Motosikletle Kuzey Hindistan
Merhaba,
Mayıs’ın bu son gününde ve Haziran ayı boyunca, uzak coğrafyalardan size bir esinti sunmayı arzuladığımız mütevazı fotoğraf sergimize hoşgeldiniz.
Gezgin ve motosiklet tutkunu üç arkadaş, geçtiğimiz sonbaharda 7 yıldır planladığım ancak bir dolu koşturmaca arasında daha önce bir türlü vakit ayıramadığım özgün bir seyahat gerçekleştirdik.
Bu sergideki fotoğrafların ¾’ü bu seyahat sırasında çekildi. Sinan Kazancıoğlu ve benim geçmiş motosiklet seyahatlerimizden de bir doku katabilmek amacıyla, fotoğrafların ¼’ünü de eski seyahatlerimize ayırdık ve bu seyahatlerde kullandığımız motosikletlerimizi de bu duyguyu sizlere daha iyi yansıtabilmek amacıyla sergimizin içine yerleştirdik.
Asya coğrafyasında yıllardır yaptığım yolculuklarda, en basit ifade ile bu kültürde çok kullanışlı bir ulaşım aracı olarak önemli bir yeri olan, üretimi uzun bir süredir Hindistan’da yapılan eski İngiliz yapımı Enfield motosikletlerin, dünyanın dört bir tarafından gelen gezginler için son derece cazip imkanlar sunduğunu gözlemledim. Göreceli olarak ekonomik olması, bakım ve onarımlarının Hindistan’ın hemen her yerinde yapılabilir olması ve en önemlisi, Enfield markasının ve kültürünün, bu coğrafyanın insanları için ifade ettiği geleneksel yaşam biçimi ile, gezgin batılılar için taşıdığı keşfetme ruhunu çok iyi bütünleştiren bir araç olması, Enfield markasını benzerlerinin arasında çok ayrı bir konuma taşıyor.
Projemiz İstanbul’dan Delhi’ye uçakla giderek başladı. Delhi’ye vardıktan sonra, bir kaç gün süren yoğun bir araştırma sonunda Enfield motosikletlerimizi kiraladık ve kuzeye doğru uzayan rotamıza girdik. 500 cc. motor hacmindeki tek silindirli bu son derece farklı motosikletler kaba ve basit yapıları, aşağı doğru büyüyen vites sitemleri, sol ayaktan arka fren ve sağ ayaktan vites değiştirme kolları ve güçlü görünümleriyle Hindistan’ın sert yol koşullarına çok iyi adapte olmuş durumdalar.
Beş hafta süren yolculuğumuz boyunca, yılda sadece bir kaç ay açık kalan dağ yollarını aştık, Hindu, Budist ve Müslüman kültürlerinin içiçe geçtiği, rengarenk dokusu, eşsiz coğrafyası, yüksek dağları, sert doğası ve iklimi, dünyanın en yüksek araç kullanılabilen dağ geçitleri, yüksek irtifa platoları, ücra köşelerdeki yüzlerce yıllık manastırları, gizli kalmış doğal güzellikleri, geleneksel festivalleri ile sıradışı bir görsel şölen niteliğindeki bu sessiz, sakin, dingin bölge, hayatımız boyunca hiçbir zaman unutamayacağımız dolu dolu bir beş hafta yaşattı bize.
Kuzey Hindistan’ın Ladakh bölgesi, kilometrekareye düşen 2 kişilik ortalaması ile dünyanın en düşük nüfus yoğunluğuna sahip coğrafyalarından biri. İki muazzam dağ sisteminin, Himalayaların ve Karakurum dağlarının geçiş bölgesinde yer alan Ladakh, kayalık ve soğuk bir çöl olarak da tanımlanabilecek sessiz, uçsuz bucaksız bir dünya. Bu olağanüstü coğrafyaya çok iyi uyum sağlamış farklı etnik yapılardan oluşan topluluklar binlerce yıldır geleneklerine bağlı olarak yaşıyor ve kültürlerini yaşatıyor.
Uzunca bir süre kapalı bir ekonomi ve sosyo kültürel yapı ile, dış dünyadan bağımsız bir yaşam sürdüren Ladakh, 1974’den sonra turizm faaliyetlerine açılıyor. Manali’den Leh’e giderken kullandığımız yol ise, bölgenin coğrafi koşullarının ve yüksekliğin bütün zorluklarına rağmen büyük fedakarlıklar sonunda 1989 yılında açılıyor. Henüz onbeş yıllık bir geçmişi olan bu zorlu yolları aşarak çok etkileyici görüntülerin yaşandığı geleneksel Ladakh Festivali’ne de katıldık. Motosiklet ve fotoğrafı bütün renkliliği ve coşkusuyla bir kez daha birleştirdiğimiz bu seyahatin fotoğraf sergisini de, bu görsel ve kültürel zenginliği sizlerle paylaşmak amacıyla hazırladık.
Seyahatimiz sırasında geçtiğimiz yerler arasında; Delhi, Hindistan’ın en büyük destanlarından biri olan Mahabbarata savaşının yaşandığı ve Bhagavat Gita’nın indirildiği yer olan ve Krishna’nın Arjuna’ya Dharma yasasını öğrettiği Kurukshetra, Guru Padmasambhava’nın Tibet’e Budizmi yaymak için yola çıktığı Rewalsar gölü, Simla, Kulu, Manali, Leh, Ladakh, Zanskar, Jammu, Kashmir, Srinagar, Udaipur ve 14. Dalay Lama Tenzin Gyatso’nun ve Tibet’ten 1959 yılında kaçmak zorunda kalan Tibet’lilerin yaşadığı Dharamsala da yer aldı.
Bizler hem bu seyahatten, hem motosikletlerimizden, hem gördüğümüz, yaşadığımız güzelliklerden, hem çektiğimiz sayısız fotoğraftan, hem de iyi anlaşan, birbirine güvenen üç dost olarak bunca yıl sonra birbirimizi bulmuş olmaktan çok büyük keyif aldık. Umuyoruz ki, bu fotoğraflar ve anılar daha nice gezginlerimize ufuk açıcı, yol gösterici bir kıvılcım olur.
Dışarıda sizleri bekleyen muhteşem dünyaya ilk cesur adımı atmanız dileğiyle,
Sevgilerimizle,
Nasuh – Sinan – Selim