Nasuh Mahruki: Dünya yaşadığınız mahalleden ibaret değil

AKUT Başkanı, Kar Leoparı, yüksek irtifa dağcısı, dalgıç, fotoğrafçı, yazar… Kimden bahsettiğimi biliyorsunuz pek tabii ve bu sıfatlarını daha çok uzatabileceğimi de: Nasuh Mahruki. Deneyimlerini paylaşmak için şimdiye dek beş kitap yazan ve altıncı kitabı da yolda olan Mahruki… “Kendinizi ve yaşamı bilmek için önce tanımalısınız, tanımak içinse dağlara tırmanmalısınız, denizlere dalmalısınız, yükseklerden uçmalısınız, ruhsal ve bedensel limitlerinizi öğrenmeye çalışmalısınız, riske girmelisiniz, ya da en kolayı gezmelisiniz” diyor.

“Bence ilk fırsatta toplayın çantanızı ve olabildiğince uzaklara gidin, ilk anda çok zor gibi görünse de ilk adımı attıktan sonrası çok kolay gelir. Dışarıda olağanüstü güzel bir dünya var, kendinize bu şansı verin, sonuçlarına inanamayacaksınız” diyen Nasuh Mahruki ile gezgin olmak üzerine söyleştik.

Öncelikle siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Dağcı, gezgin, AKUT Başkanı, yazar, fotoğrafçı… Bu ayırımı yapmayı pek tercih etmiyorum aslında. Çocukluğumdan beri kendi yaşamımı çok boyutlu ve renkli bir yaşam kurgulamayı istemiştim: Birçok ilgi alanım olsun, farklı alanlarda kendimi geliştireyim, biraz onda biraz bunda kendimi ifade edeyim istemiştim. Everest, K2 gibi üst düzey başarılı tırmanışlar yaptığım, Kar Leoparı gibi bir sıfat aldığım için dağcılık çok ön plana çıktı.

Bu saydığımız şeylerden biri bile biz fanilere için çok zor gelirken, siz hepsini aynı bedende gerçekleştiriyorsunuz…İnsanlar genellikle bir ana disiplinde iyi işler yapıyorlar. Birkaç farklı disiplinde iyi işler yapınca şaşırıyor herkes ve o yüzden tanımlamak da zor oluyor. Ben size sivil toplum gönüllüsüyüm, dağcıyım, fotoğrafçıyım, yazarım, yelkenciyim, liderlik ve takım çalışması üzerine dersler veriyorum deyip atamıyorum. Çünkü bunların hepsini hayatımda merkezde tutuyorum. Merkez kayıyor zaman zaman. Hangisiyle ilgili önemli bir proje varsa, o dönem o merkezde kalıyor.

Peki bu durum bir bölünmüşlük hissi yaratmıyor mu sizde? Hayır. Çünkü hayatımı çok kuvvetli değerler kültürü üzerine inşa ettim. Düzgün, erdemli, sorumluluk duygusu gelişmiş bir insan olmak, sağduyulu davranmak gibi… Her ne yaparsam yapayım hepsini bu temel değerler üzerine inşa ettiğim için hiç böyle bir sorun yaşamadım.

“Hep net hedeflerim oldu”

Çok klişe belki ama sormadan edemeyeceğim: Herkesten farklı olarak sizi bunları yapamaya iten şey nedir? Ben herkesten farklı olduğumu düşünmüyorum açıkçası. Ben de kendi yetenekleri çerçevesinde kendimi ifade etmeye çalışan bir insanım. En iyi olduğum alan neyse, kendimi en çok hangi konuda başarılı, mutlu, tatmin olmuş hissedeceksem kaynaklarımı oraya aktardım. Farkım ve avantajım konusunda şunu söylemek daha doğru olur: Yeteneklerimi çok erken yaşta keşfettim. Yüksek irtifa dağcılığında ve bu tür sporlarda başarılı olabileceğimin öngörüsünü 20 yaşında edinmiştim. Üniversiteyi bitirir bitirmez hayatımı kurgularken, bu öngörü, farkındalık üzerine inşa ettim hayatımı. O yüzden şansım yüksek oldu. Bir de kaynaklarımı ve zamanımı boşa harcamadan hedef odaklı çalıştım. Hep net hedeflerim oldu.

Bir sıfatınız da gezgin. Gezgin olmak nedir? Yaşadığınız dünyayı tanımak için, evinizden, yaşadığınız ortamdan, kendi güvenlik alanınızdan çıkıp yollara düşmek. Gezgin olmak merak duygusuyla tetiklenen bir şey: Uzaklarda nasıl yaşıyorlar, kültürleri nasıl, hayatlarını nasıl kurgulamışlar diye merak etmek gerekiyor. Ama bunları sadece kitaplardan, televizyondan, internetten değil, birebir deneyimleyerek, yaşayarak öğrenmeyi de istemek gerekiyor. Gezi kültürünün insanın kendini geliştirme konusunda çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Çok eski bir laftır: Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Gezmek insanların hayatında hep çok önemli bir yer işgal etmiş. Bunu yapabilmek için de kendi güvenlik alanınızın dışına çıkmayı göze almanız lazım.

Prens Andrew Şili’de

Bir yazınızda “Gençliğinde büyük gezi tecrübesi olanların, yaşamlarını verimli ve sağlıklı kurguladıklarını gördüm” diyorsunuz… Biliyorsunuz; ilerde kral olacak olan, titizlikle korunan, özenle yetiştirilen İngiltere prensi Andrew’u 19 yaşındayken, Şili’ye gönderdiler. Buradan bir çalışma kampında çalıştı. Başka bir ülkede, başka bir coğrafyada, kraliyet ailesinin güvenlik alanı dışında, kendi sorumluluğunu kendisi taşıyacak şekilde… Bu ciddi bir vizyon kazandırıyor, çocuğa, gence. Ve batı kültürü bunu çok yapıyor.

Benim de böyle bir şansım oldu: Ben de 19 yaşındayken Norveç’e gittim. Zihinsel engellilerin bakıldığı bir çalışma kampına katıldım. Ondan sonra dünya görüşüm değişti. Çünkü böyle bir tecrübeden sonra dünyayı tanıyorsunuz, başka insanların, yaşam şekillerinin, kültürlerin varlığını öğreniyorsunuz. Tüm bu deneyimlerden sonra kendinizi daha sağlıklı konumlandırabiliyorsunuz. O zaman sizin yaşadığınız mahallenin kurallarının evrensel olmadığını görüyorsunuz. Dünya vatandaşı, ama yaşadığınız toplumunda bir bireyi olarak daha sağlıklı pozisyonunuzu tanımlayabiliyorsunuz.

Kendi yeteneklerinizi erken yaşta keşfetmenin dışında, bir de kendinizi geliştirmek konusunda tutkunuz olması lazım. Kendinizi geliştirmek için okuyorsunuz, düşünüyorsunuz, tartışıyorsunuz. Tüm bunlar insana bambaşka bir açılım getiriyor, kendinizle ilgili bir farkındalık, yaşamı, dengeleri, dünyayı daha iyi tanıma fırsatı veriyor. Düşünsenize hiç evinden çıkmadan Afrika’nın bir köyünde yaşayan bir adam için dünya o kadardır. Ama aynısı bizim için de geçerli. Bugün İstanbul’da aynı gazeteleri okuyan, televizyonları seyreden, aynı kafelere giden bir genç grubu düşünün onların dünya görüşü o kadar olur. Bizim kendi çabalarımızla etrafımızdaki dünyayı açmamız, genişletmemiz ve vizyonumuzu geliştirmemiz lazım.

Seyahat isteği bastırılamayınca

Nasıl geziyorsunuz? Motosiklet, bisiklet, gibi araçları kullandığınızı biliyoruz. Konforlu yolculuklar değil sizinkiler…

O kadar çok araç kullandım ki; bisiklet, motosiklet, yelkenli… 20 yaşındayken, Ağrı, Doğubeyazıt, Tatvan, Muş, Bitlis, yani ülkenin doğusunu otostopla gezmiştim.

Gitmeyi hedeflediğiniz yerlere gitmeden önce rotanız belli oluyor mu yoksa yol beni nereye götürürse diye mi çıkıyorsunuz yola? Genelde bir ana eksen belli oluyor. Mesela Kuzey Hindistan’a gideceksem hangi rotayı izleyeceğim, hangi şehirlerden geçeceğim belli oluyor. Onun içinde serbest bırakıyorum kendimi. Çünkü bir insanla tanışıyorsunuz ve o yerde daha uzun kalabiliyorsunuz. Ya da bir yerde daha uzun kalmayı planlıyorsunuz, bir festival haberi alıyor ve o tarafa doğru yola çıkıyorsunuz. Ana ekseni kurgularım, detayları akışa bırakırım.

Yalnız gezmeyi mi tercih ediyorsunuz? Aslında hiç öyle bir tercihim yok. Bahsettiğim gibi Türkiye’nin doğusunu otostopla gezerken tek başımaydım. Çanakkale, Biga Yarımadası’nı üç arkadaş bisikletle gezmiştik. Motosikletle İstanbul’dan kız arkadaşımla birlikte Sıkkım’a kadar gittik. Sonra o uçakla döndü ben yalnız döndüm. Tibet’e motosikletle 5 kişi gittik. Yani hiç öyle bir tercihim yok. Nasıl projelenir, nasıl gelişirse öyle gidiyorum. Her türlüsünü de çok seviyorum.

Yalnızca gitmek için gittiğiniz oldu mu? Zaman zaman seyahate çıkmak ve dolaşmak isteği insanın içine doğuyor ve bunu bastıramaz hale gelince de daha önceden plan yaptığım ya da görmeyi istediğim bir yeri gündeme alıp oraya doğru yola çıkıveriyorum. Aslında çıkışım ve sonrası plansız gibi görünüyor olabilir ama daha önceden düşündüğüm, arzuladığım bir yer olduğu için bir hedef ve amaç oluyor gitmelerimde. Tamamen amaçsız olarak yola çıkma benim için pek mümkün değil.

İnsanın en büyük özelliği paylaşması

Gezmek ve yazmak… Anlatarak yaşadıklarınızı daha mı var kılıyorsunuz? Paylaşmak çok önemli. Dünyada pek çok insana nasip olmayacak şeyler yaptım ben. Dağcılıkda, motosiklet seyahatlerimde, arama kurtarmanın değişik alanlarında… Ve bunları ancak paylaşırsam, başkalarına aktarırsam o döngünün tamamlanacağına inanıyorum. Yoksa bir tek ben yaşarım kimsenin de haberi olmaz. Ama insanın en büyük özelliği yaşadıklarının paylaşması ve kendinden sonrakilerin bir adım önceden başlamasının sağlamasıdır. Mesela ben yüksek irtifa dağcılığına başladığım zaman Türkiye’de bunu sorabileceğim kimse yoktu. Ben Everest’e çıkarken kimse 8000 metreyi hayal bile edilemiyordu. Kimseden bir şey öğrenemeden gidip, kendimi o bilinmezliğin ortasına attım. Ama benden sonrakiler daha rahat olsun diye hep yazdım. Hatta Everest’e gidenler benim kitabımı okudular, onlar için başvuracakları bir kaynak oldu. Motosiklet seyahatinden sonra Asya Yolları kitabını yazdım ve birçok kişi daha motosikletle aynı rotayı takip ederek gezdi. Bunları bana anlattıkları zaman çok hoşuma gidiyor, o zaman yapmaya çalıştıklarım amacına ulaşmış diye düşünüyorum.

Alaska güzel, Hindistan renkli

Dünya üzerinde nereleri gördünüz? 60 civarı ülkeye gittim. Yedi kıtayı da gördüğümü söyleyebilirim. Ama gezmediği çok yer var daha.

Sizi en çok etkileyen ülkeler hangileri? Coğrafya olarak Alaska çok güzel bir ülke. Kültür, renk, doku, karmaşıklık açısından Hindistan’dan çok etkilendim. Avustralya’yı çok sevdim. İnsanları da çok enteresan. Geri kalandan çok uzakta oldukları için çok başka, kendilerine özgü bir kültür kurmuşlar. Çok sevdiğim yerler var dünyada; ama Türkiye’den başka hiçbir yerde yaşamayı düşünmüyorum.

Siz nasıl tatil yaparsınız peki? Çok uzun yıllar tatil gibi bir kavram hayatımda olmadı. Tüm boş vakitlerimde doğa sporları ile iç içeydim; bir ekspedisyon, bir motosiklet seyahati, bir dalış planlamış oluyordum. Neredeyse hiç otele gitmişliğim, beş yıldızlı bir otelde kafa dinleyeyim demişliğim yoktur. Son zamanlarda Finike’de bir ev aldık, çok da sevdik. Şimdi tüm boş vakitlerimde oraya kaçıyorum.

Bundan sonra sırada neler var? Projeler, planlar? Şu anda bir yeni kitap üzerinde çalışıyorum. 6. kitabım Haziran’da çıkacak. AKUT’a bir dönem çok saldırı yapıldı biliyorsunuz. O dönemi anlatan, kafalardaki tüm sorulara yanıt veren bir kitap hazırlıyorum. Motosikletle uzun seyahatler var kafamda. Bir fırsat yaratıp onları gerçekleştirmek istiyorum. Evereste’e bir kez daha oksijen desteği almadan tırmanacağım. Bir de yelkenliyle dünya seyahati planım var, bunu yapmayı çok istiyorum. ama biraz pahalı bir proje.