Röportaj 12
“Açık Mektup’un kitabını yapıyorum”
Nasuh Mahruki, bir dönem kendisi ve AKUT’la ilgili yapılan asılsız iddialara yeni kitabıyla yanıt vermeye hazırlanıyor. İnternetteki web sitesinde yayınladığı “Açık Mektup”un daha genişletilmiş ve kanıtlarla zenginleştirilmiş versiyonu olacak kitabın şimdiden gündem yaratacağı kesin.
Dağların müdavimi, alternatif rotaların ve adrenalin sporların tutkunu, doğa aşığı Nasuh Mahruki ile mabedi andıran evinde, yalın bir sohbet gerçekleştirdik. Cumhuriyet Bayramı için Ankara’da katıldığı resepsiyonun hemen sonrasıydı. Elimde birtakım notlar ve medyada çıkan onca söyleşisinin ardından “sorulmayan ne kalmış” sorgulamalarıyla karşısındaydık. Gerçekten çok detaylı hazırlanmış bir web sitesi var Nasuh Mahruki’nin. Üstelik fotoğraf arşivi bakımından da hayli cezbedici. Ailesinin geçmişiyle her zaman gurur duyan ve kendisini bu ülke topraklarına bağlayan en önemli unsur olarak gördüğü genetik özgeçmişi de yine fotoğraflı olarak sitede yer alıyor. Sitenin en ilginç bölümü ise “Açık Mektup”. Özellikle 2000-2001 döneminde AKUT ve kendisine medya kanalıyla yöneltilen iddialara bir anlamda yanıt niteliğinde bu köşe. Okudukça Nasuh Mahruki’nin o yıllarda ne kadar incindiğini anlıyorsunuz. Onca haksız eleştiri ve asılsız suçlamalar karşısında Mahruki olgun bir tavır sergilemiş, aslında bu biraz da zorunlu bir tercih olmuş. “Hangi birine yanıt verecektik ki” yanıtını veriyor Mahruki ve devam ediyor: “Bu yıl içinde bitirmeyi düşündüğüm altıncı kitabım gereken tüm yanıtları, olabildiğince açık, net ve kanıtlarıyla sunuyor olacak.” Bunu söylerken yüzünde bir tebessüm de belirmiyor değil.
Neden şimdi? Neden o zaman değil?
Doğru zaman bu zaman. Hiç hazır olmadığımız bir süreçte o kadar saçma sapan iddialarda bulunuldu ki, hangisine cevap vereceğimizi şaşırdık. Aslına bakarsanız daha çok üniversite ve şirketlere yönelik verdiğim liderlik ve takım çalışması konulu seminerlerden derleyerek içeriğini oluşturduğum bir kitap projem vardı. Derleme süreci uzun sürdü ve tam bu dönemde Açık Mektup’daki konu beni daha çok sarmaya başladı. Olayların üzerinden epey zaman da geçmişti. Sakin kafa ve soğukkanlı bir yaklaşımla yeniden o süreçleri ele alıp, objektif bir değerlendirme yapma isteği ağır bastı. Kanıtlara dayanan belgeli bir kitap olacak.
Belli ki çok konuşulacak kitabınız. Seminerlerinizde en çok hangi başlıklara vurgu yapıyorsunuz?
En önemli başlık insanın kendini tanıması. Bu çok inandığım bir kavram. Farklı genetik ve sosyal özelliklerle kendimizi geliştiriyoruz. Bir kısmı doğuştan, bir kısmı sonradan kazanılan yeteneklere sahibiz. Sonuçta bizi biz yapan, kimliğimizi ortaya koyan unsurlar bunlar. Bunları ne kadar erken ve doğru tanımlarsak ve süreç içersinde kendi içimizdeki değişimleri ve gelişmeleri de ne kadar doğru yakalayıp analiz edersek kendimizi o kadar doğru biliriz. Hedeflerimizi de ona göre seçebiliriz. Örneğin benim 1,76 boyumla NBA’de basketbol oynayacağım gibi bir hayalle kıvranmam baştan kaybedilmiş bir mücadele anlamına gelir. “Yapı olarak psikolojik ve fiziksel anlamda dayanıklıyım, hedef odaklı hareket edebiliyor ve uzun süreli streslerle başa çıkabiliyorum, doğadan zevk alıyorum; o zaman yüksek irtifa dağcılığı gibi bir spor benim için uygun olabilir” gibi bir akıl yürütmeyle ilerledim. Eğer çıkış noktasına kendinizden başlarsanız hedefleri de o yolda seçerseniz ki benim ve birçok başarılı insanın yaptığı gibi, rekabet avantajınız çok daha fazla olur. Bunun ardından hedef odaklı hareket etmek ve sürekli hedefi yenilemek gibi başlıklar geliyor. Bu son derece dinamik bir süreç, çünkü hayatın kendisi çok dinamik. Hayat bir tarafa koşuyor ve sizin de tökezlemeden onun içinde uygun bir süratle koşmanız gerekiyor. Bunu yapabilmenin en sağlıklı yolu sahip olduğunuz özellikleri bilmekten ve hayatla doğru yerlerde kesişmekten geçiyor.
Sizin kendinizi tanıma süreciniz ne zaman başladı?
Üniversitedeyken doğa sporlarıyla tanıştım, o süreçte bedensel ve ruhsal yeteneklerimi anlama şansım oldu. İşletme eğitimime paralel dağcılığa başladım. 20 yaşındaydım. Peşinden mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış, bisiklet gibi sporlar geldi. Aslında bütün derdim kişisel gelişimimi en üst seviyeye taşımak. Ulaşabileceğim en üst düşünsel seviyeye ulaşarak bu hayattan ayrılmak istiyorum. Bunu yapmanın da çeşitli yolları var. Bizzat deneyimlemek ve yaşayarak, yaparak öğrenmek en çok tercih ettiğim yol. Motorsikletle Katmandu’ya gittim, yelkenliyle Akdeniz’i geçtim, yedi kıtanın hepsine gittim, Alaska’nın kuzeyinde çok özel artik koşullarda hayatta kalma eğitimi aldım, çok ağır fiziksel ve psikolojik şartlarda pek çok deneyim yaşadım. Hepsi hem hayatı tanımak hem de içimdeki potansiyeli ortaya çıkarabilmek içindi. Önemli ölçüde kendimi tanıdığımı söyleyebilirim bu yüzden. Gerçi Sokrat, “Bir insanın kendini tanıma süreci ömür boyu devam eder” demiş. Doğru, çünkü insanoğlu hayatın yarattığı dinamizde değişen ve gelişen bir varlık.
Üzerinde ısrarla durduğunuz konulardan biri de birey sorumluluğu kavramı.
Sartre, Proust, Levinas gibi ünlü filozofların söylediği gibi; varlığımızın tekil olmasına rağmen sorumluluğumuzun evrensel olduğuna inanıyorum. Diğer canlılardan farklı olarak sahip olduğumuz aklımız gereği sorumluluk taşımamız gerektiğini düşünüyorum. Mustafa Kemal, Anafartalar’da; “Sorumluluk yükü ölümden de ağırdır” der. Bize göre de öyle… Hedeflerime ulaşmaya çalışırken kendime ve başkalarına karşı sorumluluklarımı hiçbir zaman göz ardı etmem, ikisi arasındaki dengenin bozulmasına da izin vermem. Hayattan beklediklerim ve kendime karşı sorumluluklarımı yerine getirdiğim gibi, AKUTta veya gönüllü olarak görev yaptığım diğer alanlarda da sorumluluklarımı hep birlikte götürmeye dikkat ediyorum. Biri diğerini bastıramıyor…
Şöyle düşünün: Bir toplumu oluşturan bireyleri yalnız bırakırsanız bunların içinden bir kısmı diğerlerinden daha zeki ve atılgan olduğu ve rekabet avantajına sahip olduğu için sıyrılıp öne çıkarlar. Eğer herkesin enerjisini toplum için birleştirecek çağdaş bir sistem kurarsanız o zaman matematikçi, devlet adamı, asker, tarihçi, iş adamı, sivil toplumcu, vs. herkes sahip olduğu bilgiyi toplum yararına en iyi şekilde ortaya koymak için çalışır. Hem kendisi bundan tatmin olur, hem de karşılığını da sağlıklı ve dengeli bir toplumda yaşayarak alır. Böylece hep birlikte hepimiz için sinerji yaratırız. Ancak bunun olabilmesi için; adil, tarafsız ve kalıcı bir üst denge unsuru gerekir ki modern toplumlarda bunun adı Devlet’tir.
Türkiye bu tabloda sizce nerede?
Adil, tarafsız, etkin ve kudretli bir Devlet sinerjisinden uzak olduğumuzu düşünmeme rağmen, Türkiye hala dimdik ayakta kalmayı başarabilen ve geleceğine umutla bakabilen bir ülke. Sebebi de bu topraklarda, topluma verdiğinin karşılığını alamasa bile, vermenin mutluluğunu yaşayan sayısız insanın olması. Anadolu’lu olmanın görgüsü ve kültürü çok farklı. Bizim kültürümüzde vermenin mutluluğunu içselleştirmiş hala ve herşeye rağmen güçlü bir anlayış var. Türkiye işte bu fedakar insanların omuzlarında duruyor. Bu gücü, birlikteliği ve çabayı sistemli hale dönüştürebilir ve daha da yaygınlaştırabilirsek inanılmaz bir açılım yaşayacağımıza eminim.
AKUT da vermenin mutluluğunu yaşayan gönüllülerin bir araya getirdiği ülkedeki sayısız topluluklardan biri. Yaşadığımız onca sıkıntıya rağmen bundan vazgeçmedik. Açıkcası, hayatı bir magazin eğlencesi gibi algılayan zihniyet tarafından takdir edilip edilmemek de çok umurumuzda değil. Çünkü biz yaptığımız işin karşılığını kurtardığımız insanlar ve onların ailelerinin mutluluğuyla alıyoruz zaten. Yapmaya çalıştığımız şeyi anlayan, inanan ve destekleyen sessiz çoğunluk gücümüzün kaynağıdır…
Atilla İlhan gibi siz de ülkemizin geleceği konusunda umutsuz değilsiniz o zaman.
Kesinlikle. Atilla İlhan’ın ömrü vefa etmedi ama o doğru yolda olmanın, doğru bir amaç için mücadele etmemin mutluluğunu yaşayarak geçirdi ömrünü. Eskiden girdiğim mücadelelerde mutlaka sonuca ulaşmak, sonucu görmek isterdim. Oysa artık doğru yolda olduğumu bilmek benim için daha önemli. Sonuç kadar hatta ondan da fazla süreç önemli benim için. İkisi arasında bir seçim yapmam gerekirse süreçte doğru olmayı seçerim ve sonucunu hayata bırakırım. Arzu ettiğim sonucu göremeyebilirim, aynen Atilla İlhan gibi. Ama nasıl olsa doğru yolda olan başka insanlar da var ve hep yenileri çoğalarak gelecek ve onlar mutlaka ülke için, insanımız için en iyi sonucu görecekler. Biz de bu yolda bir basamak olup, geçip gideceğiz.
Tırmanışlarınızda yaşadığınız duygu hali nasıl?
Dağcılığı ve dağlarda olmayı çok seviyorum. Kendimi çok iyi hissediyorum. Dağın sundukları benim için düşman koşullar değil, aksine kendimi çok rahat hissettiğim hatta çok huzurlu ve dengeli olabildiğim koşullar. Dağcılığa uygun bedensel ve ruhsal bir yapım var, bu yüzden yıllardır hem büyük bir keyif alarak hem de başarıyla yapıyorum. İşin sırrı sevmek, içtenlikle ve beklentisiz sevmek, sadece öyle olduğu için sevmek…
Sizin için en unutulmaz tırmanış hangisi?
K2, çünkü zirvesine tırmanan her üç dağcıdan birinin öldüğü çok zorlu ve tehlikeli bir dağ. Hayatımda ondan daha zorlu bir şey yaşamadım.
Korku hissetmiyor musunuz?
Herkesin korkuları vardır, herkes kayıba, zarara uğramaktan korkar, ki sağlıklısı da budur. Önemli olan kendiniz ve hedefiniz arasındaki ilişkiyi kurarken, bunu korku ve endişeler üzerine kurmamanız. Bu duygular sağlıklı bir seviyede tutulabilirse, size büyük bir avantaj da sağlar, daha dikkatli, daha özenli ve daha iyi haırlıklı hareket edersiniz. K2 gibi bir dağa tırmanırken endişe ve korku hissetmemek yanlış olur. Korkmazsanız karşınızdakini küçümsersiniz ve gardınız düşer ki bu çok tehlikelidir çünkü açık verirsiniz ama abartmayacaksınız da, o zaman da hedefinizden uzağa düşersiniz . Karşınızdaki neyse odur ve ona uygun hareket etmeniz gerekir. Mümkün olduğunca “rakibiniz” hakkında bilgi sahibi olmalısınız. İster korkuyu bastırın, ister uzaklaştırın ama mutlaka ciddiye alın ve kontrol edin ve mücadeleyi yapmaktan asla vazgeçmeyin.
Hedefe/Zirveye ulaşmada güç aldığınız unsurlar neler?
Kendimi tanıma ve bundan kaynaklanan hedef odaklı hareket etme üzerine bir süreç inşa ettiğimden motivasyon için ayrıca bir unsura ihtiyaç duymuyorum. Bu döngü kendi kendini besliyor zaten. Ben değiştikçe ve geliştikçe hedeflerim de değişiyor ve bir anlamda gelişiyor. Sürecin bir tarafını kişisel öğrenme ve gelişme arzum oluşturuyorken öbür tarafını da bir parçası olduğum sisteme fayda sağlamak oluşturuyor. Benim için ikisi de birbirinden ayrılamaz değerler. Bu denge ise bana en büyük gücü ve kararlılığı veren şey.
Röportajdan çarpıcı notlar
- Nasuh Mahruki, Milli Güvenlik Akademisi’nde özel bir eğitim almış. 1950’lilerden beri yapılan sivil, asker, üst düzey bürokratlar arasından seçilen belirli bir grubun politik, ekonomik, askeri ve sosyo-kültürel konularda bilgilendirildiği ve devletin kendi bürokrat kademesi için yetiştirdiği 5 aylık bir eğitim programı. 55. dönemine katılan Mahruki, AKUT sebebiyle eğitimlere alınan ilk Sivil Toplum Lideri. Dediğine göre bu eğitimi alma konusunda epey ısrarcı olmuş.
- Daha önce 6 derece miyop ve 2 derece de astigmat olan Mahruki, Everest’e çıktığında gözünde kontak lensleri varmış. Camel Trophy’deki yarışlar sırasında lenslerden dolayı gözü mikrop kapınca bunlardan da lazer operasyonuyla kurtulmuş.
- Arabalara özel bir tutkusu olmamakla birlikte motosiklet merakı olduğu kesin. Dört farklı modelde motosikleti, biri şehir içi kullanım, diğeri arazi ve son olarak da 1970 model klasik Corvette Stingray’iyle birlikte üç arabaya sahip.
- Önümüzdeki yıllarda Everest’e bir kez daha, bu kez oksijen desteksiz olarak tırmanmak gibi bir planı var.
- Karşısındaki insanda aradığı en temel özellik iyi niyet. Gösterdiği ile hedeflediğinin ya da dudaklarından çıkanla gönlünden geçenin aynı olması iyi niyeti ortaya koyuyor. Olayları ve insanları taşıdığı niyet çerçevesinde değerlendiriyor. İyi niyet varsa her şeyi hoş görebileceğini düşünüyor ama kötü niyet varsa pek hoşlanmasa da hırçınlaşabiliyor. Bunu kolay anlayabiliyor musunuz şeklindeki sorumuza verdiği yanıt ilginç; “İnsanlar o kadar kolayca perdeleyebiliyorlar ki niyetlerini, ben de hayatım boyunca çok gol yemişimdir bu yüzden.”
SPOT: “Ulaşabileceğim en üst düşünsel seviyeye uluşarak bu hayattan ayrılmak istiyorum.”
SPOT: “Eskiden girdiğim mücadelelerde mutlaka sonuca ulaşmak, sonucu görmek isterdim. Oysa artık doğru yolda olduğumu bilmek benim için daha önemli. Sonucu görmeyebilirim, aynen Atilla İlhan gibi.”