Takvim Gazetesi

1968 İstanbul doğumlu Nasuh Mahruki’nin herhalde yapmadığı spor yok. Yazar, fotoğrafçı ve profesyonel sporcu olan Mahruki, dağcılık, mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış, motor sporları, yelken ve bisiklet sporları yapıyor.

AKUT’un kurucusu ve başkanı olan Mahruki, 1994 yılında Sovyet Asya’nın en yüksek beş dağına tırmanarak, Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından ‘Kar Leoparı’ ünvanını aldı. 1995 yılında Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk ve dünyadaki ilk müslüman dağcı oldu. 1996’da Camel Trophy Türk takımına girdi. 2002’de Himalayaları motosikletle aştı.

Nasuh Mahruki Kaptan’ı Derya Ali Paşa’nın torunu. Köklü bir aileden gelen Nasuh Mahruki ile Şişli Terakki Lisesi mezunları olarak bir de bağımız var. Benden 10 yaş büyük olmasına rağmen okul kardeşliği namına izninizle kendisine bu söyleşide ‘sen’ diye hitap edeceğim.

*

Çok aktif Nasuh Mahruki bu günlerde ne yapıyor?

Yeni bir kitap projesi üzerine çalışıyorum. 1 yıldır kafamda olan bir projeydi. Bitince 6. kitabım olacak. Öncekilerden tamamen farklı. Önceleri seyahatler, tırmanışlar, katıldığım ekspedisyonlarla ilgili kitaplarım vardı.

Farkı nedir?

Bu kitabı mecburiyetten yazıyorum aslında. 17 Ağustos 1999 depremi’nde bütün Türkiye çok üzücü bir süreç yaşadı, o acıları hiçbirimiz unutmadık. Yaklaşık 18.000 vatandaşımızın hayatını kaybettiği Marmara Depremi’nde arama ve kurtarma konularında daha önceden organize olan tek sivil kuruluş olarak AKUT 220 kişiyi kurtardı. Sadece can kurtarmakla kalmayıp Türkiye’nin dört bir yanından gelen gönüllüleri de örgütleyerek, gelen yardımların toplanması, tasnif edilmesi, ihityaç sahiplerinin belirlenmesi ve yardımların dağıtımı çalışmalarını da ilk günlerde biz sağladık. Değirmendere’de kurduğumuz kampta 800 ila 1000 kişi kalıyordu. Her yerde bizden bahsedildi. ‘Dağcı çocuklar, Atatürkçü çocuklar’ diye kahraman olduk. 1999 ve 2000 yıllarında TSK ile birlikte ‘Türkiye’nin en güvendiği kurum’ seçildik. İlk başlarda herşey çok güzeldi ancak sonradan nasıl olduğunu anlayamadan yavaş yavaş bize olan bakış açısı değişmeye başladı. Düşün 76 yıllık Cumhuriyetimizin tarihinde, doğal afetlerin ne kadar tehlikeli olabileceğini öngörüp örgütlenen tek yapı bizdik Marmara Depremi’ne kadar. Yaptığımız gönüllü çabanın da hiçbir menfaat hesabıyla ilgisi olması zaten mümkün değil. Sonuçta çok zor ve tehlikeli bir uğraş.

Nasıl zorluklar yaşadın?

Sanıyorum bu güvenilirlik konusu, yani toplum nezdinde AKUT üzerinde oluşan bu güven bazılarını korkuttu ve önlemini almaya itti. Daha enkazlardan burnumuzu çıkaramamışken belki hatırlarsın dönemin Sağlık Bakanı; “AKUT’çular şov yapıyor, haklarında soruşturma açtıracağım” demiş ve byük tepki almıştı. Bunun üzerine birileri benim aslında ‘Ermeni’ olduğumu, ‘Yahudi’ olduğumu yaymaya başladı Türkiye’de. AKUT için ‘masonik örgüt’ dediler. Yorgun argın ama büyük bir gururla İstanbul’a döndük. İstanbul Valiliği AKUT’un bütün banka hesaplarına el koydu. Vali’yle aramızda oldukça sert bir telefon konuşması geçti, araya üst düzey siyasiler girdi ve hesaplarımızı kontrol edip çözdüler ve konu tatlıya bağlandı.

Bir yargılanma sürecini de vardı, neden olmuştu?

Dernekler Kanunu’na göre yurt dışına dernek üyelerini yollamadan önce 1 ay önceden izin alınması gerekiyormuş. Bu kanunu bilmiyorduk, çünkü bu ilk yurt dışı programımız olmuştu. Türkiye’de afet hazırlık ve arama kurtaram konularındaki ciddi bilgi eksikliğini tamamlayabilmek için 3 üyemizi Amerika’ya yolladık ve FEMA’dan kurslar aldırdık. Bugün hala Türkiye’de yoğun olarak bir çok yerde verilen TAMT denilen ‘Toplum Afet Müdahale Takımı’ eğitimini ilk Türkiye’ye biz getirdik. İşte bu izinsiz yurt dışı çıkışı nedeniyle AKUT’un 7 kişilik yönetim kurulunu bir yıl hapisle yargıladılar. O dönem Yunanistan ve Alman gazeteciler arayıp, siz böyle başarılı, gönüllü işler yapıyorsunuz, bu kadar uğraşıyorsunuz, ama sonra hapisle yargılanıyorsunuz, ne diyorsunuz bu konuda diye bizim Devletimizi sıkıştırmamızı istediler. Elbette ki onlara bu fırsatı vermedik, “kanunlar önünde kimse bir üstünlüğe sahip değildir, bu kadar can kurtarmış olmamız bize ayrıcalıklı davranılmasını gerektirmez, bir suçumuz varsa cezasına razı oluruz” deyince nasıl şaşırdılar hala hatırlıyorum.

Başka?

1999’da Yunanistan Depremi’ne gittik. Yunanistan Cumhurbaşkanı AKUT’u tebrik etti. O olay her iki ülke basınında da geniş yankı buldu bir ilk olarak. Ardından Taiwan ve Hindistan depremlerine yine Devlet kanalıyla AKUT olarak gittik ve Hindistan’da çok da güzel işler yaptık ancak ondan sonraki yurt dışı afetlere Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’nin engellemesi yüzünden bir daha yollanmadık. Cezayir Depremi için giden uçağa alınmadık, İran Depremi’nde işi bu sefer sıkı tuttuk ama ancak 5 kişiye yer bulabildik oysa diğer ekipler ciplerini bile getirmişti. Pakistan Depremi’ne de götürülmedik, ne yazık ki geç kalarak THY’nın tarifeli seferiyle kendi uçak paramızı vererek gittik oraya da.

Bir de Ağrı Dağı’nda bir kaza yaşadınız onun da devamı zor oldu sizin için.

2000 yılında Ağrı Dağı kış tırmanışında İskender’i kaybettik. Fatih Altaylı daha cenazeyi İstanbul’a getirmeden bana yüklendi ve nasıl olduğunu bile görmediğim kazanın bütün sorumluluğunu benim üstüme yıkmaya çalıştı. Ardından Hıncal Uluç girdi devreye, ağır ithamlarla dolu 3 yazı yazdı benimle ilgili peşpeşe. Hıncal Uluç’u mahkemeye verdim. O günün parasıyla 14 küsur milyar tazminat aldım. Ama bana tazminatı ödedikten 4 gün sonra yine aynı gazetede “AKUT NAKUT OLDU” başlıklı tam sayfa felaket bir ısmarlama haber yaptırdılar ve daha sonra arkası da geldi. Öyle bir kafayı taktılar ki neredeyse kan davasına dönüştü ve yıllardır ellerine geçen her fırsatta benim ve AKUT’un haber olarak medyaya çıkabileceği bir çok olayı engellediler.

Kaza nasıl olmuştu?

4 kişi tırmanmıştık. İniş sırasında 5000 m. civarında tehlikeli bir yan geçiş vardı. İlk ben geçtim, sonra Selçuk geçti ardından da Kuvvet ve İskender geçecekti. Ne olduysa ikisinin arasında Kuvvet düştü ve İskender’i çekti ve ikisi birden düştü. Kuvvet durdu, İskender duramadı. Ben de Selçuk da kazayı görmedik çünkü 40 – 50 metre kadar arkamızda, yukarıda oldu. Olayın nasıl olduğu belli değilken Fatih Altaylı beni suçlu ilan etti sanki dağ kazalarında o kadar kolay insanlar suçlanabilirlermiş gibi. Ondan sonra yine Fatih Altaylı bir de “Teke tek” adlı programına benimle açıkça sorunları olan 7 tane adam çıkardı ve alttan telefon numaralarını ilan etmelerine rağmen aradığımız halde bizi canlı yayına almayıp 1.5 saat karşılarında savunacak kimsenin olmamasının da rahatlığıyla bana akla hayale gelmeyecek hakaretler ettiler.

Daha sonra?

Bütün bu kara çalmalara ve iftiralara rağmen AKUT her geçen gün büyüdü ve bugün 14 noktada ekipleri var. Bugüne dek 370 operasyona çıktık. 700’den fazla insanı kurtardık. Sence 700’den fazla can kurtarmış bir kip kadar medyada yer alıyor muyuz? Mesela saçma sapan gelin kaynana programları, ucuz magazin haberleri kadar yer alıyor mu acaba bu kadar caan kurtarmış bşir ekip bugün medyada? Yerel basın bizim çocuklardn çok etkilenip haber hazırlıyor ama merkeze geliyor haberi engelliyorlar. O kadar çok duydum ki bunu artık ne şaşırıyorum ne umursuyorum. Biz gidip Anadolu’nun yoksul, garip halkına hizmet ediyoruz, onların mutluluğu, duaları bizim için en büyük ödül, ister görsünler ister görmesinler. RTÜK bile, sanki bir bu kalmış Türkiye’deki televizyonların rezilliğinde gibi tam 14 ay boyunca Türk televizyonlarında AKUT’un kamu spotunu yayınlatmadı. 40 saniyelik bağış toplama spotumuz. Sabahtan akşama kadar rezil programlara izin veriyorlar ama AKUT’a gelince yasak. İşimiz gücümüz yokmuş gibi RTÜK’ü mahkemeye verdik ve kazandık, şimdi de toplayamadığımız bağışlar için RTÜK’e 200 bin YTL’lik tazminat davası açtık.

Devlet ile epey uğraşıyorsunuz yani?

Bunu böyle yorumlamak yanlış olur, Devlet’le değil, Devletin gücünü kötüye kullanan kişilerle, bürokratlarla uğraşıyoruz. Bizim varlık sebebimiz Devletimize gönüllü olarak hizmet etmek zaten, onunl anasıl sorunumuz olabilir Kurumların başında yetkilerini kötüye kullanan kişilele mücadele ediyoruz. Kitabı yazmaya da bu yüzden karar verdim.

Kitap ne zaman çıkıyor?

Ekim ayına kitap fuarına yetiştireceğim. İddialı ve sert bir kitap. İyi arşiv ve belgeler var ve herkesi çok şaşırtacağım.

Siz bir şeyler yapmaya çalışırken size saldırılması kolay değildir tabi?

Bu kadar iyi işler yapmaya çalışırken, hemd ekarşılıksız olarak mücadele ederken, insanı üzüyor elbette bütün bunlar. İnsanlar sıcak evlerinde otururken, her türlü sıkıntıya kar kış demeden gönüllü olarak koşturuyoruz. Bu tabi ki insanları çok etkiliyor. AKUT’un güvenilirliğini bu kadar iftira, engel ve çamur atmaya rağmen kıramadılar. Kırmaları da artık mümkün değil, çünkü biz Anadolu insanının ruhuna dokunduk… Bundan büyük rahatsızlık duyan bir yapı var.

Rahatsız olunan nedir?

Türkiye’nin yeni ve güçlü bir atılımla, eski, köhne, kalıp düşünceleri atıp, daha şeffaf, hesap verebilir, çağdaş bir düzene geçirecek ne kadar gelişme varsa engelleniyor. Çok planlı, örgütlü yapılan bir şey. Bunu anlamam 4-5 yılımı aldı.

Başka ne ithamlarda bulunuldu?

Son bir yılda, ABD’de yaşayan Türklerin üye olduğu bir elektronik posta grubuna Ulus’ta 1.5 milyon dolara ev alacakmışım da, AKUT’un paralarını yiyormuşum da, AKUT şöyle kötü bi rekipmiş de, kemalist miymişim de – bunu da hakaret olarak yazıyor yazan şerefsiz – diye durduk yerde benim hakkımda bir kampanya başlattı. Rumuzla girilmiş, rumuzu da “chemist” Korkak ve ahlaksız biri. Olay amatör değil; profesyonel bir saldırı bu. Peşindeyiz.

AKUT ne yapacak peki?

AKUT büyüyor ve güçleniyor. 750 civarı gönüllümüz var. Bu sene 11. yılımız. AKUT sadece Arama-Kurtarma ile uğraşan bir yapı değil. Ülkede eksikliğini gördüğü hemen her konuda proje üreten, sosyal fayda amaçlı çok geniş bir alanda çalışmalar yapan bir STK. Sokak köpeklerinin rehabilitasyonundan, 9 – 12 yaş grubu çocukların eğitimine, yardım malzemesi dağıtımından, Ermeni soykırımı yalanları veya Sarıkamış şehitleri gibi ulusal konulara kadar her konuda proje üretiyor ve yapıyor.

AKUT ne kadar zamanını alıyor?

Çok ciddi zamanımı alıyor. Eylem olarak almasa bile, kafa ve ilişkiler olarak vaktimi alıyor. Ama tarif edilemez bir manevi doygunluk yaşıyorum, hepimiz yaşıyoruz. Anadolu insanı biz öyle bir yere yerleştirmiş ki, bunun mutluluğu ne parayla, ne şöhretle, ne Everest’le, ne de başka bir şeyle sağlanabilir. 70 yaşındaki insan elimize sarılıyor, bu tarif edilemez bir duygu.

Kurtardığınız insanlarla görüşüyor musunuz?

Zaman zaman insanlarla, daha sık olarak da onların yakınları, akrabalarıyla karşılaşıyoruz. ancak kural olarak onlar özellikle istemediği sürece kurtardığımız insanlarla görüşmüyoruz. Manevi bir borç yükü ile yaşamalarını ve onlara o travmayı yeniden hatırlatmayı istemiyoruz. Onlar isterse ancak görüşüyoruz. Zaman zaman buluşmalar oluyor.

‘Nasuh Mahruki’ kelime anlamıyla ne demek? Ermeni-Yahudi zannedilmen isminden dolayı sanırım.

Nasuh Osmanlıca; ‘nasihat eden, öğüt veren’ demek, bir de saf ve temiz demek. Ayrıca Kur-an’da Nasuh Tövbesi var. Mahruki de Osmanlıca. ‘Yanarak ölen, yanmış’ demek. 5 kuşak geçmişteki büyükbabam Sultan 2. Mahmut zamanında Osmanlı İmparatorluğu’nun Deniz Kuvvetleri Komutanı’ydı; Kaptan-ı Derya Ali Paşa. O dönemde Rumların ilk büyük isyanı İngilizlerin kışkırtmasıyla Sakız Adası’nda çıkıyor. Ali Paşa isyanı bastırıyor ancak daha sonra bir baskınla Rumlar amiral gemisini yakmayı başarıyor ve Ali Paşa’yı şehit ediyorlar. Aile adımız da bu üzücü olaydan kalan şerefli bir miras bize.

*

Dağcılık nasıl bir spor? Her isteyen dağcı olabilir mi?

Bana göre dağcılık dünyanın en asil sporlarından biri. İnsanın özgüvenini, özsaygısını, kişiliğini geliştien bir spor. Evet tehlikeli ve riskli. Kişinin öncelikle bu tür kritik süreçlerde karar vermeyi öğrenmesi ve kendini bu tür durumlar için yetiştirebilmesi gerekiyor. Yüksek irtifada düşük oksijenli bir ortamda üst düzey fiziki şartlar mevcut. Sporcuyu en üst düzeyde yetiştiriyor.

Sen nasıl başladın?

20 yaşında Bilkent Üniversitesi’nde panolarda ilanlarını gördüm. Kapıyı çalıp odaya girdim; giriş o giriş.24 yaşında ilk yüksek tırmanışımı yaptım, 1992’de. 26 yaşında Kar Leoparı ünvanını aldım, 1995 yılında, 27 yaşında, Everest’e çıkan ilk Türk ve ilk Müslüman dağcı oldum.

Sen ‘Everest’e ilk çıkan Türk’ olarak da tanınıyorsun. Neden ‘ilk Müslüman’ söylemini kullanmayı tercih ediyorsun?

Benim için Everest’e çıkan bir dağcıyım. Ancak hem Ermeni – Yahudi karalama kampanyalarına karşı bu söylem. Hem de Türkiye nüfusu 70 milyon, İslam dünyası 1.3 milyar nüfus. İkisi arasında fark var, siz yorumlayın hangisi daha etkili (gülüyor).

Everest’e İran’lılar 1998’de, Pakistan’lılar 2000’de ki her ikisinin de dağcılık gelenekleri ve geçmişi bizden çok daha ileridedir, Araplar ise 2003’te çıktı.

*

Dağcılıktaki deneyimlerini iş dünyasına yönelik seminerlerde paylaşıyorsun. Nasıl adapte ediyorsun?

İşletme eğitimi aldım. Profesyonel anlamda işletmecili yapmasam da sektörle ilgili bilgi birikimim var. Dağcılıktan gelen risk yönetimi, liderlik, takım çalışması konularında da doğal olarak ciddi bir birikimim var. Üst üste koyup, şirketlerin kullanacağı hale sokuyorum. Sektörde de bu yönde güçlü bir talep var. Dünyada da Everest’e çıkan ilk kişiler genelde bu tür motivasyon konuşmaları yapıyorlar zaten. Sonuçta dünyanın en yüksek dağı çok iddialı bir hedef ve bu tür bir projeden herkesin kendisi için alabileceği bir şeyler var. Ben de Everest’ten gelip ilk sunumumu sponsorum olan Yapı Kredi’ye yapmıştım ve beni de çok heyecanlandırmıştı bu fikir. Teorik herkes liderlik, takım çalışması, risk yönetimi anlatabilir, ama pratik hayattan süzülmüş deneyimlerle anlatabilen az kişi çıkar.

Dağ ile iş arasında geçiş nasıl kuruluyor?

Dağdaki bedeller daha ağır. Yaralanme, ölme… İş dünyasında en fazla para ve prestij kaybedersin. Dağlardaki deneyimlerimi iş dünyasında kullanılabilecek örnekler halinde anlatıyorum ve izleyicinin arada bir analoji kurmasını ve kendi yaşamına uyarlamasını istiyorum. Seminerlerimdeki ilk cümle: ‘ Başarılı olmanın temel kuralı doğru yaklaşım ve doğru metodların kullanılmasıdır’. Zaten şu elimdekini bitireyim liderlik-takım çalışması temalı bir kitaba da başlayacağım. Bir süredir yazıya ara vermiştim; geri döneceğim.

*

Dağlara tırmanmak deyince aklıma kaslı, iri insanlar geliyor. Sen çok iri değilsin. İrilik şart değil mi?

En önemlisi kas-beyin koordinasyonu ve metabolizmanın uyum yeteneği. Boyum 1.76 cm, kilom 70 kg. Liseden beri hep aynıyım. İri olmanın avantajı da var, dezavantajı da. Önkoşul olarak belirli bir yetenek ve kapasitenin var olmasından sonra bu iş antreman ve vücudu eğitme meselesi ki vücut bilinçli ve dikkatli çalıştırıldıktan sonra ne verilse kaldırır; sürekliliği sağlamak lazım.

Motosiklet tutkun da var?

İlk motosikletimi 1995’de aldım. İnanılmaz hoşuma gitti. 1997’de kız arkadaşımla Katmandu’ya gittik, 4 ay sürdü. En muhteşem seyahatimdi, 4. Kitabım bu gezinin hikayesiydi. 2002’de Tibet’e kadar gittim. Almanlarla, BMW’nin test pilotlarıyla 5 kişi. 2004’te de Kuzey Hindistan’ı gezdik 3 arkadaş, geçen yıl da Alpleri dolaştık.

Neden en muhteşem seyahattindi o? Kız arkadaşın da yanında diye mi?

Üniversite hayatım boyunca en büyük hayalim, karadan doğu’ya bir yolculuk yapmaktı. 1970’lerde Sultanahmet’te toplanan yabancı turistlerin hikayelerini okuyup imrenirdim. 1992’de mezun oldum. Zaten hep hayalimdi ve 5 yıl sonra yaptım. O yüzden muhteşemdi.

Kız arkadaş seçiminde bir kriterin oluyor mu? Sen çok tehlikeli sporlar yapan birisin. Hayat tarzınızın aynı olması gerekir mi mesela?

İlişkilerim çok uzun süreli olur. 5-6 yıldır da İzmir’de yaşayan bir kız arkadaşım var. Gayet iyi gidiyor. İyi bir insan olması, özsaygısı ve özgüveni olmalı. Ne iş yaptığı önemli değil, işini iyi yapması benim için yeterli. 20’li yaşlarda dağcılıktan gelen kız arkadaşlarım oldu ama hiç böyle bir talebim olmadı.

*

Sponsor bulmakta zorlanmıyor gibisin. Türkiye’de bu kavram oturdu mu sence?

Futbol ve basketboldan sonra spordaki en ciddi sponsorluk faaliyetlerinden biri benim Everest Tırmanışıydı. Sponsorluk çok ciddi bir etkileşim aslında. Kurumsal bilinç oluşturmak adına. Sponsorluk asla birine kıyak ya da iyilik değil; çok ciddi ve etkili bir iletişim aracı. Türkiye bu konuda geriden geliyor; tam oturmadı. Büyük kurumsal yapılar anlıyor yavaş yavaş. Genç ve üretken bir nüfusumuz var. O potansiyeli ortaya çıkarmak için sponsorluk şart. Ancak benim için de sponsorluk kesinlikle kolay bir şey değil, çünkü henüz bu bilinç. Tam olarak oturmuş durumda değil.

*

Bu evde kimler yaşıyor?

Babam Cem Mahruki ile yaşıyorum. Dedem Ali Cevat Mahruki Garanti Bankası kurucularından. Bu bölge de Garanti Mahallesi. Mühendisti, bu evi 1960’ların başında o yapmış. Etiler’de bozulmamış kalan bir yer. Ben hep burada yaşadım. Evle özel bir bağım var. Ev ortamına çok bağlıyım; çok gezip tozsam da.

Ne kadar çok kitap var bu evde?

Sayısız kitap var. Büyükbabadan kalan kitaplar, Osmanlı ve ve Macarca kitaplar… Orta ölçekli bir kütüphane açılır bu evdeki kitaplarla.

Baban antika koleksiyoncusuydu değil mi?

Para koleksiyoncusu. Tarihe ve kültüre meraklı. Aynı zamanda Türk Nümismatik Derneği, yani para koleksiyoncuları derneği başkanıdır.

Annen nerede?

Annemi 1999 yılında kaybettik. Ben 2 yaşındayken ayrılmışlar. Babamda kalmışım ve babaannem yetiştirdi beni.

Babaanne tarafından yetiştirilmek nasıldı? Şımarık bir çocuk yaptı mı seni mesela?

Farklı bir görgü ve kültürle yetiştirdi. Tam bir Osmanlı hanımefendisi. Şımarık bir çocuk değildim; çocukken de çok açık ve nettim.

Çocukken ne olmak isterdin?

Doğa tarihi bilimcisi ve araştırmacı olmak isterdim. Doğaya ve hayvanlara çok meraklı olduğum için bir dönem veteriner olmak da istedim.

*

Ece’nin Aynası:

Yüzünde ne ifadesi var? (çekilen fotoğraflarda Nasuh öyle ciddi bakıyordu ki, onu güldürmek için uğraştım valla)

Kararlılık.

*

Köpeklerle olan resim altı:

Nasuh Mahruki’nin babasıyla oturduğu Etiler’deki evinde biri Dogo Argentino ve diğeri Kafkas Çoban Köpeği olmak üzere iki köpeği var. Normalde sert hayvanlardır ama bunlar mülayimmiş. Ancak geceleri çok iyi nöber tutuyorlarmış.