Sivil Toplum Örgütleri ve Medya – Doğru Haber Sansasyonel Habere Karşı

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE MEDYA

Geçtiğimiz Pazartesi, ABD büyükelçiliğinindeki Amerikan Bilgi Kaynağı Merkezi’nde (AIRC), Sivil Toplum Örgütleri ve Medya konulu bir seminer düzenlendi. Daha önceki haftalarda da yine oldukça yoğun ilgi gören, Sivil Toplum Örgütleri ve Gönüllü Yönetimi konulu bir başka seminer verilmişti. Söz konusu seminerleri Virginia Commonwealth Üniversitesi, Kar Amacı Gütmeyen Yönetim konusunda doçentliği olan ve yine aynı üniversitede Kar Amacı Gütmeyen Çalışmalar direktörlüğü yapan Russel A. Cargo verdi.

Seminerler değişik konularda aktif olarak çalışan sivil toplum örgütlerinin temsilcileri tarafından ilgiyle izlendi ve sonrasındaki soru cevap bölümünde de her iki taraf için oldukça faydalı olan karşılıklı bilgi alışverişinde bulunuldu. Dr. Cargo’nun seminerini üzerine kurduğu temel argümanlar; medyanın ve toplumun sivil toplum örgütlerini tam olarak anlamadığı ve bu karşılıklı yanlış anlaşmanın sivil toplum örgütlerinin verimliliğini etkilediği ve bunun sonucunda da sivil toplum örgütlerine yapılan maddi ve manevi desteğin ve bu tür örgütlerde çalışanların morallerinin olumsuz yönde etkilendiği yönündeydi. Medya mensubu bazı arkadaşların da katıldığı bu seminere keşke medyanın önde gelen yazarları ve yorumcuları da katılabilseydi. Sonuçta söz konusu yanlış anlaşmayı tek taraflı çözmeye çalışmak, çok daha zor olup uzun zaman alacak.

Daha sonra bu yanlış anlaşmanın en aza indirilebilmesi için, sivil toplum örgütlerinin misyon, vizyon, hedefler, stratejiler ve iletişim planının açık bir şekilde belirtildiği kurumsal bir yapıya sahip olması gerektiğini söyledi. Her iki tarafın beklentilerinden bahsetti. Buna göre medya, yüksek satışlar ve rating, tartışma yaratabileceği konular ve habercinin ve/veya medya kuruluşu sahibinin görüşlerine uygun bakış açısını, sivil toplum örgütlerinin ise, medyada daha düzgün yer almayı, tartışmalardan uzak kalmayı ve çoğu zaman değişimlere yol açabilecek düşüncelerine destek bulmayı istediklerini söyledi.

Bir sivil toplum örgütünün iyi bir imaja ve temiz bir bilinilirliğe ihtiyaç duyduğunu ve bunun için de medyanın gücünü asla küçümsememesini ve medyada yer aldığı her türlü olayı ciddiye alması gerektiğini söyledi. Buna ilave olarak da, medyadan her zaman dürüstlük, doğru bilgiye ulaşma çabaları veya habercilerden sempati beklentisiyle hareket edilmemesinin önemli olduğunu vurguladı. Seminerin sonraki bölümlerinde de medya ilişkileri konusunda önerilerinden ve bu konunun temel elemanlarından bahsetti.

Medya ve sivil toplum örgütleri arasında değişik sebeplerden yaşanan problemlere, Türk sivil toplum örgütlerinin çok yakından tanık olduğunu ve her birinin bu konuda anlatacak pek çok örneğinin bulunduğunu sonraki soru cevap bölümünde hepimiz dinledik. Eminim medyada şu veya bu sebeple yer alan hemen hemen her kişinin veya kurumun benzeri kötü anıları vardır.

Hatta bu konunun, “bir dokun, bin ah işit” durumunda olduğunu da gayet iyi biliyorum ve yeri gelmişken ben de kendimle alakalı bir örnekten bahsetmek istiyorum.

DOĞRU HABER SANSASYONEL HABERE KARŞI

Bu hafta aslında çok ilginç bulduğum hoş bir hikayeden bahsedecektim. Ancak geçtiğimiz hafta yaşanan ve AKUT’un iki değerli mensubu sevgili Murat (Petorak) ve Seda’nın (Saner) kaybıyla sonuçlanan o çok acı motosiklet kazasının ardından medyada yapılan bazı haberleri gördükten sonra, zaten içimde bir ukte olan bu konuda bilgisayarımın başına geçmeye karar verdim. Medya gerçekten de muazzam bir güç. Doğru ve dürüst kullanıldığı taktirde haberciliğin ve bilgilendirmenin yanısıra, toplumun eğitilmesine ve bilinçlendirilmesine de çok önemli katkıları olabilecek bir konuma sahip. Aynı medya tam tersi bir bakış açısıyla hareket ettiği taktirde, çok daha yanlış ve içten pazarlıklı yorumlar ve haberlerle toplumu kendi istediği yönde şartlandırabilecek bir dinamiğe de sahip.

Bir örnekle konuyu açmak istiyorum. Burada yazının kaynağı değil sadece bakış açısı önemli. 14 Ekim Cumartesi günü, cenazenin hemen ertesi günü çıkan gazetelerin hepsinde Murat ve Seda’nın hüzünlü hikayesi yer almıştı. Medya, profesyonelce görevini yapmış ve ne kadar acı olursa olsun cenazedeki durumu kendi uslubunca yansıtmıştı. Buraya kadar herşey normal. Ancak bir gazetede cenaze haberinin yorumunda şu cümleler de yer aldı; “…Musevi cemaati mensubu olduğu bilinen Mahruki, cenaze namazını tam şekliyle kıldı. Arkadaşlarının ardından dua eden Nasuh Mahruki daha sonra gazetecilerin sorularını cevapsız bırakarak camiden ayrıldı.”

AZINLIKLARDAN ÖZÜR DİLİYORUM

Bu yazıyı okuyan belki 10 arkadaşım bana telefon edip görüp görmediğimi sordu. Neresinden başlayayım bilmiyorum. Öncelikle benim Everest dağına tırmanan dünyanın ilk müslüman dağcısı olmam, artık sağır sultanın bile duyduğu, literatüre girmiş bir konuyken, böyle bir haber yapmak, sadece o haberin altına imza atan habercileri değil, aynı zamanda o haberi bastıran editörü ve o gazeteyi çıkartan yayımcıyı da zan altında bırakıyor. Çeşitli medya kuruluşlarında daha önce de dinimle ilgili fantazi yorumlar yapılmıştı ve ermeni olduğum, yahudi olduğum iddia edilmişti. Bu yazıyı yazarken ben utanıyorum ve Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözüyle birleştirdiği bu harika mozaikte, “Hayır ben ermeni değilim, ben yahudi değilim” demek zorunda kaldığım için, aynı toprakları paylaştığımız azınlık cemaatlerinden özür diliyorum. Aynı haberin devamındaki, “gazetecilerin sorularını cevapsız bırakma” konusu da aynı şekilde tamamen uydurma, taraflı ve kötü niyetli bir söylem.

Bu yazıdaki amacım herhangi bir medya kuruluşunu suçlamak veya hatasını yüzüne vurmak değil. Sadece Türkiye’de bize olayların bazen nasıl çarpıtılarak ve hedefinden saptırılarak verildiği konusunda yaşadığım örneklerden bir tanesini paylaşmak istedim. 1992 yazındaki 7010 metrelik Khan Tengri dağının ilk Türk tırmanışını yaptığımdan bu yana çeşitli vesilelerle medyada sıklıkla yer aldım ve birebir yaşadığım olayları üstüste koyunca, Dr. Cargo’nun; “…medyadan her zaman dürüstlük ve doğru bilgiye ulaşma çabalarının beklenmemesi gerektiği…” ve “…habercinin ve/veya medya kuruluşu sahibinin görüşlerine uygun bakış açısı…” söylemlerinin ne kadar doğru bir argüman olduğunu farkettim.

Aşağıdaki paragrafı, bundan bir yıl kadar önce bu köşedeki ilk yazımda kullanmıştım; “Eğitim anlamında basının büyük bir güç olduğunu düşünüyorum. Geniş kitlelerin doğru bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi ve toplumun daha sağlıklı olabilmesi için doğru yönlendiren bir basının, geleceğin Türkiye’si için çok önemli olduğuna inanıyorum. Hayatımda yeni bir sayfa olacak köşe yazarlığını bu düşünce ile değerlendirdim.”

Türkiyede medyanın haklı olarak eleştirebileceğimiz bütün olumsuz yönlerine rağmen, iletişimde çok önemli bir yeri olan medya bir toplumun hayatında son derece önemli bir konuma sahip. Ümit ediyorum yaşadığımız bu hızlı değişim çağında, yanlış ama sansasyonel haberler yerine, doğru ama sade haberlerin yer aldığı ve söz edildiğinde dudak bükeceğimiz değil de ulusça gurur duyacağımız bir medya anlayışımız olur.