Merhaba – Ultima Thule

YERYÜZÜ GÜNCESİ

Merhaba,

Bugün benim için oldukça heyecanlı bir başlangıca adım atıyorum; Köşe yazarlığı. Çocukluğumun mütevazı şiirlerini saymazsam, 1989 yılında Bilkent Üniversitesinde okurken, doğa sporları hakkındaki DOST dergisini çıkardığımdan ve 1992 yılında Khan Tengri tırmanışı sırasında tuttuğum, üç yıl sonra “Bir Dağcının Güncesi” adıyla basılacak olan günlüğümden bugüne dek hep yazıyla içiçe bir hayat sürdüm, sürmeye çalıştım.

Kelimelerle kendimi çok daha rahat ifade edebildiğimi farkettiğim andan itibaren, yazmak en az tırmanmak kadar doğal bir eylem oldu benim için. Nasıl tırmandıkça, gezdikçe, okudukça öğreniyorsam, aynı şekilde yazarken de öğrenebildiğimi gördüm, ki “öğrenmek”, benim en büyük mutluluklarımdan biridir.

Henüz yirmi yaşındayken, doğa sporlarına kendi fiziksel ve ruhsal sınırlarını zorlamak için başlayan atılgan, hızlı, mücadeleci bir gençken, zamanla, aslında yaşadığım herşeyin bir öğrenme süreci olduğunu fark ettim. Doğa sporları fiziksel bir mücadele olmaktan çıkıp, kendimi ve dünyayı tanıdığım bir okul, doğanın her bir köşesi de onun derslikleri oldu benim için. Ardından doğal olarak paylaşma isteği kendini gösterdi, ve bunun en iyi araçları da, tabii ki yazı ve fotoğraf oldu. İşletme okuduğum halde, hayatımı dağcılığın yanısıra, profesyonel yazar ve fotoğrafçı olarak kazanmaya başladım. Belki sadece ilginç bir tesadüf ama, basından kazandığım ilk parayı, 1994 yılında Hürriyet gazetesine verdiğim “Kar Leoparının Öyküsü” adlı beş günlük yazı dizisinden aldım. Beş yıl sonra yine aynı gazetede yazarlığa başlamak, en basit ifadeyle, benim için heyecan verici.

Eğitim anlamında basının büyük bir güç olduğunu düşünüyorum. Geniş kitlelerin doğru bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi ve toplumun daha sağlıklı olabilmesi için doğru yönlendiren bir basının, geleceğin Türkiye’si için çok önemli olduğuna inanıyorum. Hayatımda yeni bir sayfa olacak köşe yazarlığını bu düşünce ile değerlendirdim.

Bundan sonra her hafta bize ait olacak bu köşede, sizlerle paylaşmaya çalışacağım konularda görüşleriniz, önerileriniz ve isteklerinizden beni mahrum etmemenizi diliyorum.

ULTIMA THULE

Ultima Thule sözü eminim pek çoğumuzun daha önce duymadığı bir kelime. Benim içinse uzun zamandır önemli bir anlamı ve hayatımda yeri olan sembolik bir kavram.

İ. Ö. 330 yılında Yunanlı kaşif Pytheas, Akdenizden başlayıp kuzeye doğru yelken bastığı yolculuğu sırasında, kuzeyde bir yerlerde Thule adı verilen gizemli bir takımadalar grubunun varlığından bahsedildiğini duyar. Thule, insanoğlunun geniş hayal gücüne dayanılmaz çekici gelir ve ulaşılması zor bir hedef olur. Arktik kaşifler gittikçe daha kuzeye ulaşır ve Thule her seferinde daha da uzaklaşır. Sonunda şiirlerde dile geldiği gibi, “Ultima Thule”, “en kuzeydeki topraklar” adıyla bir efsane haline dönüşür.

Ünlü İnuit Shamanı Qillag da keşfedilmemişe susamıştır. Qillag’ın liderliğinde, kabilesi Lancaster Sound bölgesinden kuzeybatı Grönland’a göç eder. Dünyanın en kuzeyindeki yerleşik yaşamın kurulduğu bu yere Thule adı verilir. Quillag’ın 1858 yılında söylediği “Yeni yerler tanıma isteğini, yeni topraklar görme isteğini biliyormusun?” sorusu, pek çok gezginin, kaşifin çok iyi tanıdığı bir söylemdir. İnsanoğlunu güvenli çevresinde, sakin sakin yaşamak varken, dünyanın en zorlu maceralarına sürükleyen motif, bu basit sorunun cevabında gizlidir.

Günümüzde artık kutup kaşifleri, coğrafi kutbu da, manyetik kutbu da çoktan keşfetmiş ve her yönüyle bize tanıtmış durumdalar. Gezginler, maceracılar, kaşifler dünyanın en uzak coğrafyalarına gitmiş, en zor dağlarına tırmanmış, en gizemli köşelerine ulaşmışlar. Geriye keşfedilecek çok az şey kalmış dünyamızda. Oysa asıl keşif daha yeni başlıyor; Yeni insan artık kendi içindeki Ultima Thule’yi, kendi sınırlarını keşfetmek istiyor…

Kaşifler, yüksek irtifa dağcıları, ekstrem sporcular, bilim adamları, araştırmacılar, sanatçılar, filozoflar, gezginler ve diğer üretken grupları temsil eden insanları hep bu grupta değerlendirebiliriz. Kendi yetenekleri ve uzmanlıkları doğrultusunda yaptıkları eylemler hem fiziksel dünyanın perdelerini aralar hem de kişinin iç dünyasının gizemlerini açar. Kişi hem yaşadığı dünyayı hem de kendi iç dünyasını tanır.

“Dünyaya öğretecek yani bir şeyim yok;

Gerçek ve şiddet karşılığı tepeler kadar eskidir.”

Gandhi (Otobiyografi)