Milliyetim ve Dinim Üzerine Son Kez

Milliyetim ve Dinim üzerine son kez…

Sevgili Dostlar,

10 Kasım’da ATA’ma Mektup olarak yazdığım yazıdaki, Genel Kurmay’ın Komuta kademesinin, kendi personelini bile korumaktan aciz olduğuna ve tarihsel sorumluluklarını yerine getiremediğine vurgu yaptığım, kısmen de olsa yanlış anlamaya müsait olduğunu kabul ettiğim bir ifadeden dolayı hakkımda oluşan darbeci algısı neticesinde, dinci – bölücü takımının sosyal medya silahşörlerinin fantastik yalanlarıyla dolu bir karalama kampanyası başlatıldı hakkımda. Aşağıdaki bağlantıda, yazdıkları hayalleri zorlayacak adice yalanlara inanan ve altına saçma sapan yorumlar yazan, hakaretler eden kandırılmış, aldatılmış yurttaşlara bu açıklamayı yapmak zorundayım… Dilerim okurlar…

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=606738969387439&set=a.150071245054216.31624.150050178389656&type=1&theater

İzzet Akar efendi buyurmuş;

Izzet Akar Darbe Heveslisi Asker postalını yalayıp darbe yapmadığı için Ergenekoncu Komutanlara sitem eden ve Atatürk’e bu durumu şikayet için mektup yazan, 
Ermeni karakolunu basıp 45 Ermeni Subay ve Askerini öldürdükten sonra çarpışarak şehit düşen Azeri Kardeşimiz Mübariz İbrahimov’a Kişisel sayfasında ağza alınmayacak küfür ve hakaretler eden,
Her seferinde AKP Faşizmine ! karşı direniş çağrısı yapan ; buna mukabil Darbe heveslisi parti mensupları ile kol kola gezen,
Ermenilerin Karabağ Katliamı her yıl döneminde Ermeni Kilisesinde kutlayan, Hergün müslümanlara saldıran Aydınlık adlı karanlık paçavrada yazılar yazan büyük yazar dün ermenistandaki TÜRK bayrağını törenle yakan ermeniler hakkındada birkaç yazı yazarmısınız ama biliyorumki yazamazssınız çünkü işinize gelmez dimi sayın çakma TÜRK nasuh mahruki..

Atatürk’e şikayet için mektup yazmış olmamdan başka içindeki her cümlenin yalan olduğu bir paragraf. Olay bu kadar saçma sapan bir yere gelince, mecburen soyum ve ailem hakkında size tekrar bir takım bilgiler vermek zorundayım. İzzet Akar efendinin elinde bir takım yazılar varmış, biri bu, çok beğenmiş herhalde bunları, benim Facebook sayfamdaki başlıkların hepsinin altına bu yazıları yerleştiriyor bugünlerde. Bu kadar mesai gerektiren bir iş bedavaya yapılmaz, görmeniz lazım. 

Her şeyden önce, Ermeni ve Yahudi olmadığımı, Türk ve Müslüman olduğumu söylemek istiyorum. Ne garip, 2013 yılında; “yahu ben Türk’üm, ben de Müslümanım” diyorum, karşımdaki cahil ordusu; “hayır ulan, sen Ermeni’sin, sen Yahudisin, diyor. İyice havaya girenler Ermeni Yahudisi, diyor, üstüne üstlük yukarıda okuduğunuz akıllara zarar şeyleri de yaptığımı söylüyorlar, söyleyen namussuzlara inanıyorlar, utanır İnsan. Yalan söylenir ama bu kadarı söylenmez, yalana inanılır ama bu kadar kuyruklusuna inanmak için gerçekten zır cahil ya da zeka özürlü olmak gerekir. Kadere bakın ki, 1999’dan bu yana Türk olduğumu anlatmaya çalışıyorum kendi ülkemde. Bana inanmıyorsunuz, bu inanılması zor yalanlara inanıyorsunuz. Size bir bu yüzden hakkımı helal etmeyeceğim…

Anlayamadığım şey şu; 20 yıldır adımı güzel işlerle duyuruyorum bu ülkede. Dağcılıkta, motosiklette, arama kurtarmada, Camel Trophy’de, yazarlıkta, fotoğrafçılıkta, kişisel gelişimde, çeşitli disiplinlerde dünya kadar başarı elde ettim, en ve ilk işler yaptım, riskli ve tehlikeli projelere imza attım, Türkiye’yi, Türk Milletini bütün dünyada başarıyla temsil ettim. İlk kitabım olan Bir Dağcının Güncesi’ndeki İlk 7.000’lik tırmanışımın üzerinden 21 yıl geçti, hala Türkiye’den tekrarı yapılmayan, Kar Leoparı unvanını aldığımın üzerinden 19 yıl, Everest’e tırmanan ilk Türk ve dünyadaki ilk müslüman dağcı olduğumun üzerinden 18 yıl, AKUT’u kuralı 17 yıl, 17 Ağustos 1999 Depremi’nde herkesin gönlünü fethetmeyi başardığımız günlerden beri de 14 yıl geçti, bu toplumun gözünde hep başarılarla ve olumlu işlerle yer aldım. Buna rağmen nasıl oluyor da, bir takım namussuzlar bana Ermeni diyerek, yukarıda okuduğunuz iğrenç, sapık hikayeyi yakıştırıyor ve bir cahil kitleye de bunu inandırabiliyor. Bu cehalet çok fena bir şey, bunlara kızmadan, sabırla anlatmamız lazım eğriyi, doğruyu. 

Benim adım Ali Nasuh Mahruki. Nasuh, Arapça nush kökünden gelir, nasihat eden, öğüt veren demektir. Saf ve temiz anlamı da vardır, bir de Nasuh tövbesi olarak Kuran’da Tahrim Suresi 8. ayette geçer. Ayrıca Mevlana’nın Mesnevi’sinde de Nasuh Tövbesi’nin hoş bir hikayesi vardır. Benim müslüman olmadığımı söyleyen cahiller, çok müslümandırlar ama Nasuh’un Kuran’da geçen bir isim olduğunu bile bilmezler. Hadi Kuran’dakini bilmiyorsunuz, Muhteşem Yüzyıl’daki Matrakçı Nasuh da mı size bir çağrışım yaptırmıyor? Sık rastlanan bir isim olmasa da, Nasuh ve Nasuhi olarak zaman zaman duyarız bu ismi. Gazeteci, televizyoncu, sporcu, işadamı, Vali, vs bir çok kişi var bu isimde ülkemizde. Arapçadan gelmiştir, dilimize yerleşmiştir ve artık Türk ismidir, Türktür.

Tahrim Suresi 8. ayeti de özellikle sizle paylaşmak istiyorum;

Ey iman etmiş kimseler! Nasuh [saf, katışıksız; samimi] bir tövbe ile Allah’a tövbe edin. Umulur ki Rabbiniz, peygamber’i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı, nurlarının önlerinde ve sağlarında koşacağı, “Rabbimiz! Nûrumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye güç yetirensin” diyecekleri günde sizin kötülüklerinizi örter ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.

Mahruki, hark kökünden gelir o da Arapçadır. Ateşte yanmış anlamına gelir. Hikayesini zaten daha önce de yazmıştım, bir daha koymuyorum buraya uzatmamak için. Özetle, büyükbabamın büyükbabasının babası, Nasuhzade Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın 1822 yılında, İngiliz kışkırtmasıyla Rumların, Osmanlı’ya karşı ilk büyük isyanı olan Sakız İsyanı’nı bastırdıktan sonra, beklenmedik bir saldırıyla, küçük bir isyancı grubu tarafından Osmanlı’nın Amiral Gemisi’nin yakılması ve gemisini kurtarmaya çalışırken de şehit düşmesi neticesinde, aile lakabımız bundan sonra bu şerefli – elim olayın hatırasına Mahrukizade oluyor. Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın mezarı Sakız Adası’ndaki Kaledeki şehitliktedir. Sultan 2. Mahmut zamanında, Osmanlı İmparatorluğu’nun Deniz Kuvvetleri Komutanı Nasuhzade Kaptan-ı Derya Ali Paşa hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, aşağıdaki bağlantıları kullanabilirsiniz. Ölümünden sonra mezartaşına yazılan kitabeyi okumanızı şiddetle tavsiye ederim… 

Tarihsel bilgi; 1822 yılında benim büyük büyük büyük dedemin bastırdığı ama şehit olduğu Sakız İsyanı’ndan 7 yıl sonraki Mora İsyanı’nı Osmanlı bastıramaz ve Yunanistan 1829 yılında bağımsızlığına kavuşur…

Sizle bir belge daha paylaşacağım. Bugüne dek sadece web sayfama koymuştum ve ondan prim yapıyor durumuna düşmemek için de hiç kullanmamıştım ama sırası gelmiş demek ki; Ailemiz Seyyid’lerdendir. Nasuh’un Kuran’da geçen bir isim olduğunu bilmeyen cahiller, umarım Seyyid’in ne olduğunu bilirler. Hayatınızda kaç tane Ermeni ya da Yahudi Seyyid gördünüz, sorun vicdanınıza… 

Türk ve müslümanlık meselesini artık hallettiysek İnşallah, şimdi de bunların neden yapıldığını konuşalım isterseniz. 17 Ağustos 1999 Depremi’nde, kurucularından biri ve başkanı olduğum AKUT, Devlet’in, vatandaşının yardımına koşmakta zaafiyete düştüğü ilk günlerde, hem 220 yurttaşımızı enkazların altından çekip almayı başarmıştı hem de ilk günlerdeki kaosta, bölgedeki yardım dağıtımı çalışmalarını yöneterek büyük bir boşluğu doldurmuştu. Herkesin hazırlıksız yakalandığı bu depremde gösterdiği üstün yararlılıklar nedeniyle de, tüm Türkiye’nin sevgilisi olmuş ve Türkiye’nin en güvenilir kurumu seçilmişti. O güne kadar dağcılıktaki başarılarımla sorunsuz giden hayatım, bir anda türlü türlü iftiralarla ve karalama kampanyalarıyla altüst olmaya başladı. Birileri, toplumun herşeye güvenini yitirdiği bir süreçte, herkesin bu kadar güvenini, sevgisini ve saygısını kazanan AKUT’tan ve başkanı olarak da benden fena halde rahatsız olmuştu. Şahsıma ve AKUT’a, 1999 Depremlerinden bu yana, yani Türkiye’nin en güvenilir kurumu seçildiğimizden bu yana saldıran bir kitle var Türkiye’de. Bunlar, mevcut statükodan beslenen, köşebaşlarını tutmuş, statükonun zayıf noktalarını bildiği için değişmesini istemeyen ve gelecekte statükoyu tehdit edebilecek, yani değişimi ve daha iyiye dönüşümü getirebilecek her şeye, her yeniliğe, her düşünceye, her kişiye karşı büyük bir hınçla saldıran, cahil ama kurnaz ve bir o kadar da edepsiz ve namussuz bir kitle. Bunun hikayesini ve detaylarını, VATAN LAFLA DEĞİL EYLEMLE SEVİLİR adını verdiğim kitabımın, Karşılaştığımız Zorluklar bölümünde, aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz. Bir tek şey söyleyeyim, sadece köşe başını tutan çapsızlar değişti, geri kalan herşey aynı, ancak şimdi, daha hoyrat ve daha uzlaşmazlar. Korku kültürüyle çok kuralsız yürüdüğü için de, şimdiki dönem daha zor…

O günden bugüne dek, Atatürk düşmanı ne kadar cahil ve kandırılmış, ne kadar namussuz ve fırsatçı varsa bu ülkede, benimle de, başında olduğum sivil toplum örgütüyle de aynı çerçevede uğraşmıştır, uğraşmaya çalışmıştır. 

Bana Ermeni diyerek hakaret ettiğini düşünen herkesten, bir daha kimseye bu şekilde haksızlık yapmayacağım diye bir Nasuh tövbesi bekliyorum. Hem bir büyük günahınızı bağışlatmış olursunuz, ben de hakkımı helal ederim hem de benim adımın nereden geldiğini bir daha unutmazsınız.

Son olarak, daha da Türk ve Müslüman olduğuma inanmayan varsa, gelsin sünnetimi göstereceğim… 

Sevgilerimle,

Ali Nasuh Mahruki
Sorumlu Yurttaş

PS. Bu ve benzeri şekilde, çeşitli ortamlarda yapmak zorunda kaldığım bu açıklamalar için, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımızdan huzurlarınızda bir kez daha özür diliyorum ve tüm bu garip yazışmalar için beni yanlış anlamamalarını umuyorum. Benim için önemli olan herşeyden önce insan olmaktır. Ben insanları diline, dinine, mezhebine, etnisitesine, boyuna posuna, şusuna busuna bakarak değerlendirmem. İnsanları, içinde bulundukları topluma, ülkeye, gezegene, diğerlerine kattıkları fayda ve zarar ekseninde değerlendiririm. Türklüğümü bu kadar savunmamın sebebi, tarihini ve yetiştirdiği büyük adamları bildiğim ve bir parçası olmaktan gurur duyduğum için, tarihin akışını değiştirmeyi defalarca başarmış bu asil ve güçlü millete özel bir bağlılık duyuyorum ve bunu paylaşmaktan da gurur duyuyorum, kendimi daha güçlü hissediyorum. Eğer Ermeni, Bolivyalı, Endonezyalı, Bask veya Kore’li veya başka bir milletten olsaydım, eminim o zaman da kabiliyetlerimi o milletler için seferber eder, onların tarihte bıraktıkları güzel izlerden kendime pay çıkarır ve o milletlerin bir parçası olmaktan gurur duyardım. İnsan kökleriyle her zaman barışık olmalı…