Neden Doğa Sporları
İnsanoğlu, varolduğundan bu yana doğayla, dağlarla içiçe olmuş. Avcılık, hayvancılık, beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlarını hep doğadan karşılamış. Mitolojilerde, efsanelerde yüce dağlar, etkileyici ve doğal yapılar en güçlü tanrıların mekanı olmuş. Büyük dinlerde dağlar hep önemli bir yer tutmuş.
Şehirleşmenin ve betonlaşmanın artmasıyla kaçınılmaz olarak doğadan uzaklaşmaya başlayan insan, ona geri dönmek farklı yöntemler geliştirmiş. Doğaya olan içgüdüsel tutku, zamanla bazıları için sportif bir içerik kazanmış. Dağcılık, mağaracılık, rafting, yamaç paraşütü, kanyonculuk, aletli dalış, yürüyüş ve benzeri sporlar hem insanı doğaya çekip ona aslında özünde olan ama zamanla unuttuğu ama için için özlediği ilişkiyi yaşatmış, hem de kişiye kendi ruhsal ve fiziksel yeteneklerini göstermiş. Hala da bu duyguları yeni gelenlere yaşatıyor ve gösteriyor.
ÖZGÜVEN VE BAŞARI
Doğa sporlarındaki risk ve tehlike, kişiye özgüven ve başarı duygusunu yaşattığı gibi, dostluk, paylaşım, ekip çalışması ve takım ruhu kavramları da, kişisel yetenekleri geliştirir. Bu yüzden doğa sporlarını yalnızca bir vücut sporu olarak ele almak yanlış olur. Doğa öylesine sonsuz bir kaynaktır ki, onda herkes kendini çeken bir şeyler bulabilir. İnsanın doğayla sportif bir ilişkisi olmasa bile, içgüdüsel olarak, doğa yalnızca görsel ve duyumsal olarak da onu tatmin etmeye yetecektir. Gören gözler ve tadabilen ruhlar için doğa en büyük öğretmendir.
Doğa sporlarının özü gereği içerdiği risk ve tehlike faktörleri, kişinin her zaman ve her koşulda hazır olmasını gerektirir. Bu yüzden iyi bir doğa sporcusu kararlı, disiplinli, özgüvenli, gözlem yeteneği olan, analiz yapabilen, insiyatif kullanabilen, kısacası her koşulda kendine yetebilir biri olmak zorundadır. Kendi gibi güçlü karakterli ekip arkadaşları ile birlikte daha da güçlenir ve çok daha zorlu mücadelelerin altından kalkabilir.
İlk bakışta insanla doğa arasında gibi görünen bu ruhsal ve fiziksel mücadele aslında insanın kendi içindedir. Doğa yalnızca bir seyircidir, oğullarının kendilerini aşmak için giriştikleri bu onurlu mücadeleyi gözleri gurula parlayarak seyreden doğa, bu büyük savaşında oğlunun yanındadır. Onun tüm ihtiyaçlarını karşılar, güneşiyle, yıldızlarıyla, yağmuruyla, rüzgarıyla oğlunun yanında olduğunu fısıldar. Kazanan ya da kaybedenin olmadığı bu savaştan insanoğlu, kendisiyle ve dostlarıyla omuz omuza çıkar. Doğada yapılan her etkinlikten sonra insan, yeni tecrübeler ve daha geniş bir bakış açısıyla geri döner, doğayı, insanları ve kendisini dah aiyi tanır.
İÇTEN GELEN BİLİŞ
Doğanın bu huzurlu ve dingin ortamında doğa sporcuları diğer insanlardan daha fazla kendileriyle başbaşa kalırlar ve kendilerini daha iyi tanırlar. Bu yüzdendir ki, doğa sporcularının çoğu tasavvufa ve zen budizmine; temelinde kişinin gerçeği kendisinde araması olan düşünce sistemlerine ilgi duyar. Bu yaşama sanatlarında belirli bir kuram ve öğreti yoktur, yalnızca içten gelen bir biliş vardır. Başından beri insandan hiçbir şey saklanmamıştır. Kendisidir kişinin gerçeğe gözlerini kapayan ve yine kendisidir sonunda açabilen. Özgürlüğüne düşkün doğa sporcusu, doğanın huzurlu ortamındaki iç hesaplaşmaları sonucunda aradığının kendisinde olduğunu anlar.
Doğa sporları aslında doğayla uyum içinde yaşamayı öğrenmiş gezgin ruhlu insanların daha iyiyi ve mükemmeli arayışlarının bir dışa vurumudur. Günler hatta haftalar süren zorlu bir uğraşıdan sonra zirveye ulaşmak, bir kanyonu aşmak ya da bir mağaranın sonunu bulmak elbette ki yoğun bir duygudur ve insanın kendine olan güvenini ve saygısını arttırır. Ama sıradan sporcular gibi bunu bir yarış ve üstünlük meselesi haline getirmek bu duygu yoğunlaşmasının değerini azaltır, saygınlığını yitirtir. Sıradan bir dağcı, zirveye ulaştığında bunu o dağı fethetmek, yenmek olarak yorumlar ve kendisine daha zorlu bir dağ, bir rakip arayışına girer. Gezgin ruhlu gerçek bir sporcu ise bunu o dağla olan dostluğunun sarsılmaz bir biçimde pekişmesi olarak görür ve yeni ve iyi dostlar edinmek için yükseklikleri arar.
Doğa sporları da sanat gibi, edebiyat gibi, kişinin kendisini tanımasına yardım eden bir okuldur. Bir heykeltraş için bir taşı ya da ağacı yontarak kendisinden bir şeyler yaratması neyse, gerçek bir doğa sporcusu için de dağlara tırmanmak, kanyonları aşmak, tepelerden uçmak aynı şeydir. Nasıl bir heykeltraş sanatçı ruhundaki fırtınaları elleriyle dindirirse, bir doğa sporcusu da serüvenci ruhundaki tehlikeye susamışlığı ve merak duygusunu dağlara tırmanarak, mağaralara girerek, kanyonları aşarak doyurur. İkisi de farklı yeteneklerle donatılmış gelişmiş ruhların gerçeği arayışlarındaki kendilerine has yaratıcılıklarının ürünleridir.
Doğanın ve varoluşun özünü kavrayamamış insanlar için doğa, altedilip başında zafer çığlıkları atılacak bir rakiptir, gerçek bir doğa sporcusu için ise, arayışın cevabına giden yoldur.
Engeller, zihninizi hedefinizden saptırdığınızda karşınıza çıkar.
Peter Blake…