Röportaj 3
Söyleşinin hikayesi:
Nasuh Mahruki’ye on gün kadar önce kişisel sitesindeki iletişim bölümünden ulaştım. Kendisiyle sitem adına küçük bir söyleşi talebimi oracığa yazdıysam da; Türk bayrağını Everest Dağı’nda çarşaf gibi dalgalandırmış bu dev adamın, onca mail arasından benimkini görüp- okuyup bir de üstüne cevaplayacağı, üstelik bu cevabın olumlu olacağı konusunda (doğrusunu söylemek gerekirse) küçük endişeler taşıdım.
Ama küçük mucizeler hep olur… Geçtiğimiz hafta ciddi bir rahatsızlık geçirdiğim sırada kendisinden aldığım olumlu cevabın ardından, telefonda bir söyleşi yapabilme fırsatını da tamamen iyileştikten sonra yakaladım.
Soracak çok şeyim vardı. Ancak özel hayatına- inançlarına dokunmadan sormak, gösterdiği inceliği ve iyi niyeti kötüye kullanmamak, karşımdakini hoşnut olmadığı en ufak bir durum içine sokmamak zorundaydım.
Bu durum; “klişe soru” dezavantajını beraberinde getirdiyse de, en azından söyleşiyi saygı sınırları içinde tamamladım…Ama söyleşiden önce dilerseniz kişisel sitesindeki bilgiler ışığında kendisini biraz daha yakından tanıyalım;
Kimdir Ali Nasuh Mahruki?
Ali Nasuh Mahruki 21 Mayıs 1968 yılında İstanbul’da doğmuş, 1992’de Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi ve 2004’de Milli Güvenlik Akademisi olmak üzere iki ayrı üniversiteden mezun olmuş ve hayatına şimdilerde profesyonel sporculuk, yazarlık ve fotoğrafçılığı sığdırdığı gibi; dağcılık, mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış, motor sporları, yelken ve bisiklet sporlarından da geri kalmamış sıradışı bir adamdır.
Yine kişisel sitesindeki ifadelere göre; Sovyet Asya’nın 7000 metreden yüksek 5 tırmanışını da tamamlayarak, Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından kendisine KAR LEOPARI unvanı verilen Mahruki, Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk ve dünyadaki ilk müslüman dağcı olmuş ve YEDİ ZİRVELER projesini tamamlayan dünyanın en genç dağcısı ünvanına layık bulunmuştur. 8000 metreden yüksek Cho Oyu, Lhotse ve K2 dağlarına oksijen desteksiz olarak tırmandığı bilinen Mahruki; Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Nepal, Sıkkım, Tibet ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde motosiklet seyahatleri yapmıştır.
Buraya sığmayacak kadar çok; radyo- televizyon program katılımları, dernek kuruculuğu ve başkanlıkları, gazete- dergi yazarlıkları, ciddi anlamda seminer- eğitim programları ve satış rekorları kıran kitapları vardır (daha fazlası için bakınız; www.nasuhmahruki.com).
Şimdi dilerseniz kendisine telefonda bizzat sorma şansı bulduğum sorularımı ve kendisinin aynı sorulara cevaplarını görelim…
Ve işte söyleşi…
Soru: Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk – Müslüman dağcı olma unvanını taşıyorsunuz, bunun için öncelikle ülkem ve kendi adıma yürek dolusu tebrikler- teşekkürler. Everest Dağı’na bir çok denemeden (mesela on denemeden) sonra ancak tırmanabilen dağcılar olduğunu okumuştum. Siz (8850 m. yüksekliğe) ilk denemenizde mi tırmandınız?
Cevap: Evet ilk denememde tırmandım. Ayrıca bu benim ilk “8000 metre” denememdi, yani 8000 metrenin üzerine daha önce bir tırmanışım yoktu.
Soru: Gerçekten büyük başarı, tekrar tebrikler. Peki en yükseğe çıktıktan sonra (dağcılık ve tırmanma anlamında tabi ki) hedefsiz kaldığınızı hissettiniz mi?
Cevap: Yok, hiç öyle olmadı. Dağcılık sonuçta bir tek Everest’in zirvesine ulaştınız diye bitecek bir spor değil. Dağcılık dağlarda olmaktan keyif almayı içeren bir spor dalı. Yaptıklarınız illa 8000’lik olmak, yada çok özel projeler olmak zorunda değil. Sonuçta Everest’ten sonra da bir çok proje yaptım. Ben dağlarda olmaktan keyif alıyorum, dağcılık sporunun çok asil bir spor olduğunu düşünüyorum bütün dinamikleriyle, kurallarıyla.. Doğa ortamında olması sayesinde de çok ayrı güzelliklere sahip olduğunu düşünüyorum ve o yüzden de büyük keyif alıyorum gerçekten.
Öte yandan tabi ki Everest gibi bir tırmanışı başarıyla sonuçlandırmak insanın hem özgüven, hem özsaygı, hem o başarma duygusu hem hedefe ulaşma duygusu gibi bir çok duygusunu tetikliyor. Çok büyük bir mutluluk, çok büyük bir coşkuyu insan hissediyor. Öte yandan tabi bunun ilk defa Türkiye’den bir sporcu tarafından başarılıyor olmasının getirdiği apayrı bir manevi tatmin daha var. Yani Türk sporunun yeni milli sınırını belirlemek bir sporcu için hakikaten çok onur verici bir olay. Kısacası hem kişisel- hem ulusal aynı anda çok büyük ve coşkulu duygular hissediyor insan..
Soru: Bunlar insan gururlandıran yanınızdı, bir de insan kurtaran yanınız var ki 1999 Gölcük Depremi başta olmak üzere dünyanın başka yerlerindeki depremlerde de aktif rol üstlenerek sayısız can kurtardınız. Bunun bir tür ibadet olduğunu düşünüyorum ve sormak istiyorum; unutamadığınız bir kurtarma hikayesini bizimle paylaşmak ister misiniz?
Cevap: Valla ben (tekrar tekrar) pek düşünmüyorum onları, yani tabi çok zor süreçler bunlar. İnsanların en sıkıntılı, en zor, hatta ölüm korkusu yaşadıkları zamanlarda biz onların hayatlarına giriyoruz. Fiziksel olarak da zor, psikolojik anlamda da zor, teknik olarak da zor, her açıdan çok zor süreçler bunlar.. Ama biz bu yaşananları içimizde sürüklemiyoruz, yani o yaşananlar yaşanıyor, o insanların hayatına bir şekilde dokunup, elimizden geleni yapıp onları o sıkıntılı durumdan çekip alıp yolumuza devam ediyoruz. Yani hakikaten aklımda öyle pek anılar yok. Özellikle 99 depremi zaten çok ağır bir travmaydı herkes için, hepimiz için. Sonrasında da aklıma pek getirmek istemedim.
Soru: Saygı duyuyoruz, zaten okuyucularımız da (bir çok duyguyu bir anda yaşatan) türlü kurtarma hikayelerini sitenizden dilerlerse bulabilirler. Peki az önce söylediniz ya, “psikolojik- teknik anlamda olduğu kadar fiziksel olarak da zor süreçler bunlar” diye; işiniz (gerek dağcılık, gerekse kurtarma ve diğer faaliyetler) yüksek efor ve ciddi fiziksel sağlık gerektiriyor. Bunun için özel olarak yaptığınız bir şey var mı, paylaşmak ister misiniz?
Cevap: Bütün sportif faaliyetlerde 3 tür antrenman vardır.. Fiziksel, teknik ve psikolojik… Fiziksel antrenman kaba gücünüzü, kaba hızınızı artırmak için yaptığınız antrenmanlardır (ağırlık, koşu gibi)… Teknik antrenmanlar, yaptığınız spordaki teknik veriminizi yükseltmek için yapılan çalışmalar. Çok tekrarlı, çok detaylı çalışmalardır. Psikolojik de olaya yapacağınız sporla yada hedefinizle kendim aranızda bir bağ kurmak için, kendinizi bütün o şartlara hazırlamak için yaptığınız çalışmalardır. Ben üçünü de ciddiyetle, profesyonel seviyede ve hatta kendim öğrenerek yaptım. Bu anlamda dağcılıkta çok gelişmiş bir antrenörlük mekanizması yoktu Türkiye de, benden önce 8000 metrelik bir hedef de yoktu zaten Türkiye de. O yüzden ilgili tüm konuları kendim deneyerek yanılarak ama az hata yaparak, yabancı dağcılarla özellikle Rus dağcılardan öğrendiğim sistemlerle yaptım.
Soru: “Antrenörlük sistemi yoktu” dediniz ya, sorularımdan biri de bir miktar bununla ilgiliydi. Örneğin futbolcular aktif futbolu bırakınca teknik adam olarak yollarına devam ederler. İleride sizin için de aktif dağcılık sona erdiğinde bu tür projeler olabilir mi? Hatta tamamen başka bir alan olan oyunculuk düşünür müsünüz? Örneğin bir belgesel, ama sıradan bir belgesel kastetmiyorum, içinde oyunculuğunuzun da bulunduğu bir belgesel düşünür müsünüz? En azından bizim açımızdan seyrinin keyifli olacağı şüphesiz.
Cevap: Yani olabilir sonuçta.. Hayat bir çok fırsatlarla seçeneklerle dolu. Eğer faydalı olacağına inandığım bir proje olursa neden olmasın. Sonuçta ben yaptıklarımla hem öncü olmak hem başkalarına yol göstermek, yaşadığım ve çektiğim o zorluklarla uğraşmasınlar diye hep yazarak- fotoğraflayarak- belgeselleştirerek çok yardımcı olmaya da gayret ediyorum bir yandan. Çünkü paylaşmak lazım bunları. Bir konuda öncü olmanın böyle bir sorumluluğu da var, yani o öncülüğün getirdiği öğrenimleri diğerlerinin bir iki adım daha ileriden başlaması için etkili bir şekilde paylaşmak gerekiyor. Nitekim ben de bunu her zaman yaptım. Mesela 24 yaşımdayken yazdım ilk kitabımı, o yüzden bu tür konulara her zaman açığım ve eğer çok uygun bir proje olursa başta da söylediğim gibi neden olmasın..
Soru: Evet o da başka bir konu. Gerçekten (birkaç yazınızı okudum) o tarafınız da çok güçlü. Yani iyi bir sporcu olunabilir, ama aynı anda iyi yazmak nadir rastlanır bir durum olsa gerek.
Son bir sorum var; bilirsiniz; bizde aileler çocukları için az riskli, düzenli geliri olan, oturaklı işler- uğraşlar düşünürler hep. Bu anlamda sıradışı eğilimlerinize (tırmanmak ve dağcılık gibi) ebeveynlerinizin yaklaşımı ilk duyduklarında ne yönde oldu? Karşı çıkmaları yada “onlara rağmen devam etme” gibi bir durum söz konusu oldu mu?
Cevap: Yok hayır. Benim ailemle ilişki zaten bu şekilde değil, belki de hep güven üzerine kurduğumuz için çocukluğumdan itibaren.. Sonuçta ben ilk 7000 metrelik tırmanışıma gideceğim zaman bile babam haber verdim sadece. Aslında izin almak gibi bir durumumuz da olmadı aramızda, ama o aile bireyleri arasındaki ilişkilerinin kalitesinden ve çocukluktan itibaren özgüvenle büyütülmekten ve güven üzerine kurulan bir ilişkiden kaynaklanan bir durum. Ama bu soru doğru bir soru; çünkü Türkiye’de bir çok genç, bu konularda ailelerine maalesef doğru söylemiyorlar dağa çıkarken yada doğa sporlarıyla uğraşırken. Başka bir tarafa gittiğini söyleyip kampa gidiyor. Sanırım “koşma terlersin” zihniyetiyle yetiştirdiğimiz için çocuklarımızı, biraz pasif ve biraz da kendi kabiliyetlerinin farkında olmadan büyüyorlar.
Ve söyleşi bu soruyla tamamlanıyor. Ailesinin desteğini yanında bulma anlamında şanslı olduğunu ifade ederek ve de en baştaki ülkem adına tebrik ve teşekkürüme kişisel sitem adına olanı da ekleyerek bu keyifli söyleşiyi tamamlıyorum..
Kendisine özel hayatında mutluluklar ve de bundan sonraki hedeflerini yerine getirebilme anlamında (ihtiyacı olmasa da) şans, sağlık ve türlü imkanlar diliyorum.
Hatice Olgun 2009