Röportaj 10
15.12.2007 TARİHİNDE ANKARA PANORA ALIŞ-VERİŞ MERKEZİNDE DÜZENLENEN, NASUH MAHRUKİ’NİN “VATAN LAFLA DEĞİL EYLEMLE SEVİLİR” İSİMLİ KİTABININ İMZA GÜNÜ DOLAYISIYLA GERÇEKLEŞTİRİLEN RÖPORTAJ
EYLEM ADAMI MAHRUKİ
RÖPORTAJ: ÖZGÜR TARHAN-ANKARA
TARHAN-“Vatan Lafla Değil Eylemle Sevilir” adlı son kitabının imza günü dolayısıyla Ankara’da, AKUT Başkanı Sayın Nasuh Mahruki ile birlikteyiz.
Hoş geldiniz Sayın Mahruki
MAHRUKİ-Hoşbulduk.
TARHAN-Ülkemizde en çok tanınan STK’dan birisi AKUT. Nasuh Mahruki için AKUT’un anlamı nedir?
AKUT, ÜLKE SEVGİSİ VE İNSAN SEVGİSİ
MAHRUKİ-Çok büyük anlamı.AKUT’un .Asıl anlamı bizim için, ülke sevgisi ve insan sevgisi demektir. AKUT çatısı altında yaptığımız bütn herşey, arama kurtarma çalışmaları da olsa, toplum bilinçlendirme çalışmaları da olsa veya yine AKUT çatısı altında çok farklı konularda sosyal fayda projeleri de olsa, ülkede eksik ve ya sorunlu gördüğümüz konularda gösterdiğimiz çabalar da olsa, bunların hepsinin bir tek anlamı var, o da ülke sevgisi ve insan sevgisi. Bu tema ile hareket ediyoruz.
TARHAN-AKUT’un benzer STK’dan farkı nedir?
AKUT GÖNÜLLÜLERİYLE YAŞAYAN BİR KURUM:
MAHRUKİ- AKUT aslında yaşayan bir organizasyon ve gönüllülerini sürekli olarak kurum kültürü ve AKUT kültürünün değerleri çerçevesinde inisiyatif almaya yönelten bir kurum kültürü var. Dolayısıyla bu ona tabii ki çok farklı bir nitelik katıyor ve her hücresinde kendi bulunduğu bölgede, kendi bulunduğu coğrafyada, inisiyatif alan insanlardan oluşuyor AKUT. AKUT’un lider kadrosu kurum kültürünü çok iyi sindirmiş olduğu için, hiç de sorun yaşamıyoruz. Antalya’daki arkadaşlarımızla, Kayseri’deki arkadaşlarımızla, Rize’dekilerle de aynen İstanbul’dakiler, Ankara’dakiler gibi aynı düşünce yapısıyla hareket ediyorlar ve kendi bulundukları bölgedeki yerel girişimlerinde de aynı inisiyatifle, yetki ve sorumlulukla karar veriyorlar, takip edebiliyorlar. AKUT içinde bürokrasi çok düşük seviyededir aramızda, kurum kültür ve değerleri öndedir her zaman. AKUT’un beyni, merkezi İstanbul, ama yurt sathına yayılmış 14 ekibimiz daha var. Her birindeki liderlerimiz de, gönüllülerimiz de kendi bölgelerinde inisiyatif alabilen ve kullanabilen yapıda insanlardır. Bu nedenlerle gönüllüleriyle yaşayan bir kurum AKUT. Gönüllülerinin yaratıcılığıyla, katkısıyla, yorumlarıyla yaşayan bir kurum. Gönüllülerimizin de bu anlamda büyük bir hareket alanı, manevra alanı mevcut.
TARHAN-Yakın bir tarihte Sakarya Üniversitesi’nde Doğal Afetler ve Yerbilimleri Kulübü kuruldu. Üniversitelerin bünyesinde kurulan bu kulüp ve topluluklar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
ÜNİVERSİTELERİ ÇOK CİDDİYE ALIYORUZ:
MAHRUKİ-Üniversite bünyesinde kurulan Arama-Kurtarma, doğal afet, acil yardım vb. kulüplere AKUT’un şöyle bir bakış açısı var: Biz de üniversitelerde benzer öğrenci toplulukları kuruyoruz. Uludağ Üniversitesi ile bir pilot çalışma başlatmıştık ve çok başarılı sonuçlar aldık. Şimdi İzzet Baysal Üniversitesinde, Haliç Üniversitesi’nde, Kocaeli Üniversitesi’nde ve Uludağ Üniversitesi’nde öğrenci topluluklarımız var. Ve bu yıl daha da artıracağız, giderek büyüteceğiz bu çalışmaları. Fakat biz üniversite öğrenci topluluklarını operasyonel tasarlamadık. Operasyonel olmalarını, acil durumlara üniversite topluluğu olarak müdahale etmelerini istemiyoruz öğrencilerin, bunun yeri AKUT’un bugün için 15 bölgede bulunan operasyonel ekiplerimizdir. Bu toplulukların amacı üniversite içerisindeki öğrencilere bilgi aktarmak, ilk yardım, acil durumlar ve afet hazırlık konularında bilgi paylaşımı yapmak, bu konularda bilinç yükseltmek ve üniversite çevresindeki yerel bölgeye, insanlara, okullara yine aynı şekilde bu tür bilgiler aktarmak ve üniversite çevresinde sosyal fayda yaratmak. Bu konularda üniversitelerde oluşturduğumuz AKUT öğrenci topluluklarını değerlendiriyoruz. Operasyonel olarak bizim 14 tane ekibimiz var. 2008’de de Gaziantep’de bir ekip kuracağız. Toplam 15 ekip olacak. O 15 ekiple operasyonel anlamda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ama üniversite topluluklarını operasyonel tasarlamadık. Dolayısıyla bu tür kulüp ve toplulukların olumlu olduğunu söyleyebilirim ama kendilerinin görev tanımlarını iyi yapmaları lazım.
TARHAN-Antalya ve İzmir’deki ekipler, üniversite bünyesinde kurulan birimler.
MAHRUKİ-Evet, mesela İzmir’de ekibimiz Ege Üniversitesi içinde, Antalya’daki ekibimiz Akdeniz Üniversitesi içerisinde, bazılarında da öğrenci toplulukları kurarak bunu destekliyoruz. AKUT’un gönüllü gücünde üniversite öğrencilerinin payı çok önemli. Ama onun da ötesinde, sorumluluk duygusu gelişmiş, cesur ve bilinçli gençlere bu ülkenin herşeyden çok ihtiyacı var, bizler bir yandan gençlere bu konuda da örnek olmaya çalışıyoruz.
TARHAN-Geçtiğimiz günlerde de, Sakarya Üniversitesi’nde bir seminer vermek üzere Kocaeli AKUT ekibi öğrencilerle birlikteydi.
MAHRUKİ-Evet sürekli dolaşıyorlar zaten, her fırsatta öğrencilerle beraber oluyorlar.
TARHAN-Üniversitelerde açılan Afet Yönetimi Programları (İTÜ Afet Acil Durum Yönetimi Yüksek Lisans, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Acil Yardım ve Afet Yönetimi Lisans Programları) hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
BİLGİ PAYLAŞILMALI:
MAHRUKİ-Bu çok önemli. Çünkü akademik anlamda artık bunların yapılması lazım. Türkiye acil durum konularını, afet yönetimi konularını, 1999 Gölcük Depremi’nden sonra gündemine aldı. Ondan öncesinde çok az insanın ilgi duyduğu, bilim adamlarının bir şeyler yapmaya çalıştığı, ama pek de kimsenin ilgilenmediği, kamuoyunda da yeteri kadar yer bulmayan, hatta bürokraside de çok kişinin ciddiye almadığı bir süreçti. Sistem uzun soluklu hesap yapmayı ve geleceği planlamayı fazla ciddiye almadığı için böyle bir boşluk vardı.
Şimdi olay bambaşka bir yere geldi. Bunun ne kadar önemli, ne kadar olmazsa olmaz bir konu olduğu ortaya çıktı. Ama bu sefer de ortada bilgi birikimi eksikliği var. Yeterli kadar güncel, çağdaş bilgi, geniş kitlelere yayılabilmiş değil. Dolayısıyla üniversitelerde açılan bu programların çok önemli ve çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Ve burada yetişecek eğitimli, bilinçli mezunların da ileride ülkede bürokraside bu alanlarda etkili pozisyonlara yerleştirilip, daha da bilimsel, daha akılcı ve daha çağdaş modellerle, yönetim süreçlerinde, karar süreçlerinde yer almaları gerektiğini düşünüyorum. İnşallah bu amaçla kullanılabilir buradan yetişenler.
TARHAN-Bu tip programların deprem kuşağında bulunan bölgelerde açılmasının daha doğru olacağı düşüncesine katılıyor musunuz?
MAHRUKİ-Bence bu şekilde ayırmamak gerekir. Sonuçta bu ülkenin tamamı bizim. Yani bu coğrafyanın tamamı bizim. Edirne’den Kars’a kadar. Nerede açıldığı önemli değil. Önemli olan, o bilginin bütün ülke halkıyla eşit şekilde, doğru kanallarla ve doğru şekilde paylaşılmış olması.
TARHAN- AKUT’un başarıları neden kıskanılıyor?
TÜRKLER’İN KAZANI İÇİN ZEBANİYE İHTİYAÇ YOK:
MAHRUKİ-Kitapta çok detaylı anlattım bunu. Kitabı okuyunca bu konuda detaylı bilgi sahibi olunabilir. Ama şunu söyleyebilirim. AKUT tabi Türkiye’de insanların arama-kurtarma konusunda bilincinin belli bir seviyede olmadığı, afetlere hazırlık konusunda belirli bir duruşun, görüşünün olmadığı bir anda ortaya çıktı. Biz 1996 yılında AKUT’u kurduk ve bir çok da arama-kurtarma görevine katıldık gönüllü olarak. Ama esas 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’yle bizi herkes çok yakından tanıdı. Başbakan’dan Cumhurbaşkanına, Genel kurmay Başkanına, bakanlara, sokaktaki insana kadar herkes AKUT’u duydu ve bağrına bastı. Sayın Bülent ECEVİT hükümeti 1998 Adana Ceyhan Depremi sonrasındaki etkili çalışmalarımız için AKUT’u Bakanlar kurulu kararıyla kamu yararına çalışan dernek statüsüne getirmişlerdi.
Ama esas Gölcük Depremi sonrası tanıdı insanlar AKUT’u ve başarılarına şahit oldular. Bundan birileri rahatsız oldu açıkçası. Bizim de maalesef ülkede zayıf olduğumuz konulardan bir tanesi de, birbirimizin başarılarını çekememe ve kıskanma gibi zafiyetimizin oluşudur. Fıkrası bile vardır bunun:
Cehennemde kazanlar kaynıyor, her ülkenin vatandaşları kazanlarda kaynıyor, eziyet çekiyor. Kazanların başında zebaniler var. Kaçmaya çalışanın kafasına vuruyorlar. Fakat bir tane kazanın başında zebani yok. Soruyorlar “Niye bu kazanın başında zebani yok?” diye. Hemen cevap veriyorlar: “Haa! Orası Türkler’in kazanı. Oraya zebani koymaya gerek yok. Kaçmaya çalışan birisi olursa, nasıl olsa kazanın içinden birileri onu bacağından çekerler tekrar içeri düşürürler” diyorlar.
Yani bu bizim birbirimizin başarısını çekememe durumu çok üzücü ve rahatsız edici bir konu ve bizde bundan çok nasibimizi aldık. Çünkü AKUT hep lider bir kurum olarak çalıştı. Türkiye’de ne yaptıysa, çoğunu ilk ve öncü olarak yaptı. Tabi AKUT’u oluşturan kişiler, kadrolar, hem ülkesini insanını seven, derinden ve gerçekten içten seven ve kafası iyi çalışan insanlardır. Analizleriyle, yorumlarıyla, çağdaş dünyayı takip ederek oradaki gelişmeleri ülkeye getirme çabalarıyla hakikaten öncü rollerini sürekli üstleniyorlar. Bu öncülükte maalesef doğal olarak bir çekemezlilik, bir kıskançlık, ülkedeki bazılarında bu yapı nedeniyle sorunlar çıkıyor maalesef. İşin bir kısmı bu. Çok basit bir kıskançlık duygusu ama onun daha da ötesinde profesyonelce kurgulanmış karalama çalışmaları da var. Ve hakikaten çok profesyonelce yapılan şeyler bunlar. Çok da zararını gördük bunların. Dolayısıyla çok geniş bir yelpazede bize karşı duruşları olan kişiler-kurumlar oldu Türkiye’de. Kitapta bu konuya özel bir bölüm ayırdım.
TARHAN-Basında da bu konuda çıkan olumsuz haberler yer aldı.
MAHRUKİ-Hepsini bu kategoriye indirgemek doğru olmaz. Ama, medyanın içinde çok etkili isimler bize doğrudan saldırdılar. Hiç aracı kullanmadan ve net hedef göstererek saldıranlar oldu. Ama onun ötesinde basının şöyle bir bakış açısı var. Haberin ses getireceği konusu üzerine bakıyor. Yani ses getirirse bu haber, haber değeri vardır diye bakıyor. Ve burada hiç duygusal davranmıyor. Yani önünü ve sonunu da fazla düşünmeden, doğru mu yanlış mı olduğunu da çok fazla eşelemeden, etik kaygılar gütmeden, yarım akıllı birisi bir iddia attıysa ortaya, bu adam acaba doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor? Bunun açıklamasına güvenilir mi? Tüm bunlara bakmadan “BAM” diye vuruyor. Tamamen tiraj kaygılarıyla yapılan bir yaklaşım bu tabi ki. Bunlar da sizi zor duruma sokuyor tabi ki. Sizin belli bir duruşunuz var. Dünya görüşünüz, vizyonunuz var. Size hakaret eden tip, zaten oralarda olmadığı gibi, konudan da son derece bihaber. Sadece çamur atarak kendisine bir yer edinmeye çalışıyor. Basın o ayırımı yapmıyor. Yani burada yıllarca dik durmaya çalışan, kendini doğru ifade etmeye çalışan ve bu konuda da her söylediğine, yaptığına dikkat eden, özen gösteren bir kurum, karşınızda da bir tane yarım akıllı, ilgi çekmeye çalışan bir soytarı. Her ikisini de aynı kefede değerlendiriyor. Bu tabi ki büyük bir haksızlık. Toplumun gözünde saygı kazanmak, o kadar kolay bir şey değil. Gerçekten büyük emek ve özveri istiyor. Basın bu konuda özen göstermiyor. Maalesef bizim gibi kurumlara çok zarar verenlerden birisi basın.
TARHAN-AKUT’un kamu kurumları ile olan ilişkilerinde bazen anlaşmazlıklar yaşanabiliyor, Sivil Savunma Genel Müdürlüğü ve RTÜK’de olduğu gibi. Bunun nedenleri üzerinde kısaca durur musunuz.?
AKUT EKİBİ’Nİ PAKİSTAN DEPREMİ’NE YOLLAMADILAR:
MAHRUKİ-Bizim normal şartlarda bütün kamu kurumlarıyla eşit dengeli, belirli bir mesafede, seviyeli bir ilişkimiz olmuştur ve böyle olması gerekir. Ama mesela Sivil Savunma ile zaman zaman sorun yaşıyoruz. Çok ciddi sorunlar yaşadık. O da Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’nün ve o yönetim kadrosunun inisiyatifi yüzünden oldu. Bize karşı çok tavır aldılar. Ama genelde Kamu Kurumları ile ilişkilerimiz her zaman iyi aslında. Örneğin Bakanlar Kurulu Kararı ile “Kamu Yararına Çalışan Dernek” statüsüne getirildi AKUT 15 Ocak 1999’da. Depremden önce ve depremden sonra, en üst düzeyde tebrik edildi. Genel Kurmay’dan Başbakana, Cumhurbaşkanına kadar, bakanlara kadar…dolayısıyla biz de aslında bir sorun yok ama, bazı kurumların yöneticilerinin kendi inisiyatifleriyle, kurumların gücünü AKUT’a karşı kullandıkları durumlar oldu. Bunun bir tanesi, en elle tutulur örneği, Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’nün yaptığı hamlelerdi. AKUT ekibini “PAKİSTAN DEPREMİ”ne yollamadılar. Bu çok üzücü ve bence düşündürücü bir şey. Sonuçta biz Türkiye’deki gönüllü kurtarma ekiplerinin ilkiyiz, öncüsüyüz ve doğal olarak da en deneyimlisiyiz. Tüm bunlara rağmen Sivil Savunma Genel Müdürlüğü bizi Pakistan’a göndermedi ve biz Pakistan’a THY’nin tarifeli seferiyle gitmek zorunda kaldık. Bu yaşadığımız sıkıntılı bir kamu kuruluşu örneği olarak gösterilebilir.
RTÜK MAHKEMELİK OLDU:
MAHRUKİ-Bir diğeri ise; RTÜK. Burada da çok ciddi sıkıntı yaşıyoruz. aşağı yukarı 2 yıldır. Sonuçta AKUT kamu yararına çalışan bir dernek ve bağışlarla ayakta kalan bir yapı. İnsan kaynağı için bir harcama yapmıyoruz, herkes gönüllü ama, sonuçta aracı, ekipmanı, yakıtı, vergisi, kirası, masrafları vb. harcamalarımız var. Bunları da bizlere yapılan bağışlarla karşılıyoruz. Ve bu anlamda bir kampanya düzenlemek istedik. Televizyonlarda sürekli yapılan bir yöntem bu. Telefonla SMS yada banka hesap numarası ile bağış imkanını duyurabilmek amacıyla, bağış toplama kampanyaları. RTÜK, AKUT’un bu bahsettiğimiz bağış toplama kampanyasına inanılmaz bir sebeple izin vermedi. Bu tabi çok düşündürücü bir şey. TV’lerde sabahtan akşama kadar rezil magazin programları var, onlara ses etmiyorlar, yada saçma sapan SMS kampanyaları var, ona oy verin buna oy verin şeklinde abuk-subuk programlar var, onlara ses çıkarmıyorlar, ama AKUT’un bağış toplaması deyince; ”olmaz” diyorlar. Mahkemeye verdik RTÜK’ü, kazandık ilk davayı. Sonra tazminat davası açtık. Şimdi sonuçlanmasını bekliyoruz. Sonuç olarak bizim kamu kurumlarıyla bir sorunumuz yok ve olamaz ama hakkımızı da kimseye yedirmeyiz. Kamu kurumlarının başında, o kurumu kendi kafasına göre ve hukuka aykırı bir şekilde yönetmeye kalkan birileriyle sorunlarımız var, hem de ciddi sorunlarımız var.
TARHAN-Kitabınızda, 2000 yılında Ağrı Dağı’nda hayatını kaybeden İskender Iğdır ile ilgili bilgilere de yer vermişsiniz. Bu kazadan da bahsedebilir miyiz?
İSKENDER’İ KAYBETTİK:
MAHRUKİ-Ağrı Dağında çok talihsiz bir kaza yaşadık. 29 Şubat 2000 tarihinde İskender’i kaybettik. İskender çok çok kıymetli bir çocuktu. AKUT’un liderlerinden biriydi ve hakikaten çok kıymetli, kendisini çok iyi yetiştirmiş, çok iyi özellikleri olan bir arkadaşımızdı. Atlas Dergisi’nin harita bölümünde çalışıyordu. Zaten harita mühendisiydi. AKUT’u temsil eden çok iyi özelliklere sahip ve gerçekten AKUT’u en iyi şekilde ifade eden, temsil eden birkaç arkadaşımızdan biriydi. Çok iyi bir dağcıydı. Gerçekten müthiş bir özveriyle, kurulduğu günden, hayatını kaybettiği güne kadar çok büyük faydalar göstermiştir. 17 Ağustos Depreminde de büyük çabalar gösterdi. Hatta O bir faaliyetten, tırmanıştan dönüyordu galiba, depreme otobüste, Adapazarı’nda yakalandı.Yani olaya ilk müdahale edenlerden biriydi depremde. Hemen otobüsten inip, İstanbul’a gelmeden, oradaki insanları organize edip, etrafındakileri örgütleyip, gönüllüleri arama-kurtarma çalışmalarına ilk dakikalarda başlatanlardan biriydi. Maalesef hayat ona o kadar süre tanımış, 32 yaşında aramızdan ayrıldı. Çok şanssız bir kaza sonucunda. O kazada yine birisine yardım etmeye çalışırken meydana gelen bir kazaydı. 4 kişilik bir ekiptik biz. Ağrı Dağı zirvesine ulaştıktan sonra dönüş sırasında tehlikeli bir yan geçiş yapıyorduk. Önce ben geçtim, arkamdan ikinci adam Selçuk geçti, İskender, son adam olarak üçüncü kişi Kuvvet’i gecirecekken, Kuvvet geriye doğru düştü ve ikisi birden kaydılar. Kaza bizim arkamızda olduğu için nasıl olduğunu göremedik. Kuvvet bir süre kayıp durmayı başardı ama ne yazık ki İskender duramadı.
TARHAN-Bu olayın benim açımdan ayrı bir önemi var. Benim AKUT’a katılma kararımı vermemde çok etkili olmuştur. Aynı tarihte ben de o bölgedeydim. O operasyonun hazırlıklarını yakından gördüm. AKUT ekibinin, arkadaşları için verdikleri bu mücadele beni çok etkilemiştir.
MAHRUKİ-Dağcılar arasında çok güçlü bir bağlılık vardır. Bugün Türkiye’de federasyon bu işi doğru düzgün yürütemediği için herkesi birbirine düşürdü, kamplaşmalara yol açtı, üniversiteleri bir tarafa attı, kendi yandaş grubunu yarattı. Yurt dışı yüksek irtifa tırmanışlarında ülkeyi temsil edecek dağcıların seçilmesinde bile ayırımcılık yapıyorlar. Kötü bir tablo var dağcılıkta Türkiye’de şu anda ama aslında dağcılık ile ilgilenenler birbirlerine gerçekten çok bağlıdırlar. İp arkadaşlığı kutsal kavramdır bizim için. Bu yüzden İskender’in kazası meydana gelince, bütün dostları, bölgeye akın akın geldi. Çok zor bir operasyonla askeri helikopterle alındı Ağrı Dağı’ndan. Türk Silahlı Kuvvetleri büyük destek verdi. Gerçekten çok zor bir süreçti. Tek tesellimiz büyük destek gördük milletimizden. İskender’in cenazesi de müthiş kalabalıktı. Acımızı o günlerde bütün toplum paylaştı…
İLK OLMAK:
TARHAN-İlk olmak, Nasuh Mahruki’nin omuzlarına ne tür bir sorumluluk yüklüyor?
MAHRUKİ-İlk olmak şu açıdan çok önemli: Şimdi Everest’e çıkmak her zaman zor bir iş veya K-2’ye de öyle. Ama bir işi ilk yaptığın zaman o işin psikolojik zorluklarıyla da boğuşuyorsun. Benim bu ülkeye yaptığım en büyük hizmet, bunların yapılabileceğini göstermektir. Bu gün Everest’e çıkan 14 tane dağcı var Türkiye’den. Bayan da var erkek de. Ben 1995 yılında Everest’e tırmandığım zaman Türkiye’de kimse 8.000 metreyi hayal bile edemezdi. Bırakın Everest’i, 8000 metre hayali yoktu dağcılarda. Esas yaptığım şey bu yolu açmak oldu. Tırmanış her zaman zor tabi ki. Ama bir işi ilk yaptığında, esas işin psikolojik yükünü de sen üstleniyorsun. Asıl zorluk oradan geliyor. Dolayısıyla ben kendi adıma hep onu hissederim. Yani kendimle ilgili bence asıl takdir edilmesi gereken taraf, öncülük ve ilk adımı atan kişi olmak olduğunu söylüyorum.
Mesela AKUT da öncü bir kurum.1996 yılında biz AKUT’u kurduğumuz zaman, arama-kurtarmada örgütlenmek, doğal afetlere karşı hazırlıklı olmak Türkiye’nin aklında bile yoktu. Enkaz olacak da, heyelan olacak da, gönüllü gelip onları oradan kurtaracak, bu ancak hayal olabilirdi herhalde. Ama dağcıların o örgütlü yapısı, ülkeyi geziyor olmaları, iyi tanımaları ve tabiki sorumluluk taşımaları nedeniyle böyle bir şeye öncülük yaptılar. Bu gün bir çok arama-kurtarma ekibi var Türkiye’de. Hepsi AKUT’tan sonra kuruldu. O yüzden ilk olmak, öncü olmak bambaşka bir şey. İlkler unutulmaz…
Bunun da ötesinde bu kimliklerimin bana bir de rol modellik sorumluluğu yüklediğinin de farkındayım. Bunu da kabulleniyor ve her şeyime bu anlamda dikkat ediyorum.
TARHAN-Yazar kimliğiniz ile, sporcu kimliğiniz ve STK lideri kimliklerinizi birbirleriyle kıyaslayabilir miyiz?
YAZABİLMEN İÇİN ÖNCE YAPMAN LAZIM:
BEN EYLEM ADAMIYIM:
MAHRUKİ-Yazar yönüm bence şu açıdan çok önemli: Paylaşmak! Allah bana nasip etmiş, bir çok ilki görme ve bir çok ilki başarma şansım oldu. 7 kıta, 60 civarında ülke görme imkanım oldu. Türk dağcılığında bir çok ilkler yapma şansım oldu. Çok zor coğrafyalara gidip gelme şansım oldu. Ama bunların hep paylaşılması gerektiğine inandım. Yaşamak eğer bir değerse, paylaşmak sürecin tamamlayıcısı. O yüzden paylaşmaya hep çok önem verdim. Sürekli seminerler, söyleşiler, kitaplar, makaleler, fotoğraflar, çekimler, belgesellerle bunları paylaşmaya çalıştım. Paylaşma arzumdan kaynaklanan bir şeydir bu çabalarım, kitaplarım vb. şeyler. Paylaşmazsam bir şeyler eksik kalır gibi bir hissim var bu konuda. Bu konuda bir çok kimliğim var. Mesela motosiklet çok severek yaptığım, keyif aldığım alanlardan biri, yani aslında bunların hepsi bir bütünün parçaları. Ve o bütünün farklı alanlardaki yansımaları ve hiçbirini diğerinden ayıramam. Yani biri eksik olsa ben ben olmazdım diye düşünüyorum. O bütünlükle bir anlam ifade ediyor ancak.
Yapmak mı yazmak mı dersek? Bunları birbirinden ayırmak mümkün değil. Yazabilmen için önce yapman lazım. Eylem olmadan yazı haline dönüşmez bu iş. O nedenle eylemsellik daha önemli. Zaten bu son kitabımın adı da eylem. Yani davranışlarınla, yani hayatta bir şeyleri değiştirerek, bir yerden bir yere bir şey alıp koyarak yada bir takım düşüncelerini değiştirerek bir şey ifade edebilirsin. O yüzden, eylemsellik benim hayatımda her zaman ön planda oldu. Ben eylem adamıyım, kendimi öyle tanımlarım. Yazabilmen için de önce bir eylemi fiili ya da duygusal planda yerine getirmen lazım. Yazmak elbetteki sonradan geliyor. Ama yazı olmasa da eylem orada eksik kalır. Yani o eylemin de tamamlanması için mutlaka yazıyla onun sosyal, kültürel, mesleki altyapısının da paylaşılması lazım. O yüzden mesele bu. Son kitapta düşünce dünyama çok yoğun yer verdim. Tamam ben bu ülkede bir şeyleri değiştirmek için bir çaba içerisindeyim 10 küsur yıldır ama bunun felsefi temellerini de okuyucuya mutlaka anlatmak gerekiyor. Sonuçta biz bunu macera olsun diye, heyecan olsun diye yapmıyoruz. Boş vakitlerimizi değerlendirelim diye de yapmıyoruz. Ülke sevgisi, insan sevgisi duygularının üzerine inşa edilmiş bir duruş bu. Bunun bizim kişisel gelişimimizi etkileyen, ruhumuzu besleyen bir taraf da var. Esas orayı da kuvvetli şekilde ortaya koymak lazım.
TARHAN-Ülkemizin dağcılık sporuna bakış açısı nasıl? Bu konuda Rusya hangi aşamada?
DOĞU BLOKU ÜLKELERİNDE PİRAMİT SİSTEMİ VAR.
MAHRUKİ-Türkiye bu anlamda çok geriden geliyor. Türkiye bu konuda batı dünyasının çok gerisinde. Bu çerçevede zaten çok farklı bir sistemin içerisinde zaten. Özellikle doğu bloku ülkelerinde spor şöyle yapılıyor: Piramit gibi bir sistem kuruluyor. Ama piramidin tabanını çok geniş tutuyorlar. Yani halkın her kesimine sporu yansıtıyorlar, öğretiyorlar, sevdiriyorlar. Dağcılık sporu da mesela milyonlarca insan tarafından yapılıyor. Ama piramitte yukarıya doğru çıkıldıkça sporcuların da kapasitesi, becerisi yükseliyor ve kısıtlı kaynaklardan da onlar faydalanıyor. Zaten kısıtlı kaynaklar var. O kaynaklardan da en iyi sporcular faydalanıyor. Piramidin en üstüne gelenlere sağlanıyor ülkenin kısıtlı imkanları. Oraya kadar ulaşan sporcular hep en üst düzeyde yetişmiş sporcular. Fizik olarak, ruh olarak, üretkenlik olarak. Doğu blokunda böyle bir özellik var. Kısıtlı kaynakları, bunları sadece hak edenlere, en iyilere kullandırtabilmek için, böyle bir rekabet sistemi kurmuşlar. Ama bunu da çok geniş kitlelere yayarak yapmışlar ve sporu sporcuyu, başarıyı her zaman toplum gözünde çok saygıdeğer bir yere oturtmuşlar. O yüzden de olağanüstü başarılı sporcular çıkartıyorlar ve bunun da ötesinde ülkelerinde herkes sporla uğraşıyor. Yani milyonlarca insan bu tür sporlarla uğraşıyor ve insanlar daha sağlıklı, daha akıllı. Bunu sadece sporda yapmıyorlar. Aynı şekilde eğitimde de kültürde de aynı şekilde yapıyorlar. O yüzden öyle bir zenginlikleri var.
TÜRKİYE’DE DAĞCILIK SPORU YANLIŞ ELLERDE
MAHRUKİ: Türkiye tabi oralarda değil. Bambaşka bir yerde Türkiye. Aslında 90’larla birlikte Türkiye bir açılım yaptı. 1994’de Kar Leoparı, 1995’de Everest, 1996’da Yedi Zirveler derken hakikaten dağcılık sporuna ilgi de çok arttı. Zaten genç nüfusta yavaş yavaş oraya kanalize olmaya başlamıştı. Bir de bu tür uluslar arası başarılar gelince, daha da çok motive oldu gençler ve dağcılık sporuna ilgi de arttı. Fakat Tayfun abi (Tercan) Türkiye Dağcılık Federasyonu başkanıydı ben Everest’e çıktığım dönemde, 1996 yılında çok şanssız bir kazayla hayatını kaybetti. Çok acı bir kaza oldu ve O’nun bir çok hayali vardı aslında. Federasyonu geliştirmek için yapmak istedikleri vardı, gerçekleştirmek istedikleri şeyler vardı. Fakat maalesef gerçekleşemedi bunlar.
1997 yılında yeni bir anlayış, yeni bir ekol, Dağcılık Federasyonu’nun başına geldi. Ve o ekol hala var 10 yıldır. Ne yazık ki Türk Dağcılığını yeteri kadar ileri seviyeye götüremediler. 1970’lerin 80’lerin anlayışıyla 300 kişiyi Ağrı Dağı’na götürüp, dağcılık yapıldığı zannedilen bir anlayışla, dağcılık sporu sürdürülmeye çalışılıyor. Elit sporcu çıkmıyor. Rusya’daki piramit sistemi gibi bir sistem yapamazlar belki ama küçük çapta bile yapmayı düşünmedikleri için, elit sporcu ancak bireysel başarılar elde ederek çıkabiliyor. Benim gibi, Tunç Fındık gibi yada ODTÜ grubu gibi. O yüzden Türkiye’de dağcılık sporu kötü ellerde.
TARHAN-Depremler ülkesi Japonya, Afet Yönetimi konusunda çok yol kat etmiş durumda. Bu konuda Japonya örnek alınabilir mi?
MAHRUKİ-Japonya bu konuda örnek olarak hem alınmalı hem alınmamalı. Japonya’nın ulaştığı seviyeyi kendimize hedef alarak, oralara ulaşmak için örnek alınmalı ama, onların bu gün bulundukları yeri alıp, Türkiye’ye uygulayalım dersek bu mümkün değil. Buna uygun ne alt yapımız var, ne ona uygun üst yapımız var. Japonlarda afet bilinci konusunda bir duyarlılık var. Japonya çok uzun yılların bir birikimi sonucunda o noktaya taşımış kendisini. Türkiye daha oralarda değil. O yüzden Türkiye’nin hiç kimseyi kopya edecek hali yok. Bu konuda kendisini mümkün olduğu kadar geliştirmesi gereken ve toplumun afete karşı önlemler alması gerektiğini bilmesi gereken bir toplum olma yolunda bir ülke Türkiye. Afet zararlarına duyarlılık ve hazırlık konularında gelişmekte olan bir ülke konumundayız henüz. Japonya zaten bunları çoktan aşmış.7-8 büyüklüğünde bir deprem oluyor, ufak tefek sıyrıklarla atlatıyorlar. Ama gelişmekte olan ülkelerde ya da az gelişmiş ülkelerde 6 büyüklüğünde bir deprem oluyor ve yıkıcı hale dönüşüyor. 7‘de ise kitlesel afete dönüşüyor. O yüzden bu anlamda örnek alamayız. Ama ülkemiz afet yönetimi konusunda 1999 yılında ve sonrasında çok dersler aldı. Bir şeylerin yeniden değiştirilmesi, yeniden kurgulanması gerektiğini fark etti. Fakat bunu ne yazık ki çok sağlıklı yapamadık.
Afet Yönetimi İkiye ayrılıyor:
1-Risk Yönetimi (Önlemler ve Hazırlık)
2-Kriz Yönetimi.(Müdahale ve İyileştirme)
Türkiye kendini hep kriz yönetimine hazırlıyor. Risk yönetimini sağlıklı yapamıyor. Yani afetler, afet zararları ortaya çıkmadan kaynak aktarımı yapması gereken safhaya, kaynak aktarmak yerine “Problem çok büyük, yüzbinlerce kaçak yapı var. Biz bununla başa çıkamayız, biz bunlar yerine arama-kurtarma birliklerini hazır tutalım” gibi bir mantıkla hareket ediyor Türkiye. Evet, arama-kurtarma ekiplerini hazır tutmalıyız, mecbur kalındığında kullanmalı ama onun ötesinde, bir taraftan da mevcut yapı stoklarımızı elden geçirmemiz gerekiyor. Ona yeteri kadar kaynak aktarmıyor Türkiye.
VATANIMIZ LAFLA SEVİLİYOR
TARHAN-Kitabınızın isminden yola çıkarak sormak istiyorum; Vatanımız lafla mı seviliyor?
MAHRUKİ-Maalesef öyle. Çünkü şimdi ülkeni seviyor musun? Atatürk’ü seviyor musun desen, kimse mangalda kül bırakmaz, hepimiz sevdiğimizi söyleriz. Daha doğrusu biz sevdiğimizi sadece söyleyerek ifade etmekle üzerimize düşeni yaptığımızı zannediyoruz. Şimdi dünya öyle bir sürece girdi ki, Türkiye’de bu sürecin içinde, artık sıcak çatışma dönemleri yaşanıyor. Dünya devletleri arasındaki rekabet çok ciddi sertleşmeye başlamış durumda. Böyle bir süreçte sadece yemek sever gibi, renk sever gibi, takım tutar gibi vatan sevgisi olmaz. Yani vatanını gerçekten seven insan bunu eylemleri ile de davranışları ile de göstermek zorunda.
Askeri birliklerin hepsinde yazar: “Vatanını En Çok Seven, Görevini En İyi Yapandır!” diye. Yani vatan sevgisi, üretmek demek, başarmak demek, doğru şeyler yapmak demek ve bütün bunları namuslu, dürüst, sorumluluk sahibi yurttaşlar olarak yapmak demek. Bu, o anlamda bir eylemsellik çağrısı aslında. Ülkeni sevdiğini söylüyorsun, Atatürk’ü sevdiğini, bağlı olduğunu söylüyorsun. Peki ne yapıyorsun O’nun için? “Askere gittim, vergimi veriyorum…” Bunlar yeterli mi acaba? Biz de ülkemizi seviyoruz ama ülkemizde eksik gördüğümüz bir takım şeyleri düzeltmek için mücadele ediyoruz. AKUT olarak 10 yılı aşkın bir süredir ülkedeki bir çok yanlış anlamayı düzelttik, bir çok çalışma yaptık, hiçbir şey yapmadıysak, afete hazırlık ve arama-kurtarma konusunda yepyeni bir vizyon kattık, kazandırdık ülkeye. Sevgi artık eylemle ve davranışlarla desteklenmeli. Türkiye ve dünya artık bu sürece girdi zaten. O nedenle bu kitabın adını öyle seçtim.
DOĞRU ZAMANDA DOĞRU İNSANLARLA BULUŞTURDU BENİ ANKARA
TARHAN-Ankara’nın Nasuh Mahruki için önemi nedir?
MAHRUKİ-Ben 5 sene Ankara’da yaşadım. Bilkent Üniversitesi’nde İşletme Bölümünde okurken, bir de Milli Güvenlik Akademisi eğitimim için geldim Ankara’ya. Ankara’nın hayatımda çok ciddi bir yeri var. Liseden çıktıktan sonra, bir anda bambaşka bir yaşam tarzı, üniversite ortamı, kampus hayatı ve çok heyecanlı bir hayat gerçekten. Ve müthiş de bir keyif aldım. Bilkent Üniversitesi gibi güzel bir üniversitede okumuş olmaktan da çok mutluyum. Ama onun ötesinde Ankara’nın bana şöyle bir kazanımı oldu: Dağcılık sporu ile ve diğer doğa sporları ile tanışma fırsatı bulduğum yer Ankara’dır. En önemlisi çok nitelikli, benden yaşça büyük, deneyimli dağcı, mağaracı, yamaç paraşütçüsü, aletli dalışçı insanlarla tanıştım. Ve onların yönlendirmeleriyle, onlardan aldığım eğitimlerle, onların bu sporların sadece fiziksel bir eylem değil, aynı zamanda düşünsel, zihinsel tarafına da ağırlık veren kısımlarını öğrendim. O zamanlarda Türkiye’de bu tür sporlarla uğraşan üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğu tiyatroyla, edebiyatla, felsefeyle, bir çok başka sosyal-kültürel alanlarla da ilgilenirdi. Bu gün giderek azaldı bu. Fakat o günler o şekildeydi ve o kuşak, o görgülerini, o birikimlerini bana da aktardılar. Ve ben de bir şekilde, o vizyonla bu sporları yapan bir kişi oldum. Dolayısıyla Ankara’nın bana en büyük etkisi budur. Doğru zamanda doğru insanlarla buluşturdu beni Ankara.
TARHAN-Nasuh Mahruki’nin ileriye dönük planları projeleri nelerdir?
MAHRUKİ-Yeni kitaplar, yeni seyahatler, yeni tırmanışlar var ileriye dönük. Tekneyle dünya seyahati hayalim var. AKUT’u çok daha iyi bir noktaya taşımak istiyoruz. Çok daha güzel işler yapmak istiyoruz.
TARHAN-Son olarak üniversite öğrencilerine mesajlarınızı alabilir miyiz?
MAHRUKİ-Aslında bu son kitap, mesajlarla dolu bir kitap. Öğrenciler mesajları bu kitapta bulacaklardır. Türkiye’de şu anda çok ciddi bir dezenformasyon süreci yaşanıyor, çok kirletilmiş bir bilgi süreci yaşanıyor. Gerçekten Türkiye’de özellikle son yıllarda müthiş patladı ve 12 Eylül’den sonra da bu şekilde devam eden bir süreç bu. Üniversite öğrencilerine bunlarla mücadele etmeleri gerektiğini söylemek isterim. Şu anda Türkiye’de magazin ve televole anlayışı, sonu gelmeyen magazin ve futbol, insanların özellikle gençlerin beyinlerini uyuşturmak için bir araç olarak kullanılıyor. Futbol 1,5 saatlik güzel bir spor fakat 1.5 saat oynanıyor 2,5 saat tartışması yapılıyor. Ve bunlar bilinçli, planlı yapılan şeyler. Bugün tüm kanallarda magazin programları ve futbol var. Hepsinde olaylar yorumlanırken bir magazinleştirme çabası var. Bunlar çok tehlikeli gidişler. Bu sadece bir renk, hoşluk, insanlar da bunu istiyor diyerek, mücadele etmemeyi gerektiren bir konu değil. Çok ciddiye alınması gereken bir konu. Üniversite öğrencilerine kendi geleceklerine sahip çıkmalarını öneririm. Ortalıkta çok ciddi bir bilgi kirliliği var. Bu bilgi kirliliğinden kendilerini kurtarmak için, güvenilir, nitelikli, doğru bilgi kaynaklarından yararlansınlar. Internet bu açıdan çok büyük bir fırsat, çok güçlü bir imkan. Medya sana yanlış bilgileri pompalayabilir fakat internet sayesinde bu bilginin doğrusunu bulma imkanı çok daha fazla. O yüzden üniversite öğrencilerine araştırmacı olmalarını, sorgulayıcı olmalarını, kendilerine dayatılmak istenen şeylere karşı dikkatli davranarak, sorgulayıcı bir bakışla araştırmalarını öneririm.
Önümüzdeki yıllarda ülkemizin hepimize daha fazla ihtiyacı olacak…
TARHAN: “Vatan Lafla Değil Eylemle Sevilir” adlı kitabınızın imza gününde bizlerle birlikte olduğunuz ve düşüncelerinizi bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederiz.
MAHRUKİ: Ben de çok teşekkür ederim.