Uludağ’ın Sert Yüzü – 1996
1996 yılının Şubat ayında, hiç beklemediğim bir anda, dağcılık hayatımın o güne kadar ki en zor durumuyla karşı karşıya kaldım. AKUT ve ORDOS gruplarından bir grup dağcı, ihbar üzerine, Uludağ’da mahsur kalmış iki dağcıyı aramak üzere bölgeye geldik ve süratle çalışmalara başladık.
Uludağ’da arama çalışması yapılması gereken bölgeleri, Jandarma Komutanlığı’nın merkezinde aramızda paylaştık ve gerekli hazırlıkların ardından bize verilen bölgelere hareket ettik.
Dört grup halinde başladığımız arama çalışmalarının sonuç vermesi fazla uzun sürmedi ve bizim arama bölgemizdeki, Kuşaklıkaya üzerinden zirveye giden rotadaki, tamamen buzlarla kaplı beton kulübede durumları iyi olduğu halde dağcıları bulduk. Hemen telsizle diğer ekipelere haber verip onları da rahatlattıktan sonra, operasyon başarılı olduğu ve aradığımız dağcıların durumu iyi olduğu için gayet keyifli inişe başladık. Ve herşey bundan sonra bir kabusa dönüştü. Uludağ’ın güneyindeki “Noville Rotası” adlı bölgede aklımıza gelmeyen başımıza geldi.
Bastıran yoğun sis nedeniyle neredeyse körlemesine sürdürdüğümüz iniş sırasında bir anda bizim ekipten bir dağcı çığla birlikte büyük bir uçuruma yuvarlandı. Grubun artçısı olduğum ve en arkadan geldiğim için olayın nasıl olduğunu görmedim ancak yanlarına geldiğimde gözlerindeki korkuyu, çaresizliği ve şaşkınlığı bugün bile unutamıyorum. …. düştü, çığ oldu dediklerinde nasıl, niye, ne zaman gibi sorularla vakit kaybetmeden çok kısa sürede olayı anladım ve yapmam gerekeni yapmaya karar verdim. Sırt çantamdaki kazmayı bağlandığı yerden sökmeye bile vakit harcamamak için, çantamı attım ve diğerlerinden bana en yakın olanın elindeki kazmayı alıp arkadaşımın çığla birlikte uçtuğu dik yamaçtan aşağıya kendimi bıraktım.
Kah kayarak, kah koşarak, kah yuvarlanarak kayaların, kar kulvarlarının ve büyük setlerin arasında çılgınca bir süratle aşağıya doğru ilerledim. Yaklaşık 70 – 80 metre indikten ve arkadaşımın daha aşağıda olduğunu anladıktan sonra, birazdan yukarıyla kontağı kaybedeceğim için durup hızla onlara bilgi verdim ve bir kısmının çok dikkatli bir şekilde peşimden inmesini ve diğerlerinin derhal Jandarma’nın orada bekleyen ekibe ulaşıp yardım istemelerini söyledim.
Karşılaştığımız durum çok ciddi. Kazazedeye ulaşamamış olsak bile, böyle bir düşüşten sonra ne durumda olacağını tahmin etmek pek zor değil. Bu yüzden henüz onun yanına ulaşmadan operasyonu başlattık. Şu an için en önemli öncelik yanına ulaşmak ve bütün çığ kazalarında son derece kritik olan ilk müdahaleyi mümkün olduğunca hızlı yapmak. Çığın altında kaldığı durumda boğulma riskinin yanısıra, açık bir yaralanması varsa kanamanın da bir an önce durdurulması gerektiği için bütün hızımla ve buna bağlı olarak baştan göze aldığım yüksek bir risk faktörüyle inişi sürdürdüm. Her indiğim metrede giderek artan umutsuzluk, çaresizlik ve keder içimi daha çok dağlamaya ve aşağıda neyle karşılaşacağımın korkusu gittikçe dayanılmaz hale gelmeye başladı. Gözyaşlarımın arasında arkadaşımın adını haykırarak bütün gücümle ve süratimle indim, indim, indim ve sonunda kazadan sonra 5 – 6 dakika gibi bir sürede, yaklaşık 400 metre sonra vadi tabanında çığın dilinin sonuna ulaştım.
Kazazedenin, karların arasından her nasılsa dışarıda kalmayı başarmış sağ kolunun hareket ettiğini görünce nasıl sevindiğimi ve nasıl şükrettiğimi anlatamam. Nefes alabilmek için yüzünün yarısını kendisi açmış, ağzına burnuna dolan karları kısmen temizlemeyi başarmış ve yaşadığı sarsıntıdan dolayı kusmuş bir halde, neredeyse bütün vücudu çığ debrisinin içindeydi. Hem onu hem de kendimi sakinleştirmek için sürekli konuşarak ve nefes almasını söyleyerek önce yüzünü, sonra da vücudunu karın altından çıkardım. Bu arada bizim ekipten iki kişi daha yanımıza ulaştı ve hemen hiç oyalanmadan kazazedenin hipotermiye (vücudun aşırı ısı kaybı) girmesini önlemek için çalışmalara başladık. Süratle ıslak giysilerinden kurtarıp uyku tulumuna soktuk ve ilk anda vücut ısısına yardımcı olmak için birimiz onunla birlikte tuluma girdi. Kazazede yaşadığı şoka ve baskıya rağmen, açık bir yaraya ve görünürde ciddi bir kırığa sahip olmadığı için bilinci yerinde ve olayların farkındaydı.
En azından acil durumu çözmüş olmanın ve durumun daha kötüye gitmesini önlemiş olmanın iç huzuruyla, hepimiz rahat bir soluk aldık ve bundan sonra bizi bekleyen bu 400 metrelik uçurumdan kazazedeyi geri çıkarma işini nasıl yapacağımızı düşünmeye başladık. Bu arada kaza haberini alan diğer ekipler de hızla bize doğru hareket etmeye başlamışlardı. Yanımıza ulaşan ilk öncü ekiptekiler sedyeyi ulaştırınca, hemen kazazedeyi sedyeye yerleştirip sabitledik ve 400 metrelik uçurumu bir kaplumbağa hızıyla tırmanmaya başladık. Rotanın teknik zorluğu ve dikliği, makara sistemimizin ve gerekli teknik ekipmanımızın olmaması, insan gücümüzün yetersiz olmasıyla birleşince, gittikçe artan fırtınanın altında son derece zahmetli ve tehlikeli hale gelen kurtarma operasyonunu her şeye rağmen kendi gücümüzle sürdürdük. Bütün ekibi perişan eden bir çalışmanın sonunda sedyeyi yaklaşık 80 – 90 metre çıkarmayı başardık ve bu sırada yukarıdan gelen ekiple buluştuk.
Ne yazık ki Jandarma’nın kar araçlarıyla gelen ikinci ekip bizim düşüş hattımızdan 100 metre daha sol taraftan inmişti. Bu yüzden onların rotasına girmek için, sedyeye önce bu tehlikeli traversi (yan geçiş) yaptırmamız gerekiyordu. Aradaki sağrıyı aşarken sedyeye kontrolsüz bir pandül yaptırmamak için büyük bir dikkat ve çabayla çalışan ekip burayı geçmeyi başardı ve yukarıdaki kar araçlarına bağlı olan ip hattına ulaştı.
Bu arada kazazedenin sırt çantasını yukarı çıkartmak için giden bir dağcı, şans eseri atlattığı bir çığ kazası daha yaşadı ve sırt çantasını götüremeyip geri indi. Bunun üzerine yeni gelen ekiptekiler sedyeyi çıkartmaya çalışırken, kazazedenin sırt çantasını aldım ve bir dağcıyla birlikte düşüş hattını dikkatli bir şekilde geri tırmandım. Zor da olsa yukarıda bekleyen kar aracını bulduk ve onlara çantayı verdikten sonra biraz soluklanıp, bütün yorgunluğuma rağmen diğerlerine yardım etmek için kurulan ip hattından sedyenin yanına geri indim.
Kar aracına bağlı ekleme iplerle yapılan çekme işlemi ikide bir de gereken istasyondan ip atlatma yüzünden çok uzun sürdü. Böylesi dik bir rotada ikinci bir düşmeye meydan vermemek için, güvenlik açısından bütün önlemleri almak zorunda olan yukarıdakiler ellerinden geleni yaparak yavaş yavaş sedyeyi yukarı çektiler. Benim de içinde bulunduğum, aşağıda sedyenin yanında kalan ekip ve kazazede ise artık dayanma güçlerinin son haddinde, soğukla ve yorgunlukla büyük bir mücadele verdiler. O güne kadarki profesyonel dağcılık hayatımın hiç bir tırmanışında, ki buna Everest dahil, vücudum bu kadar hırpalanmamıştı.
Sonunda sedyeyi kar araçlarının yanına çıkarttığımızda, bu kabus sona erdi ve kar araçlarıyla dağ evlerine geldik. Kazazede, bir mucize eseri bu 400 metrelik düşüşten sadece kalça kemiğinin ayrılması ve çeşitli ufak tefek çürüklerle kurtulmuştu.
Dağlar, normal şartlarda, güneşli havada, sıcak giysiler içinde ve emniyetli haldeyken ne kadar tadına doyulmaz ve güzel olsa da, koşullar değiştiği taktirde bir anda cehenneme dönüşebilir. Bir dağcı ve kayakçı cenneti olan Uludağ, asla unutulmaması gereken bu gerçeği bize çok uzuca göstererek, bundan sonraki spor hayatımız için çok önemli bir ders verdi…