Sangthokpalri – Ayhan Öğretmenin Düşü – Bir Motosiklet Kazası ve Sönen Hayatlar

SANGTHOKPALRİ

Sıkkım’ı motosikletle gezdiğim dönemde çok ilginç ve hoş şeyler yaşamıştım. Dünyanın bu uzak coğrafyasında her günüm yeni yerler görerek ve yeni tecrübeler yaşayarak geçmişti. Yaşadıklarımın pek çoğunu, hele 300 yıllık bir manastırda bulduğum şeyi başkalarıyla paylaşmayı hep istedim.

Manastırdaki ilk günümde erken bir kahvaltıdan sonra, 1705 yılında Gevala Lhatsun Chembo tarafından kurulan ve Sıkkım’ın en önemli manastırlarından biri olan, “mükemmel yüce lotus çiçeği” anlamına gelen Pemayangtse’yi, Lama Yongda’nın rehberliğinde gezmeye başladık. Manastır, 8 yüzyılda Guru Rimpoche ya da Sanskritçedeki adıyla Padmasambhava tarafından kurulan, Tantrik Nyingma-pa mezhebine ait. Üç katlı manastır 1913 ve 1960 depremlerinde ciddi şekilde hırpalanmış ve zaman içinde çeşitli restorasyonlar görmüş. İçinde fotoğraf çekilmesine izin verilmeyen manastırda, değerine paha biçilemeyen eski duvar resimleri, heykeller ve dinsel objeler var. Manastır’ın son derece etkileyici antika parçalarını ve hikayelerini dinleyerek gezmeye devam ettik. Üçüncü kata geldiğimizde, karşılastığımız manzara gerçekten inanılmazdı. Geniş salonun ortasında, büyük bir camekanın içinde inanılmaz büyüklükte, yedi katlı, rengarenk, dev bir ahşap yapı duruyordu. Sangthokpalri adındaki, inanılmaz detaylarla dolu olan bu sanat harikası, Guru Rimpoche’nin kutsal mekanını anlatıyor. Cam bir korunağın içinde saklanan rengarenk eserde, her biri değişik bir hikayeyi ifade eden sayısız minyatür figür bulunuyor. İskeletler ve cehennemden gelen varlıklar en alt katta yer alıyor. Yemyeşil ormanların arasında kaplanlar ve diğer orman canlıları, ağaçlarda küçücük kuşlar görünüyor. Yukarıya çıkıldıkça kutsal varlıkların yaşadığı katlar geliyor. Küçük stupalar ve Buddhalar, çatıların köşelerinde ise garudalar ve dragonlar uçuyor. Büyük bir sanatkar olan Dunzin Rimpoche tarafından yapımı 5 yıldan uzun süren Sangthokpalri, pek unutulacak bir şey değil. Ne yazık ki fotoğraf çekemedim. Fotoğraflarına saygısızlık yapılacağı endişesinden, buna izin vermiyorlar. Oysa bu muhteşem eseri başkalarıyla paylaşmayı çok isterdim.

Sangthokpalri, her gördüğüm şeyin şaşkınlık verdiği bu gezide, şaşırmanın ötesinde beni allak bullak etmişti. Yıllarca aklımın bir köşesinde Sıkkım’ın içlerinde yalnız bir manastırda saklanan ve pek az kişinin görebildiği bu muazzam eseri, eserdeki enerjiyi, varolma sebebini ve onu yapan sanatkarın duygularını hayal ettim. İnsana böyle bir şeyi hangi tutku, hangi duygu yaptırabilir sorusuna bir cevap aradım. Ta ki Ege’de bir akşamüstü Ayhan öğretmenin gözlerini görünceye dek…

AYHAN ÖĞRETMENİN DÜŞÜ

Çetin Kültür Köyü ve Müzesi; Demir abi (Kardaş) ile birlikte yaptığımız tur sırasında Efes harabelerini ve Meryem Ana’yı bir kez daha gezdikten sonra motosikletlerimize atlayıp Kuşadasındaki arkadaşımızın yanına doğru giderken, yol kenarında gördüğümüz bu mütevazı isim ve orijinal boyutlardaki insan ve hayvan maketleri dikkatimizi çekti. Hemen girişe parkedip müzeye girdik. Kapıda bizi, Ayhan öğretmenin kardeşi olduğunu öğrendiğimiz son derece güleryüzlü bir kadın karşıladı ve bizi müzeye yönlendirdi. Müzeden içeri girdiğimiz andan itibaren gördüğümüz herşeyde şaşkınlığımız ve hayranlığımız bir kat daha arttı. Ayhan öğretmen elinde bir boya püskürtücüyle eserindeki rötuşları yapıyordu. Bizi görünce işini bırakıp bütün müzeyi ve maketleri teker teker gezdirdi ve inanılmaz ince düşünülmüş detayları anlatmaya başladı.

Bebek ve maketlerden oluşan müzede sergilenen eserler şöyle; Sanatçının doğup büyüdüğü 1950 yılındaki Konya’nın Akviran köyü, Kurtuluş savaşında cephedeki durum, cephe gerisindeki viran olmuş, yokluk içindeki köyler, cepheye yiyecek ve cephane taşıyan konvoylar, Elif’in Kağnısı gibi kompozisyonlar, Anadolu’nun değişik yörelerinden Silifke, Ağrı kadın, Ege kadın, Ege zeybek gibi folklor ekipleri, Ye kürküm ye, parayı veren düdüğü çalar gibi Nasrettin hoca fıkraları ve taş devrini anlatan bir kompozisyon. 300 metrekarelik bir alana kurulmuş olan müzede seksek, cıngırık, uzun eşek, beş taş, enek, aşık oyunu gibi çocuk oyunları, kız beğenme, kız isteme, düğün, nişan, bişi, saya gezme, asker uğurlama, kurban alımı, şişe vurma, ayı oynatma, sünnet gibi örf ve adetler ve telden araba ve oyuncak yapma, oğlak – kuzu gütme, tarla sürme, ekin işleme, avcılık, değirmencilik, demircilik, tenekecilik, yağhane, bakkaliye, marangoz, testicilikü nalbant, kadınların kış hazırlıkları, koyun kırkma, koyun sağma, halı – kilim dokuma, çerçiden alışveriş, kervandan alışveriş, camii, eve su taşıma, masal anlatma gibi inanılmaz detaylarla hazırlanmış köy uğraşıları anlatılıyor.

Müzedeki tüm eserler, Ayhan Çetin ve eşi Nazmiye hanımın 1980’li yıllardan beri sürdürdükleri çalışmaların ürünü. Kompozisyonlardaki figürler ve resimler Ayhan öğretmene, kıyafetler ve aksesuarlar ise Nazmiye hanıma ait. 30 – 33 cm. boyundaki insanlar ve 50 – 80 cm. boyundaki evler birbirine orantılı olarak yapılmış. Ayrıca kompozisyonların sunumunda yöresel müzik ve gerçeğe uygun konuşmalar kullanılmış.

Bir gün yolunuz buralardan geçerse mutlaka Çetin Kültür Köyü ve Müzesini gezin, çok ama çok şaşıracaksınız.

BİR MOTOSİKLET KAZASI VE SÖNEN HAYATLAR

Murat Petorak, 27 yaşında, lisanslı basketbolcu, son derece sportif gencecik zıpkın gibi bir delikanlı ve Seda Saner daha 21 yaşında, jimnastik ve yüzme sporları yapan, babadan motorcu pırıl pırıl bir genç kız. Murat, Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu ve bir özel şirkette pazarlama müdürü olarak çalışıyordu. Seda, Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı 2. sınıf öğrencisiydi ve bir reklam ajansında çalışıyordu. Murat, yaklaşık iki yıldır, Seda biraz daha yeni olmak üzere, AKUT’ta gönüllü olarak çalışıyorlardı ve 17 Ağustos depreminde de yine ekiplerimizde görev almışlardı. Murat, acil durumlarda olay yerine ilk ulaşacak ve doğru bilgiyi merkeze ulaştıracak olan Motosiklet Ekibimizde ve Ulaşım Birimimizin lojistik bölümünde, Seda ise, AKUT’un Toplum Bilinçlendirme Gurubunda ve Lojistik Birimimizde çalışıyordu ve TAMT adı verilen, Toplum Acil Müdahale Takımı kursumuzun ilk kursiyerlerdendi. Her ikisi de AKUT’un Deprem müdahale ekibindeydi.

AKUT’ta tanışan, bu birbirine çok yakışan sevimli çift, motosikletle Doğu ve Güney Doğu Anadolu turuna çıkmışlardı ve Tatvan yakınlarında korkunç bir kazada gencecik yaşta aramızdan ayrıldılar.

Allah ailelerine, yakınlarına ve dostlarına sabır versin.

“Şu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm,

Yiğit iken ölenlere, göğ ekini biçmiş gibi.”