Om Mani Padme Hum – Kızılderilinin Doğa Anlayışı – Herşeyin Başı Eğitim

OM MANI PADME HUM

Budizmin en önemli mantrası olan Om Mani Padme Hum, (okunuşu: om mani peme hung) Budist manastırlarda en çok karşılaşılan semboldür. Tibet, Bhutan, Sıkkım gibi Budist ülkelerde hemen her yerde görebileceğiniz bu mantra, budistlerin en çok tekrarladığı ve kullandığı sözcük.

Budist bir ülkeyi ziyaret ettiğinizde, ‘Lotus Çiçeğinin İçindeki Mücevher’ diye çevirebileceğimiz bu sözcüğe ve Sanskritçe’deki kıvrımlı yazılışına kısa sürede aşina oluyorsunuz. Bütün manastırlarda, evlerin başköşelerinde, trekking yaptığınızda aşacağınız bütün yüksek geçitlerde kayaların üzerinde, bir gün bir tırmanışa katılırsanız Ana Kampınızda, hatta neredeyse sokaklarda bile bu formu değişik boyut ve renklerde ama hep aynı saygıyla ve inanışla yazılmış olarak göreceksiniz.

Bu sözcüğü tekrar etmeyi ve içerdiği kutsal anlamı evrene yaymayı bir ibadet olarak değerlendiren Budistler, hemen her fırsatta bunu kullanırlar. Üzerinde kutsal mantraların yazılı olduğu Dua Bayrakları ve Dua Tekerlekleri ve bu mantrayı okuyarak saydıkları tesbihleri Budistlerin gündelik hayatına öyle işlemiştir ki, onsuz bir eylem düşünülemez bile.

Budizmi kabul eden ilk Tibet kralı Songtsen Gampo ve daha sonra Dalai Lama’lık mertebesini alan 14 Lama, merhametin ve sevginin bedenlenmiş hali olarak ifade edebileceğimiz ‘Avalokiteshvara’ yada Tibetçedeki kullanımıyla ‘Chenrezi’nin insan formu almış hali olarak değerlendirilir. Bu Aydınlanmış Merhametin ses formuna dönüşmesi de, Om Mani Padme Hum’dur.

Bu mantra, kişinin merhamet – sevgi kavramları üzerine konsantre olmasına ve benzeri bütün olumlu duyguları kalbinde hissetmesine yardımcı olur.

KIZILDERİLİNİN DOĞA ANLAYIŞI

1871 yılında doğan ‘Tatanga Mani’ yada Yürüyen Boğa adlı, yaşamı boyunca doğayı anlamaya çalışan Stoney kızılderilisi, yaşlılığında Kanada hükümeti tarafından Kızılderili halkının temsilcisi olarak bir dünya turuna çıkarılır. 87 yaşında, Londra’da yaptığı bir konuşmada, Kızılderililerin Yüce Ruh’la ve onun yarattığı doğa ile olan ilişkisini şu şekilde dile getirir;

‘Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada bir çok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hiç hissedemiyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor ya da caddelerin ışıklarından, geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar Yüce Ruh’un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar.

Biz herşeyin yaratıcısı ve yöneticisi olan Yüce Ruh’la iyi geçiniyorduk. Siz beyazlar bizim vahşi olduğumuzu sandınız. Bizim dualarımızı anlamadınız, anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe, aya ya da rüzgara övgüler düzerken, siz bizim putlara taptığımızı söylediniz. Hiç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye, bizi kayıp ruhlar olarak nitelediniz.

Biz Yüce Ruh’un eserlerini her şeyde görürdük; güneşte, ayda, ağaçlarda, rüzgarda ve dağlarda. Bazen bunlar aracılığıyla Ona yaklaşırdık. Bu çok mu köyüydü? Bence biz, yüce varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla, gerçek bir inançla bağlıyız… Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızılderililer karanlıkta değildir.

Ağaçların konuştuğunu bilirmiydiniz? Evet, konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar; kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun, beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler, bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben ağaçlardan çok şey öğrendim; bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce Ruh hakkında.’

İnsanın artık doğanın sesini dinleme, onunla konuşma zamanı çoktan geldi de geçiyor. Ondan öğrenebileceğimiz öyle çok şey varki, ne kadar erken gözlerimizi, kulaklarımızı açarsak o kadar iyi… Hepimiz için…

HERŞEYİN BAŞI EĞİTİM

Geleceğimizi bugünden hazırlamalıyız. Daha sağlıklı, daha üretken, daha başarılı bir gelecek, ancak bugünün çocuklarının daha iyi eğitilmesiyle olur. Bundan 2600 yıl önce yazılmış Çin şiirinde ozanın dediği gibi;

Eğer bir yıl sonrasını düşünüyorsan, bir tohum ek.
Eğer on yıl sonrasını düşünüyorsan, bir ağaç ek.
Eğer yüz yıl sonrasını düşünüyorsan, insanları eğit.

Bir tohum ekerek bir kez ürün alırsın.
Bir ağaç ekerek, on katı ürün alırsın.
İnsanları eğitirsen yüz kat ürün alırsın.