, dün 3. Kampa ve oradan da 4. Kampa çıkması gereken Lhotse grubunun, 2. Kampta olduğunu gördük. 4. Kampta – 7800 metrede ancak dört kişinin kalabileceği iki çadır kurabiliyoruz, dolayısıyla bu durum bir sorun yaratacak. Ancak bu plan değişikliğine nasıl uyum sağlayacağımıza karar veremeden, yeni bir telsiz mesajı ile durum tamamen değişti.

 

Şu anda Bengal körfezinde bulunan bir siklonun üç gün içinde, 19’u akşamüstü yada 20’si sabahı buraya gelme olasılığı bulunuyormuş. Everest kütlesine geldiği taktirde 4-5 gün ağır kar yağışı getirecek olan bu hava, bütün ekspedisyonların sona ermesi demek. Ancak siklonun doğu himalayalara mı yoksa bizim üzerimize doğru mu hareket edeceği henüz kestirilemiyor. Bütün gruplar telsiz başında bu durumu tartışıyor. Singapur, Himalayan Kingdoms, Himalayan Guides, American Environmental Expedition, Everest Challenge ve diğer gruplar kendi hava durumu kaynaklarını sonuna kadar zorlayıp bilgisayar üzerinde modellemeler ve tahminler almaya çalışıyorlar. Bütün kaynaklardan alınan bilgiler hatta uydu fotoğrafları biraraya getirilip ne yapılacağına bir karar vermeye çalışıyoruz. Siklon eğer bizim üzerimize doğru yönlenirse, 2 ve 3. Kamplardaki bütün çadırları ve malzemeleri derhal aşağı indirmemiz gerekiyor. Aksi taktirde binlerce dolarlık malzemeyi kaybederiz.

 

Doğrusu bu son hava raporu hepimizi bir salladı, bu tırmanış için neredeyse iki aydır şu anda bulunduğumuz uygun pozisyonu yaratmaya çalıştık ve şu anda bütün taşlar yerli yerinde. Bu kadar yakınken ekspedisyonu sona erdirmek hepimizi çok üzecek. Yarın saat 06:00’da ve 12:00’de tekrar hava raporu alacağız. Bu gece İnyaki ve üç İsviçreli zirveyi denemek için yola çıkıyor.

 

17 Mayıs sabahı telsiz görüşmesinde durumda bir değişiklik yok. En kötü ihtimali göz önüne alarak, bu gün Lhotse ekibindeki 6 dağcı 3. Kampa çıkışa başlıyoruz. Ekibimiz son derece güçlü ve tecrübeli, altımız da daha önce Everest’e tırmanmış ve 3-4 8000’lik tırmanışı olan dağcılarız. Bu duruma güveniyoruz. Bir gün kazanmak için 4. Kampı kurmadan bu gece 3. Kamptan zirveye hareket edeceğiz. Siklon gelse bile, bu bölgeyi vurduğunda Ana Kampa iniyor olacağız. Everest’i deneyecek diğer gruplar da siklonun doğuya gitmesi ihtimalini düşünerek 3. Kampa çıkıyor. Biz çıkarken İnyaki iniyordu, inanılmaz yorgun görünüyor. Zirveye 100 metre kadar yaklaşmış ancak gözlerinde bir problem çıktığı için dönmek zorunda kalmış. İsviçrelilerden biri zirveye ulaşmış. Zirveye çıkan İsviçreli perişan bir halde 3. Kampa geldi. 20 dakika oturup, kara uzanıp ancak bir kaç adım atabiliyordu. Lhotse bu iki güçlü dağcıyı da feci hırpalamış doğrusu. Çadırda iyice dinlenmeye çalışıp bu gecenin zorlu tırmanışına hazırlanmaya çalışıyoruz.

 

18 Mayıs gününün ilk dakikalarında toparlanıp çadırdan çıkıyoruz ve 6 kişilik ekibimizle, 00:15’te uzun tırmanışa başlıyoruz. Hava son derece iyi görünüyor, açık, bulutsuz ve rüzgarsız. Kendimi çok iyi hissediyorum ve ilk 3 saat kadar tempolu bir şekilde grubun önünde ilerliyorum. Lhotse yüzündeki traversi geçip sarı bantı tırmanıyorum ve Turtle denilen büyük kaya kütlesinin altından devam edip Everest rotasından ayrılıp, yukarıya tırmanacağımız yere kadar geliyorum. Daha fazla devam etmektense beş kişilik grubu burada beklemenin ve tırmanışa birlikte devam etmenin daha doğru olacağına karar veriyorum. Ancak kırkbeş dakikalık bu hareketsiz bekleme sırasında, hava iyi olmasına rağmen, yalnızca yüksekliğin etkisiyle ciddi şekilde üşüyorum. Sonunda grup görünüyor. Bu noktada onlar da kısa bir mola veriyor ve hepsi buradan sonra oksijen maskelerini takıp devam ediyor. Bu tırmanışı oksijen kullanmadan yapmaya çalışacağım, bu yüzden yanımda zorlanırsam kullanacağım ancak altı saat yetecek küçük bir tüp taşıyorum, herkesde bunun iki katı kadar oksijen var. Tekrar tırmanışa başlıyoruz, ilk bir kaç saat yeni oksijene geçen beş kişilik grup, önümde ilerliyor. Ancak yükseklik arttıkça ve saatler ilerledikçe grubun ortalarındaki yerimi buluyorum. Hala kendimi çok iyi hissediyorum ve buradan sonra oksijene ihtiyaç duymadan devam edebileceğimi düşünüyorum. Bu arada Andy pek iyi durumda değil, nefes alıp verirken zorlanıyor. Ona, taşıdığım dolu oksijen tüpünü veriyorum, bu onu biraz rahatlatıyor.

 

Lhotse kulvarına girdiğimizde rota inanılmaz güzelleşiyor. İki yanımızda yükselen duvarların arasında kıvrılarak ilerleyen, derin bir karla örtülü dar kulvarda, büyüleyici manzarayı seyrederek yükseliyoruz. Kulvarın tehlikeli yerlerini olası bir düşüşe karşı, elimizdeki az sayıda iple döşeyerek güvenlik altına alıyoruz. Ancak ilerleyen saatler ve derinleşen kar, artık iyice tükenmiş bedenlerimizi gittikçe daha fazla zorluyor. Bir kaç adımda bir soluk alıp vermek için, neredeyse kara uzanıp dinlenmeye çalışıyoruz. Çok az verdiğimiz kısa molalarımızdan birinde oturup Everest kütlesini ve bütün güney rotasını izliyoruz. Aşağıda gördüğümüz küçücük noktacıkların güney geçidine doğru tırmanışlarını izlerken içimizi garip bir duygu kaplıyor. Onlar da Lhotse yüzündeki kar kulvarında belli belirsiz hareket eden noktacıkları görünce, eminim bizim gibi düşünüyordur.

 

Sonunda zirveyi görecek kadar kulvarın sonuna ulaşıyoruz. Zirve, yaklaşık 60 metre yukarımızda biten kulvarın solundaki tepenin en yüksek noktası. Bu son bölümün çok zorlu ve tehlikeli olduğunu hepimiz biliyoruz. Hatta buraya kadar gelip geri dönmek zorunda kalan pek çok dağcı var. Son mola verdiğimiz yere arkadaki iki dağcının gelmesi çok zaman alıyor. Bunun üzerine Şerpalarımız son bir durum değerlendirmesi yapıyor. Yanımızda son bölümü döşeyecek ip yok, herkesin oksijeni artık bitmek üzere, hepimiz perişanlık derecesinde bitmiş durumdayız ve tam 16,5 saattir tırmanıyoruz. Bu süre bu yükseklik için çok fazla. Susuzluk, harcadığımız müthiş efor ve bir şey yiyemediğimiz için yerine koyamadığımız enerjimiz artık son demlerinde. Böylece tırmanışı burada durdurma kararı alınıyor, hepimiz çok üzgünüz ancak kimsenin itiraz edecek, yada durumu tartışacak hali yok. Brad, kendi ana kampıyla yaptığı telsiz görüşmesinde, “zirveyi öpebilirim ama geri dönmek zorundayız “ diyor. Biz de kendi grubumuza durumu anlatıyoruz. Herkes artık dönmeye hazırlanıyor.

 

Ancak ben, bu kadar yaklaşmışken bir türlü dönme kararı veremiyorum, zaman zaman beni korkutan inatçılığım yine mantığımı altediyor. Cebimdeki son çikolata ve kuru meyveleri ağzıma doldurup, biraz olsun enerji toplamaya çalışıyorum. Bizimkilere “ben şansımı deneyeceğim” deyip onlardan ayrılıyorum ve onlar inerken ben de yavaş yavaş yükselmeye devam ediyorum. Sırt çantamı taşıyabilecek durumda değilim, bu yüzden çantamı, kameraları herşeyi burada bırakıyorum ve rotayı anlamaya çalışıyorum. Rota, derin karla örtülü kulvarın sonuna kadar devam edip, sola dönen sırt sistemini takip ediyor. Kar altında belli belirsiz ortaya çıkan eski sabit hatları görüyorum. Ancak bu derin karda tek başıma iz açarak bu mesafeyi katedecek gücüm yok. Bunun üzerine daha kısa ama çok daha tehlikeli ve zor görünen bir rota seçiyorum kendime. Zirve kütlesinin tam altını hedefleyip kulvardan çıkıyorum ve sola doğru tırmanmaya çalışıyorum. İlk metreleri aşmak inanılmaz zorluyor beni, belki de hayatımda ilk kez, “yoksa devam edemeyecekmiyim, bu tırmanışı tamamlayamayacakmıyım” diye söyleniyorum kendi kendime. Tırmanmayı çok istiyorum ama tükenen gücüm artık sınırlarına ulaşmış. Kara uzanıp sık sık nefes alıp vererek kanımdaki oksijeni arttırmaya çalışıyorum. Bir kaç dakikalık bu dinlenme seansı sonunda tekrar zorluyorum kendimi. Derin karda adım atamadığım için dizlerimin ve ellerimin üzerinde, batmamak için daha geniş bir yüzey oluşturuyorum ve sürünerek ilerliyorum. Sonunda gözüme kestirdiğim, zirvenin hemen altındaki kayalık dik bölüme ulaşıyorum. Zirveye çok yakınım, içimi tekrar bir güç kaplıyor. Zirve aşağı yukarı 20-25 metre üzerimde, oraya ulaşmak için önümdeki dik kaya duvarını tırmanmak zorundayım. Buna son mola verdiğimiz yerde karar verdiğim için, psikolojik olarak önümdeki son derece zor ve tehlikeli etaba hazırım.

 

Kaya duvarının ortasında kendime bir rota seçiyorum ve daha rahat hareket edebilmek için, kramponlarımı ve eldivenlerimi çıkarıp, son derece dikkatli bir şekilde tırmanmaya başlıyorum. O kadar yoğun bir konsantrasyon içindeyim ki, 8500 metrede çıplak ellerimle tuttuğum şeyin kaya mı, buz mu, kar mı olduğuna aldırış etmeden bütün gücümle yapışıyorum. Düşüncelerim, beni Anatoli’ye (Boukreev) götürüyor, şu anda beni izlediğini ve benimle gurur duyduğunu düşünüyorum. Bütün dikkatimle yavaş yavaş yükseliyorum ve sonunda, havanın kararmasına çok az kala, saat 18:50’de zirveye ulaşıyorum. Aklımda inişi nasıl yapacağımı düşündüğüm için, zirvede yalnızca 3-4 dakika kalıyorum. Hava kararmadan, en azından bu son derece tehlikeli inişi yapmak zorundayım. Muhteşem manzarayı içime doldurmaya çalıştıktan sonra, inişe başlıyorum. İniş tahmin ettiğim gibi çıkmaktan daha zor oluyor, iki kez kayıyorum ancak bir şekilde kendimi kayada tutmayı beceriyorum. Tekrar kramponlarımın ve eldivenlerimin yanına vardığımda rahatlıyorum. Bundan sonrası daha rahat geçecek. Kramponları takmak biraz sorun oluyor, çünkü metal sürekli ellerime yapışıyor. Parmaklarım da, geri döndükten sonra, bu günün etkisini bir süre hissettirdi bana.

 

Sırt çantamın yanına vardığımda, artık iyice kararan havada önümü görebilmek için kafa lambamı takıyorum ve hiç oyalanmadan inişe başlıyorum. İniş zifiri karanlıkta 5,5 saat sürüyor, içinde bulunduğum durumu ifade edebilecek kelime bulamıyorum. Yorgunluk sınırlarını zaten 8 saat önce geride bırakmıştım. Artık bir hayal aleminde gibiyim, hayatımda ilk kez yorgunluktan halüsinasyon görüyorum. İniyor olduğumu biliyorum ancak nereye gittiğimden emin değilim, su istiyorum ve uyumak… Dik yüzeyde 30 – 40 metrede bir dengemi kaybedip düşüyorum, ve her seferinde düştüğüm yerde 3-4 dakika uyku ile uyanıklık arasında gidip gelerek tekrar inişe devam ediyorum. Rota üzerinde İlgvars’a ve Andy’e rastlıyorum. Bu duruma çok şaşırıyorum ve sağlıklı düşünemediğim için neden hala rotada olduklarını bir türlü kendime açıklayamıyorum. İlgvars, kafa lambasını düşürdüğü için inişe devam edemeyip beni beklemek zorunda kalmış. Andy ise oldukça kötü durumda, çok yavaş ilerleyebiliyor. Birlikte düşe kalka inişimize devam ediyoruz ve sonunda çıkıştan 25 saat sonra tekrar 3. Kampa varıyoruz. Yan çadırlardan birinden su istiyorum ve ardından çadırıma girip uyumaya çalışıyorum………….